Metal işçileriyle dayanışmak ve yerinde görmek için yola koyuldum. Kitlesel gidişlerde polisin engel çıkardığını, bırakmadığını duymuştum. Daha önce giden bir arkadaştan da polis engeliyle karşılaştıklarını ve işçilerin görüşmek istemediğini öğrenmiştim. Buna rağmen gitmeye kararlıyım. İlkin Renault fabrikasına gitmek istiyorum. Çünkü Renault kıvılcımı ilk çakan oldu. Nihayet gideceğim otobüsü buldum. Otobüs dolu, ayaktayım. Yanımdaki kişiye, ‘Renault fabrikasına nasıl gidebilirim’ diye sordum. Yan taraftan biri, “abi Reno’ya mı gideceksiniz, gitmesen iyi olur orası bu aralar karışık” diyor. “Biliyorum” diyorum, “ben de bu yüzden gitmek istiyorum.” “Sen bilirsin ama boşuna gidiyorsun, görüşemezsin polisler kapatmış, işçiler de görüşmek istemiyor” diyor. Devrimci Sendikal Birlik adında bir işçi bülteni çıkardığımızı, bunun için röportaj yapacağımı söylüyorum. “Ben Tofaş işçisiyim” diyor. “Direniş yerindeydim, şimdi eve gidiyorum”.
“Tofaş işçisiyim” dedikten sonra içimi bir sevinç kapladı. “Havada ararken yerde buldum” dedim içimden. Hemen aramızda duran gençle yer değiştirerek yanına sokuldum. Çok önemli bir direniş yaptıklarını belirtikten sonra, dayanışmanın da önemli olduğunu neden dayanışmaya gelen insanlarla görüşülmediğini sordum. “Bu işçi eylemi, haklarımız için mücadele ediyoruz, siyasetin bulaşmasını istemiyoruz” dedi. Dayanışmaya gelenlerin, direnişlerini sahiplenmek ve büyütmek için geldiklerini söyledim. “Gezi de bir çevre eylemi olarak başladı, ama siyasileşti. Biz işçiyiz, haklarımız için mücadele ediyoruz, siyasileşmesini istemiyoruz” diyor. Oysa zaten yaptıkları siyasi bir eylem. Yasalara rağmen üretimi durdurmuşlar! Ki sınıfların olduğu bir toplumsal sistemde, siyaset yapmıyoruz demek, zaten siyaset yapmanın kendisidir. Tabi ki bunları işçi arkadaşla tartışmanın yeri değil. Kısa bir yolculukta ne kadar bilgi alırsam o kadar yararlı olur.
“Türk Metal’den istifalar sürüyor mu? İstifa eden kaç kişi oldu?” soruma, “bugün açıklanan resmi rakam 3600” diyor. Tofaş’ta TİS kapsamında 4600 kişi olduğunu beliterek, Renault’da hepsinin istifa ettiği söylüyor. Bunları anlatırken oldukça heyacanlı ve coşkulu. Farkına varmadan sesini o kadar yükseltiyor ki, bir ara etrafıma bakındım, otobüs bizi dinliyor. Hani eylem öğretir deriz ya, eylem sadece öğretmiyor, insanı heyecanlandırıyor, coşturuyor, ruhunu güzelleştiriyor. Tofaş işçisinin bu heyecanı, coşkusu görülmeye değer. Hatta “eylemden önce bu işçi nasıldı acaba” diye kafamdan geçirmiyor değilim.
Sorularıma devam ettim. “Başka bir sendikaya geçmeyi düşünüyor musunuz?” Şöyle yanıtlıyor: “Birleşik Metal’e geçelim diyen arkadaşlar var, fakat işçilerin çoğu mesafeli duruyor. ‘Yeni sendika kuralım’ diyen arkadaşlar da var. Hatta yeni sendika görüşü daha ağırlıklı. Ama şimdi önceliğimiz taleplerin kabul edilmesi. Türk Metal’le artık olmaz. Zaten başlıca taleplerimiz; Türk metal olmasın, Bosch’la aynı sözleşme ve kimsenin işten atılmaması.”
Yeni bir gelişme olup olmadığını sorunca, yine heyacanlı bir şekilde yanıtlıyor: “Bugün fabrikanın ceo’su sözcülerimizle bir görüşme yaptı. Ceo ‘taleplerinizi kabul ediyorum, işbaşı yapın’ demiş. Sözcülerimiz, ‘protokolle bağıtlayalım’ deyince kabul etmemiş, direniş devam ediyor.”
“Direniş alanında dönüşümlü mü kalınıyor, bir düzenleme var mı?” diye soruyorum. Dönüşümlü kaldıklarını düzenlemenin sözcüler tarafından ayarlandığını söylüyor. Sohbetimizi hayran hayran dinleyen yolculardan biri de “Birleşik Metal’e neden katılmıyorsunuz” diyerek söze katılıyor. İşçi arkadaş, az önce söylediklerini yineliyor. Ama soruyu soran devam ediyor: “Ben Renault’un önünde poğaça satıyorum. Oradaki arkadaşlara da Birleşik Metal’e geçmelerini söylüyorum.” İşçi, işçiler arasında Birleşik Metal ile PKK arasında bağlantı olduğunu düşünenler olduğunu söylüyor. Bu sözler, işçilerin Türk Metal’in ırkçı şoven ideolojisinden nasıl etkilendiğini gösteriyor.
Konuşmaya katılan kişi, Renault’daki durumu şöyle özetliyor: “İlk günlerde bir gevşeklik vardı, fabrikaya giriliyordu. Şimdi polis şerit çekti, kitlesel gelişlere izin verilmiyor. İşçiler iş kimliğini göstererek içeri giriyorlar. Ama tanıdık bir işçi ile beraber girebiliyorsun. Bazen polislerin gevşekliklerinden yararlanarak arada girenler oluyor.” Tofaş işçisi de, kendi fabrikalarında da uygulamanın aynı olduğunu, kimsenin giremediğini söyledi. “Basın kartı olanlarla, sözcüler kimliğine bakarak konuşup konuşmayacaklarına karar veriyorlar” dedi. Bana dönerek, “boşuna gidiyorsun. içeri giremezsin ama istersen git, sözcüler kimliğine bakar, konuşurlar mı röportaj verirler mi bilmiyorum” dedi. Gelişmeler hakkında bilgi edinmek için kendisiyle iletişimi sürdürmek istediğimi belirtiyorum. “Sen fabrikada veya fabrikanın yakınlarında beni bulsaydın bunları konuşmazdım, ‘sözcülerimize git’ derdim. Şimdi otobüste karşılaştık konuşuyoruz” diyor. Ardından vedalaştık ve indi.
İşçi arkadaş indikten sonra konuşmaya dahil olan poğaçacı arkadaşla direniş üzerine sohbet ediyoruz. Bu tesadüfü karşılaşmalar çok iyi oldu. Üstelik poğaçacı arkadaş benim ineceğim yerde iniyor.
Otobüsten iniyoruz. Arkadaş Renault fabrikasını gösteriyor. “Çok büyük bir yer” diyor, “bir mahalle kadar büyük.” Taşeron çalışanlarla beraber 8 bin kişinin çalıştığını söylüyor. 8 bin kişi. Bir işçi seli…
Fabrikanın önündeyim. Akşamın 9.30’u olmasına rağmen fabrika önü kalabalık. Burası aynı zamanda metro durağı. Haliyle kalabalığın bir kısmı yolcu. Fabrika kapısına yaklaşıyorum. İnsanlardan çok polisler var. Fabrikanın girişine polisler tarafından şerit çekilmiş. Yürüyenler, seyyar satıcılar ve seyyar satıcıların yanında oturanlar… Öbek öbek fabrikanın bahçesine kadınlı erkekli girenler oluyor. İşçiler aileleriyle beraber giriyorlar. Bu gruplardan birine takılıyorum. Önümde girenler kartlarını gösterip arkasındakileri de göstererek “bunlar benimle” diyerek içeri giriyorlar. Tam geçerken polis, kartımın olup olmadığını sordu. “Kartım yok” dedim. Önümde kartını gösteren işçiye “seninle beraber mi” sorusuna “hayır” diyor. Buraya işçilerle röportaj yapmaya geldiğimi söyledim. Polisler “içeri giremezsin, işçiler de böyle istiyor” diyor. Haber yapma ve haber alma hakkını engellediklerini, bunun doğru olmadığını söylüyorum. Ama olmuyor. O zaman “sözcülerden birini çağırın, onunla konuşacağım” dedim. Polis de “sözcü orda git onunla konuş” diyerek üç kişilik bir grubu gösterdi bana. Yaklaşıp dayanışmaya ve röportaj yapmaya geldiğimi belirttim. Sözcü, önce hangi yayın olduğunu, sonra ismimi sordu. Ben de yanıtladım. Sözcü, bu bilgileri “terörle mücadele”nin istediğini söyledi. Böyle bir yayın var mı, bu yayınevinde böyle biri çalışıyor mu diye. Sonra da gidip yan tarafta duran sivil bir münübüsün içindekilerle konuştu.
Konuşma iki üç dakika sürdü. Gelip “kusura bakma röportaj yapamıyacağım” diyerek uzaklaşmaya başladı. Kolundan tutarak nedenini soruyorum. Yine “kusura bakma röportaj yapmıyacağım” diyor. “En azından bir bilgi ver…” Buna da “yok” diyerek uzaklaşıyor.
Bu denli önemli bir mücadeleye imza atan metal işçilerinin, gelen dayanışma ve desteği kabul etmemeleri, polisle bu kadar içiçe olmaları, kimlerle röportaj yapacaklarını dahi polise sormaları, üzerlerindeki polis baskısı kadar bilinç düzeyindeki geriliği gösteriyordu. Ancak eylem içinde dostu da düşmanı da daha yakından görecek, kendi deneyimleri ile öğrenecekler. Elbette başta komünist ve devrimciler, öncü işçiler üzerine düşen görevleri yerine getirdikleri ölçüde, bu süre daha kısalacak. Örgütlülük ve bilinç düzeyi daha hızlı gelişecek…