“Metal fırtınası” izlenimleri: Ford

metal-isci

İzmit Gölcük’teki Ford Otosan’daki işçilerin yanına gittik. Direnişin ilk günlerinde yaptığımız bu ziyarette, burjuvazinin işini ne kadar ciddiye aldığını görmüş olduk.

Otobüsle giderken, Ford Otosan’da ineceğimi duyan ve önümde oturan bir genç, “ben de Gölcük’te oturuyorum ve fabrikada çalışan arkadaşlarım var, onlar da direnişte yer alıyorlar” dedi. İşçilerin haklı durumda olmalarına rağmen, “hukuk dışına” çıkmaktan korktukları, “provakatörlere” karşı uyanık olmaya çalıştıklarını söyledi. Ben de ona “bizzat cumhurbaşkanının anayasayı tanımadığı bir süreçte, işçilerin yaptıkları neden hukuk dışı olsun ki” dedim. “Kaldı ki bu hak alma mücadelesi ve haklar her zaman meşru bir mücadele ile ve illa ki yasal sınırları zorlayarak kazanılıyor” deyince, “bu açıdan hiç düşünmemiştim” dedi. Ardından kendisinin de oraya gittiğini ve işçilerin coşkulu olduğunu belirtti.

İneceğim yere geldim ve fabrika yoluna doğru yürümeye başladım. Neredeyse 400 metre süren yola aralıklarla polis arabaları dizilmişti. İşçilerin üzerindeki baskıyı her türlü hissettirmenin yöntemlerinden biriydi bu. Fabrikanın giriş kapısına doğru gittim ve güvenlik önüme çıktı. İşçiler fabrikanın içinde değilmiş, ben de o yöne doğru yürüdüm. Sivili, resmisi, çevik kuvvetiyle yüzlerce polis vardı.

Daha önceki deneyimlerimden, işçilerin tanımadıkları kişilere mesafeli davrandıklarını biliyordum. Hatta direnişin ilk günlerinde basını dahi içeri almıyorlar, röportaj vermek istemiyorlardı. Alana geldiğimde, basının yaklaşık 20 metre ötede bir yerde durduğunu gördüm. Sivil polisler işçilerin bulunduğu alanın hemen dışındaydılar. Yaklaşık 200 işçi vardı o anda. Yaşları oldukça gençti. Ve yüzlerindeki ışıltıdan, yaptıkları işin farkında oldukları anlaşılıyordu.

Hemen içeriye girdim ve ilk gördüğüm işçilerle konuşmaya başladım. Kaç yıldır çalıştıklarını, içeride üretimin olup olmadığını sordum. Tahmin ettiğim gibi kısa cevaplar verdiler ve yanımdan uzaklaştılar. Alanın girişinde oturan bir grup işçinin yanına oturdum. Onlarla konuşmaya başladım. Bir işçi, en başından beri direnişin içinde olduğunu ve hatta bu işi planlayan gruptan olduğunu söyledi. Nasıl harekete geçtiklerini sorunca, “facebook’u takip eden birkaç arkadaş sayesinde öğrendik direnişin olduğunu” dedi. Aynı rahatsızlıkların bu fabrikada da olduğunu belirterek, devam etti: “Türk Metal sendikasını istemiyoruz. Yıllardır bize bir şey vermiyorlar ve hep sırtımızdan geçiniyorlar. Durumu öğrendikten sonra toplandık ve biz de direnişe geçtik. Şu anda işçilerin büyük çoğunluğu burada zaten. İçeride üretim çok az ve istedikleri arabaları çıkartamıyorlar.” Bir işçi ise, “ben izindeydim ve direk buraya geldim. İşten atmaların olacağını duyduk. Ben başından beri içindeyim, herhalde listenin başına beni yazarlar” dedi. “Bu kadar kalifiye elemanı nereden bulacak ki, bu iş o kadar kolay mı? Üstelik direniştesiniz ve buradaki işçiler, atılan arkadaşlarını sahipleneceklerdir” deyince, “evet biliyoruz, kaldı ki, biz her şekilde iş bulabiliriz, onlar düşünecek” dediler.

Yeni işçi grupları arabalarıyla ve kornalar çalarak geliyorlar. Gelip geçen diğer fabrika araçlarını uyarmak için sürekli düdük çalıyorlar. Bu saatler fabrikaların servislerinin çıktığı saatlermiş ve direnişi mümkün olduğu kadar çok kişinin duymasını istiyorlar. Konuştuğumuz sırada işçiler toplandılar ve slogan atmaya başladılar. “Türk Metal istifa”, “Direne direne kazanacağız”, “Satılmış sendika istemiyoruz”, “Ölmek var dönmek yok!” Bu arada müzik sesleri de açık ve müzik eşliğinde oyunlar oynuyorlar. Bu durum yaklaşık 20 dakika kadar sürdü. Orada konuşma yapan işçi, yalan haberlere itibar edilmemesi gerektiğini, Bursa’da direnişin devam ettiğini ve taleplerin net olduğunu belirterek, “biz birlik olursak kazanırız” dedi.

Bir işçi daha geldi oturduğumuz yere. Takım lideriymiş ve endişesi, sendikadan istifa etmekten ziyade, direniş sonucu takım liderliğinin elinden alınacağı yönünde. İşçilerden birkaçı “Ya sen yeter ki sendikadan istifa et, çalışmaya devam edebilirsin” diyorlar. “Zaten üretim de olmuyor ki, ayrıca takım liderliğin niye gitsin ki, sonuçta biz emek harcadıktan sonra her şeyi yapabiliriz” diyerek yatıştırmaya çalışıyorlar. Biraz içerideki durumdan bahsediyor. Birçok işçinin istifa ettiğini söylediler. Gittiğim gün postanede e-devlet zarflarından kalmamış ve işçiler Cumartesi günü nöbette olan İzmit il merkezindeki postaneye gideceklermiş. İstifaların yüzde 50’lere yaklaştığını söyleyerek coşkulanıyorlar.

Yan tarafımda da işçiler var, onların yanına gelen bir işçi izinde olduğunu ve Bursa’da direnişin başladığı ilk gün orada olduğunu söyledi. Esprili bir işçiydi. “Duyar duymaz fabrika önüne gittim. Otosan’da çalıştığımı söyledim Renault işçilerine. İçeriye kimseyi almıyorlar. Bana “siz niye direnişe çıkmıyorsunuz” sorusunu soracaklar diye korktum açıkçası. Ama biz de direnişe geçtik ve ben hala raporum bitmediği için istifamı veremedim” dedi. “Raporlu olmak sendikadan istifa etmeye engel mi?” diye sordum. “Buradaki işçi arkadaşlar rapor bittikten sonra istifa et dediler. Hatta dün eylem vardı. Ben öndeydim. Kameraların önüne doğru hamle yaptım, arkadaşlar ‘raporlusun’ sen biraz geride dur diye ikaz ettiler” dedi.

İşçilere, 1998’deki yaşanan istifa süreçlerinden bahsettim ve bugünkü direnişin çok önemli olduğunu vurgulayan bir konuşma yaptım. İşçiler de “o dönem yapılamamıştı, ama bu defa Türk Metal’i sileceğiz” dediler. Bu arada diğer fabrikalardan gelen haberleri internet üzerinden takip ediyorlar. Birbirleriyle haberleşmek için de interneti kullanıyorlar. Onun dışında her iyi haber geldiğinde birbirlerine duyurmak için bağırıyorlar.

İşçiler ortalama ücretlerinin 1400-1800 lira arasında olduğunu belirtiyorlar. Günlük üretimin her vardiya için 400 arabayken 10-15’e kadar gerilediğini söylüyorlar “hiç üretim yapamaz hale gelecekler” diye de ekliyorlar. Ama asıl hedeflerinin Türk Metal olduğunu, fabrikayla bir sorunlarının olmadığını anlatıyorlar. “Neden bir sorun yok ki, sonuçta bu sendikayı patronlar tercih ediyorlar” deyince, “evet, ama ilk başta Türk Metal’i gönderelim, nasıl olsa fabrikayla oturup anlaşırız” diyorlar.

İşçilerin bir de “hukuk dışına çıkmak” gibi bir kaygıları var. Özellikle polisin yönlendirmeleri etkili oluyor. Böyle bir direnişe başladıkları halde, meşruluklarını tam anlamıyla kavrayabilmiş değiller. Örneğin alanda ışıklandırma olmamasını, çadır kurulmasına izin verilmemesini kabullenmişler. (Daha sonraki günlerde özellikle yağmurlu havalardan sonra naylondan derme çatma çadırlar kuruldu.) Bir de “provakatörler” edebiyatını çok dillendiriyorlar. “Aramıza yabancılar karışabilir, hiçbir partiyle işimiz yok, hiçbirini sokmuyoruz” şeklinde konuşuyorlar.

Eylemlere ilk kez katılan işçilerin tedirginliği ve coşkusu bir arada. “Bu işin sonu nereye kadar giderse gitsin, devam edeceğiz” diyorlar mesela. Özellikle Eskişehir’deki Ford Otosan işçilerinin direnişe geçmemiş olmasını dert edinmişlerdi ve onlarla sürekli mesajlaşıyorlardı. (Birkaç gün sonra da Eskişehir’de direniş başladı) Elbette ki, aynı sermaye grubuna bağlı farklı illerdeki fabrika işçileriyle iletişimin canlı tutulması ve direnişin beraber götürülmesi, çok önemliydi. Yönetimden gelen tehdit mesajlarını da konuşuyorlar. “Sanki tehditlerden korkacağız, atarsanız atın” diye gülerek… Genelde neşelilerdi. Çay ve su ihtiyaçlarını ortaklaşa karşılıyorlardı. Basından yana oldukça şikayetleri vardı. Sadece Gölcük ve Kocaeli gazetelerinin kendilerine yer verdiğini anlattılar. Büyük basının gelmemesini ise “yahu fabrikanın sahibi Koç, basını bağlamıştır” diyerek sade bir ifade kullanıyorlar.

İşçiler gün geçtikçe bağlarını da geliştirmişler. Eskişehir’in de katılmasıyla coşkuları, kazanma inançları artmış durumda. Ancak hala devrimcilerle aralarındaki duvarların yıkılabilmesi için çok şey yapılması gerekiyor. Destek ve dayanışma için gelenlerin devrimci örgütlerden ya da solculardan olması, başlangıçta onları tedirgin ediyor. Bunda polis baskısı ve burjuvazinin ideolojik bombardımanı etkili kuşkusuz. Ve eylem içinde kendiliğinden oluşan bilinç ile bu tedirginlikleri giderek azalıyor.

Bir yandan işçi sınıfının mücadele içinde dostu-düşmanı öğrenmesi, bir yandan da komünist ve devrimcilerin sınıfla bağlarını daha fazla geliştirmesiyle, bu durum elbette ortadan kalkacaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …