Küçük dev kadın

Makbule Ana’mız (Makbule Berktaş) 1.55 boyunda küçük bir kadındı. Ama dev gibi bir yüreği vardı. O yüreğe sadece yakınlarını, dostlarını değil, tüm devrimci çocuklarını sığdırdı. Her daim kucaklayıcı, yapıcı oldu. Ama yanlışlarını eleştirmekten de asla geri durmadı. Dobralığıyla, dürüstlüğüyle ve sıcaklığıyla onların “Ana”sı oldu.

Onun yüreği sadece işkencecilere, hainlere, faşistlere kapalıydı. Hele ki işkenceciler sözkonusu olduğunda büyük bir öfke duyar, kartal kesilirdi. Kenan Evren’in yargılanması gündeme geldiğinde, “onları asıl anaların eline versinler, nasıl cezalandırılmış görsünler” demişti.

’96 ÖO sürecinde Mehmet Ağar Adalet Bakanı’ydı. Analar çocukları ölmesin diye sürekli eylem halindeydi. Analardan biri Mehmet Ağar’a beddua ederken, “çocukların ölümünü göresin” deyince, Makbule Ana, ona sarılıp “Ana ben senin acını anlıyorum, ama ne olur çocuklarına beddua etme; edeceksen kendisine et” demişti. Mehmet Ağar, ’96 yılından kısa bir süre sonra 17 yaşındaki kızını kaybettiğinde, bunu hatırladı ve kızına üzüldüğünü söyledi. Öylesine de insancıl, hakkaniyetli biriydi.

’96 ÖO süreci, Makbule Ana’nın da mücadelesini en üst seviyeye çıkardığı dönemdir. Aylarca Ankara-İstanbul arasında mekik dokudu. ÖO’nun zaferle bitmesi için ne yapılması gerektiği konusunda çocuklarıyla konuşuyor ve onları pratiğe geçiriyordu. Bazen bir otobüsün üzerinde kitleye konuşurken gördük onu; bazen destek açlık grevlerinde, halay başında; bazen de polis saldırısına karşı direnirken… Aylar süren bu eylemliliklerde sayısız kez polis saldırısına uğradılar, gözaltına alındılar, hakaret ve küfürlerle karşılaştılar. Makbule Ana, çocuklarının direnişlerini sahiplenmekle kalmadı, kendisi direnişçi haline geldi. Etrafına sürekli moral ve güç verdi.

12 şehit verilmesine rağmen talepler kabul edilip de ÖO sona erdiğinde, bu kez bedenleri eriyen tutsakları hızla sağlıklarına kavuşturabilmek için didindi. Türkiye’nin belli başlı hapishanelerini dolaştı, onlara hem bol miktarda yiyecek, hem moral taşıdı. Ardından Avrupa’nın pek çok yerinde panellere, etkinliklere katıldı. Bu yoğun süreç, onu bir ana olmanın ötesine sıçrattı. Mücadeleyi birlikte omuzladıkları kızına “biz artık yoldaş olduk değil mi” dedi, büyük bir gurur ve sevecenlikle…

Gerçekten de o bizim sadece anamız değil, omuz omuza savaştığımız yoldaşımızdı. Onun için biz anamızı kaybetmedik sadece, yüreği her daim bizimle atan canyoldaşımızı kaybettik.

Makbule Ana, dergimizin sadık okurlarından biriydi. 80 yaşına rağmen dergimizin her sayısını okumaya çalışırdı. Gözleri zor gördüğü dönemlerde bile bu çabasından hiç vazgeçmedi. Dergimizi, kitaplarımızı okumakla kalmaz, çevresine ulaştırmaya çalışırdı. Özellikle ÖO sürecini, hücreleri, 12 Eylül’ü anlatan kitaplarda satış rekorları kırardı. Ve bunu kendisine görev edinerek zevkle yapardı.

Başta kendi çocukları olmak üzere, tüm devrimci çocuklarını işkencelerden, ölümlerden kurtarmak için canla-başla çalıştı, kendini öne attı. Bu çabasıyla çocuklarını bir çok kez ölümün kıyısında çekip aldı. Ne yazık ki biz onu ölümün elinden çekip almayı başaramadık. Ölümü çok ani biçimde, bir kalp krizi sonucu gerçekleşti.

Ana’nın ağzından çok kişi, kendisi için “üç gün yatak, dördüncü gün toprak” dediğini duymuştur. Onu da şöyle açıklardı: “Aslında üç gün bile fazla, ama çocuklarımın gelebilmesi için bunu istiyorum, yoksa bir gün yeter.” Hastalanmasıyla ölümü arasında gerçekten de sadece üç gün geçti. Ölüm aşamasında bile tek kaygısı çocuklarına yük olmamaktı. Son yıllarda bastonla yürüyor olmak, istediği yere gidememek, eylemlere-toplantılara katılamamak, onu çok üzüyordu. En büyük korkusu “elden-ayaktan düşmek”ti. Bu şekilde yaşamaktansa ölmeyi tercih edeceğini söylerdi. Son ana kadar bilincinin açık, kendi işlerini yapabilen olmasını istedi. Ölüme de son derece vakur ve iradeli yürüdü. 31 Ekim gecesi uykuya daldı ve bir daha kalkmamacasına gözlerini hayata kapadı.

O küçük dev bir kadındı. Çocuk işçi olarak başladığı yaşamı, hep bir emekçi olarak, emek mücadelesinin içinde geçti. Son 45 yılı ise işkencehane-hapishane kapılarında direnişlerle, tutsak yakını ve insan hakları savunucusu kimliğiyle, ama ille de “tüm devrimcilerin Anası” olarak geçirdi.

Cenazesi de onun istediği gibi devrimci çocukları tarafından kaldırıldı. Tüm dostları, komşuları, akrabaları pandemiye rağmen son görevini yapmak için cenazesine koştu. “Cenazeler yaşamın sağlamasıdır” sözünü bir kez daha kanıtlarcasına…

Onu unutmayacağız… Mücadelemizde yaşatacağız…

8 Kasım 2021

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …