Resmi rakamlarla 650 bin insan gözaltına alındı. Kayıtlara geçmeyenlerle birlikte düşünülürse, 1 milyonu aşkın kişinin gözaltına alınıp işkencelerden geçirildiğini söyleyebiliriz. Öyle ki, işkence yapılacak alan bulmakta zorlandılar. Sadece emniyet müdürlükleri, karakollar ve kışlalar değil okullar, devlet kurumları, spor salonları, camiler de sistematik olarak yapılan işkencenin mekanı oldu.
12 Eylül’den 20 gün sonra idamlar başladı ve 50 kişi asıldı. 229 kişi işkence yapılarak öldürüldü. Ayrıca hapishaneler tıklım tıklımdı ve tam bir işkence yuvasıydı. Aydınlar, yazarlar, öğretmenler, ilerici-demokrat sanatçılar da yığınlar halinde gözaltına alındı, büyük çoğunluğu tutuklandı. Devrimci öğrenciler okullarından atıldı, ilerici öğretim görevlileri görevlerinden alındı.
Dernekler, kitle örgütleri ve sendikalar kapatıldı. Bunları sayısı yaklaşık 24 bindir. Fişlenenler, vatandaşlıktan çıkarılanlar, pasaport yasağı konanlar, mültecileşenler ve bütün bu insanların sürekli taciz edilen aileleri de düşünülürse, milyonlarca insan acı çekti.
Devrimci ve komünistler ise, azgın bir işkenceye tabi tutuldu. İşkencehanelerde ve hapishanelerde sakat bırakıldılar, ideallerini terk etmeye zorlandılar, asıldılar, katledildiler, ‘kaybedildiler’… Uzun hapishane yılları işkence altında geçti. Davutpaşa, Hasdal, Alemdar, Metris, Mamak, Diyarbakır kışlaları, hepsi birer toplama kampıydı…
Kürt ulusunun üzerindeki asimilasyon ve şiddet daha da arttı. ’82 Anayasasında “Türk devleti ile vatandaşlık bağı olan herkes, Türktür” denilerek, Kürt kimliği ve diline koyulan yasaklar resmileşti, anayasaya geçirildi. Şehir, ilçe ve köylerin Kürtçe isimleri değiştirildi, kimliklerine Kürtçe isimler yazılmadı. Irkçı, şoven bir Türkçeleştirme yapılarak nüfus yapısı değiştirilmek istendi. Köyleri yakıldı, yurdunu terk etmeye zorlandı. Ucuz işgücü olarak kullanılmak üzere kentlere sürüldü, büyük çoğunluğu işsizliğe terkedildi. Onbinlerce Kürt, işkenceden geçirildi, katledildi. Toplu mezarlara gömüldüler, ‘kaybedildiler… Diyarbakır hapishanesinde yapılanlar ise tüm bunları katladı ve ismi Nazi kamplarıyla birlikte anılır oldu.
Devrimci-demokrat yayınların basımı-dağıtımı durduruldu, iletişim araçları engellendi. Kapatılan dergi ve gazete sayısı 54’dü. “Sakıncalı” bulunan tonlarca dergi, gazete ve kitap yakılarak imha edildi. Yanı sıra bütün gösteri ve mitinglere yasak kondu.
Üniversitelerin tepesine gerici-faşist YÖK yönetimi getirildi, üniversitelerde kışla disiplini uygulandı. Üniversite bünyesinde yürütülen her türlü bilimsel araştırma yasaklandı. YÖK yönetimine muhalefet eden öğretim üyeleri üniversiteden uzaklaştırıldı. Üniversiteler, ırkçı-milliyetçi eğitimin arenasına çevrilerek şovenizmi körükleyen alanlara dönüştürüldü. Toplumsal ilerlemede her zaman aktif rol oynayan gençlik, gerici-faşist yoz eğitim ve emperyalist kültürün cenderesinde debelenen geleceksiz, edilgen bir kuşağa dönüştürüldü.
Tüm grev ve direnişler yasaklandı. Türk-İş dışında sendika bırakılmadı. Buna rağmen direnişlerini sürdüren işyerleri oldu. Buralara askeri timler yığıldı. Silah ve coplarla işçileri işbaşı yapmaya zorladılar. Bölgenin askeri komutanları, ustabaşı gibi iş makinelerinin başına geçti. Fabrika kapıları silahlı askerlerce tutuldu, işçiler askerlerin aramasına tabi tutularak fabrikalara sokuldu. Tuvalet izni bile askerlerce verildi. Başta kıdem tazminatı olmak üzere birçok hak gaspı da o dönemde gerçekleşti. İşçilerden geçmiş dönemin hıncını alırcasına en ağır koşullarda iliklerine dek sömürmeye çalıştılar. Sıkça söylendiği gibi 24 Ocak Kararları, 12 Eylül olmasaydı yaşama geçirilemezdi.
İşçiler doğal olarak bu duruma tepkiliydi. O koşullarda çalışmak istemiyorlardı. Kimi yerlerde direnişler devam etti, kimi yerlerde yeni direnişler meydana geldi. Gözleri, kulakları, o güne dek mücadelelerine önderlik eden devrimcilerdeydi… Fakat onları yanlarında bulamadılar.
M. Ali Birant’ın adı geçen kitabından aldığımız bir pasaj, cuntanın aslında büyük bir direniş beklediğinin göstergesidir.
“DİSK’in 15 bin eylemcisi olduğu hesaplanıyor ve bunların toplu direnmelerine karşı ne yapılabileceği düşünülüyordu. ‘Ateşle yanıt vermekten başka çaremiz yok’ diyen komutan, bu işin pek de kolay olmadığının farkındaydı. Genelkurmayımızın en büyük kaygısı terör patlaması ve ordunun bu patlama karşısında ne yapacağını şaşırması idi… Müdahale ile birlikte tüm terör gruplarının direnecekleri, ateşle karşılık verecekleri öngörülmüştü. DİSK’in eylemlerinin en yoğun bölgesi sayıldığı İstanbul’da ek önlemler artırıldı. Yapılan hesap ve tahminlerden çıkan sonuçlara göre, genelde 1 gerillaya 8 asker düşecek şekilde düzenlemeye gidilmesi ve ilk direnmede derhal ‘ateş’ emri verilmesi kararlaştırıldı. Doğu bölgelerine ek birlik kaydırmaları öngörüldü.”(age)
Darbe, yenilgi direniş; 12 Eylül
kitabından alınmıştır.