Okullar sorunlarla açıldı

Pandemi dolayısıyla 1.5 yıldır kapalı tutulan okullar nihayet açılıyor. 2021-2022 öğretim dönemi ilk ve orta öğretim 6 Eylül’de başladı; üniversitelerin ise Ekim ayı ile birlikte açılması planlanıyor.

Okullar açılıyor, fakat sorunlar depreşmiş haliyle duruyor. Yine 40-50 kişilik sınıflarda, yetersiz öğretmen sayısı ile eğitim yapılacak. Bu durum, pandemi koşullarında hastalığın daha hızlı biçimde artmasına yol açacak.

Milli Eğitim Bakanlığı’nın (MEB) pandemiyle ilgili aldığı önlemler ve ayırdığı ek bütçe son derece göstermelik! MEB’in ayırdığı bütçeyle öğrenci başına 4 TL düşüyor! Böylece okulların hijyeni dahil, her tür sorununu gidermek, yine velilerin üzerine yıkılıyor. Artan zamlarla geçimini zar-zor sağlayan işçi ve emekçiler, çocuklarını okutabilmek için ek masraflarla karşı karşıya… Maskeden ıslak mendile, kağıt havluya kadar listeler veriliyor velilere…

Okullar açıldı fakat ne yeni öğretmen ataması yapıldı, ne de yeni derslikler açılarak sınıfların seyreltilmesi sağlandı. Aksine 1.5 yıldır yapılmayan tadilatlar, okulların açılacağı döneme getirildi. Bu okullarda okuyan öğrenciler diğer okullara dağıtılarak sınıflara düşen öğrenci sayısı daha da arttırıldı.

Diğer yandan öğretmenlerin ve okulda çalışanların aşılaması tamamlanmadı. Öğretmenlerde aşılama oranı yüzde 70 civarında. Keza öğretmenler odasının genişletilmesi, ikiye-üçe bölünmesi sağlanabilirdi. Aynı şekilde havalandırma sistemi kurulabilirdi. Kamuya ait okullarda klima bulunmuyor, ama bu konuda genelge çıkarılıyor! Havaların soğumasıyla birlikte pencereler de kapanınca, hastalık daha hızlı yayılacak.

MEB’in gönderdiği genelgeye göre, öğrencilerin ve öğretmenlerin hergün ateşi ölçülecek ve bunlar kayıt altına alınacak. Bir öğrenci hastalanırsa karantinaya alınacak ama sınıf eğitime devam edecek, iki öğrenci veya öğretmen hastalanırsa, sınıfın tümü karantinaya alınacak! Genelgedeki tuhaflıklar bir yana, bunları kimin tespit edeceği belirsiz! Bu durumda her sınıfa bir sağlık görevlisi verilmesi gerekiyor, ama böyle bir uygulama sözkonusu değil! 

Kısacası MEB üzerine düşen hiç bir şeyi yerine getirmeden okulları açtı. Ve tüm sorunları, okul personelinin, öğretmenlerin, velilerin üzerine yıktı.

 

Eğitimin geldiği nokta

AKP döneminde eğitim, üzerinde en çok oynanan alan oldu. Neredeyse her yıl müfredat değişikliği yapıldı, yeni sistemler getirildi. En çok bakan değişikliği de MEB’de gerçekleşti. Okulların açılmasına bir ay kala Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk istifa etti ve AKP’nin sekizinci Milli Eğitim Bakanı olarak Mahmut Özer göreve başladı.

Her bakanla birlikte yeni uygulamalar devreye sokuldu. Ama bir bütün olarak eğitim daha gerici-dinci bir karaktere büründü. Vakıf adı altında örgütlenen tarikatların cirit attığı bir alan haline geldi. Son olarak çocuklara tecavüzle adı duyulan Ensar Vakfı, MEB ile protokol imzaladı ve okullarda çalışma yürütme izni aldı. Müfredat genel olarak İmam Hatip müfredatına uygun hale getirildi.

Pandemi döneminde ilk vazgeçilen alan da eğitim oldu. En önce kapatılan ve en son açılan kurum, okullardı. Oysa bu dönemde fabrikalar hiç kapanmadı; AVM’ler, oteller, restoranlar büyük oranda açık tutuldu. Türkiye, OECD ülkeleri arasında ilkokulları en uzun süre kapatan ülke olarak geçiyor. AKP, eğitimsiz-cahil bir halk istediğini her uygulamasıyla ortaya koyuyor.

Pandemi ile birlikte eğitimdeki eşitsizlik daha da derinleşti. Özel okullarla kamu okulları arasındaki fark, yani zenginle yoksul ailelerin çocukları arasındaki eğitim makası, iyice açıldı. 1.5 yıldır süren “uzaktan eğitim”de bilgisayarı-tableti olmayan veya interneti çekmeyen milyonlarca öğrenci, zaten seviyesi düşürülmüş olan eğitimden de yoksun kaldı. Bu sayının 6 milyon civarında olduğu belirtiliyor.

Keza bu süre içerisinde çocuklara ev içi şiddetin ve istismarın arttığı görüldü. Hem çocuk ve gençlerin hem de ebeveynlerin psikolog ve psikiyatristlere başvurularında ciddi artışlar gözlendi. Yanı sıra çocuklarda hareketsizliğe bağlı kas ve kemik ağrıları başgösterdi. Okulları yarıda bırakan ve işçileşen öğrencilerin sayısı arttı. Özellikle kız öğrencilerin okullaşma oranındaki düşüş belirginleşti. Kız çocuklarının erken yaşta evlendirilmesi gibi pek çok olumsuzluğu birlikte getirdi.

Kısacası pandemi koşulları, eğitimin giderek gericileşen ve düzeysizleşen halini iyice pekiştirdi; bitirme noktasına getirdi. Eğitim uzmanları, ilköğretimdeki 1.5 yıllık boşluğun, bir kuşağın yitimine yolaçacağını, bunu sonuçlarının önümüzdeki on yıl içinde daha net görüleceğini söylüyorlar.

Nitekim ortaöğrenim ve üniversiteye girişteki sınav sonuçları, bunun emarelerini ortaya koydu. Son üniversite sınavlarına giren adayların yüzde 32’lik bir kısmı (yaklaşık üçte biri) “Temel Yeterlilik” şartı olan 150 puanı tutturamayıp elendi. Öyle ki, liseyi bitirdiği halde matematikte ‘4 işlem’i yapamayan, Türkçe okuduğu metni anlayamayan yüzbinlerce öğrenci bulunuyor.

 

Tedbirler alınmalı, yüz yüze eğitim sürmeli

Pandemiyle birlikte okulların kapatılıp “uzaktan eğitim” adı altında çocukların evlere kapatılmasına başından itibaren karşı çıktık ve her koşulda tedbirlerin alınarak yüz yüze eğitime geçilmesini savunduk. Ne var ki, sendikalar ve meslek odaları da dahil, devrimci-demokrat kesimler bile eve kapanmayı savunabildi.

Şimdi bunun sonuçlarıyla karşı karşıyayız. Sorunun pandemi olmadığı, AKP’nin bilimsellikten uzak politikalarının ve eğitime bakış açısından kaynaklandığı, geçen sürede net bir biçimde görüldü. Çünkü 1.5 yıl okulların kapatılmasına rağmen pandemi bitmedi. Aksine günde 20 binden fazla vaka görülüyor ve ortalama 250 civarında insan ölüyor.

Ankara Tabipler Odası, Eğitim Sen’le birlikte yaptıkları basın açıklamasında şu tespiti yaptılar: “Pandemi süreci boyunca yapılan bilimsel çalışmalar göstermiştir ki; okulların, özellikle de ilkokulların kapalı olması salgının yayılmasında, bulaş zincirinin kırılmasında etkili bir yöntem olmadığı gibi çocukların fiziksel, zihinsel ve ruhsal gelişimlerini olumsuz yönde etkilemektedir.” Buradan hareketle “yüz yüze ve tam zamanlı eğitimin her yaştan öğrenci için esas olduğunu ve bu eğitimin devam etmesi için tüm olanakların seferber edilmesi gerektiği”ni söylediler.

Doğru yaklaşım budur. Geç kalınmış da olsa bu yaklaşımda ısrar edilmelidir. Yüz yüze eğitimi sağlamak için, devlet her tür tedbiri almalı ve ona göre bütçe ayırmalıdır. Sendikaların görevi de, devleti bu doğrultuda zorlamaktır. Eğitim Sen, okullar açılmadan önce “sınıfların seyreltilmesi, yeni dersliklerin açılması, öğretmen atamalarının yapılması” gibi talepleri sıraladı. Fakat bu koşullar yerine getirilmeden okullar açıldı.

Önümüzdeki günlerde salgının artmasıyla birlikte okulların kapatılması yeniden gündeme gelebilir. Tabipler Odası ve Eğitim Sen başta olmak üzere devrimci-demokrat kurumlar, buna kesinlikle karşı çıkmalı, yüz yüze eğitimde ısrarlı olmalıdır. Elbette bunun yolu, devletin üzerine düşeni yapmasını sağlamaktan geçer. Bu da sadece konuşmakla, teşhirle olmaz; eylemsel bir gücü ortaya koymayı gerektirir.

18 milyonu aşkın öğrenci, 1 milyondan fazla öğretmen ve on milyonları bulan veliler, yüzyüze, parasız, eşit, bilimsel eğitim için birlikte mücadeleyi yükseltmelidir.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …