“Korku iklimi” yaratmak…

Artık katlanılmaz hale gelen ekonomik kriz ve siyasi baskılar nedeniyle, kitlelerin Erdoğan’a ve AKP’ye yönelik öfkesi ve tepkisi arttıkça, kitlelere dönük tehditlerin de dozu giderek yükseliyor.

Tehditler havada savruluyor; ürkütücü açıklamalar peşpeşe geliyor. Son olarak Erdoğan, 27 Ekim günü meclis toplantısında Kılıçdaroğlu’na dönük Çubuk’taki linç girişiminin görüntülerini izlettirdi ve ardından tehdit etti. Öncesinde yine Erdoğan, Meral Akşener’e Karadeniz’de yapılan saldırı üzerine “bunlar iyi günleriniz” demişti. Paralel devlet kurumu gibi çalışan TÜGVA’nın, “komando andı” eşliğindeki tehditkar görüntüleri günlerce basında yer aldı. AKP kadroları çeşitli biçimlerde, yapılacak olan seçimlerin “silahsız darbe”, “silahsız 15 Temmuz” olduğuna dair açıklamalar yapıyor. “Gayri Nizami Harp” eğitimi veren SADAT’ın, AKP’nin gizli ordusu olarak çalıştığı ortaya çıktı.

Kitle desteğini kaybeden AKP’nin yeni taktiği bu: Geçmişte Sedat Peker’e yaptırdıkları gibi, şimdi de TÜGVA, SADAT gibi kurumlar üzerinden ve doğrudan Erdoğan’ın ağzından, “korku iklimi” oluşturmaya çalışıyorlar.

Tehditler bu kadar pervasız ve açıktan gerçekleştiriliyor. Ve gün geçtikçe dozu artıyor.

 

Seçim yaklaşıyor, tehditler artıyor

Bu pervasız ve gözü dönmüş tutumun iki temel nedeni var.

Birincisi, Erdoğan’ın muhalif partilere söylediği şu cümlede özetlenmiş durumda: “Ülkenin yönetimine talip olduklarını söylemekten vazgeçmelerini tavsiye ediyorum.”

Seçimler yaklaşıyor ve AKP’nin ilk seçimde kaybedeceği giderek daha açık biçimde ortaya çıkıyor. Öylesine bir tablo oluştu ki; tıpkı 2002 seçimlerinde bir önceki hükümetin parlamentodan silinmesi gibi, bu seçimde de AKP’nin silinmesi ihtimali oldukça yüksek. Yaşamın, siyasetin, ekonominin her cephesine bakarak, bu tahminde bulunmak mümkün. Çünkü Erdoğan ve AKP, ağır ekonomik kriz altında bunalan kitlelerin desteğini büyük oranda kaybetti; kitleleri kontrol altında tutamaz hale geldiğinden, burjuvazi için faydalı olma pozisyonu ortadan kalktı; dış politikada bütün emperyalistlerle bir biçimde kavgalı hale geldiği için, dış desteklerini kaybetti…

AKP’nin seçilme gücü ve olanağını kaybetmiş olması, içteki çözülmeyi de artırdı. TÜGVA’nın “paralel devlet” olarak örgütlendiğine dair belgelerin TÜGVA’nın eski bir yöneticisi tarafından sızdırılmış olması, bu çözülmenin en somut kanıtlarından biri. Keza eski AKP’lilerin, açıktan ya da örtük eleştirilerindeki artış da bu dağılmayı gösterir nitelikte. İçişleri Bakanı Soylu ile Adalet Bakanı Gül arasındaki çekişme-çatışma, iç çelişkilerdeki keskinleşmenin bir başka ifadesi. AKP eski çekim merkezi olma niteliğini yitirdikçe, AKP kadroları da kendilerini göstermek, AKP ile aralarına mesafe koymak, yeni yollar için seçenek oluşturmak istiyorlar.

Bu koşullarda savrulan tehditler, hem muhalefeti bastırmak, hem içteki dağılma ve çözülmeyi durdurmak, hem de kitleleri sindirmek amacını taşıyor.

 

“Muhalefet” olamamak

Tehditlerin böylesine artmasının ikinci nedeni ise, doğrudan tehdide muhatap olan kesimlerin, doğru düzgün bir karşılık vermiyor olması, tersine “iktidarsız” bir görünüm sergilemeleridir.

Ankara-Çubuk’ta Kılıçdaroğlu’na dönük linç saldırısı, hakettiği karşılığı görmedi. Önceki ve sonraki saldırıları, tehditleri, hakaretleri bir kenara bırakalım; bir muhalefet liderinin, “linç” gibi vahşi bir saldırıya maruz kalması son derece önemlidir. Kılıçdaroğlu’nun orada ölmemiş olması sadece tesadüftür. Linç için harekete geçen kitleyi kontrol etmek mümkün değildir çünkü. Sığındığı evin dışında toplanan kitle “yakın”, “öldürün” çığlıkları atarken gerçekten de evin yakılması, arabaya atılan kayalardan birinin isabet etmesi vb. Kılıçdaroğlu’nun ve yanındakilerin ölümüne neden olabilirdi. Üstelik bu linç saldırısının doğrudan devlet tarafından organize edilmiş olduğu, her aşamada açıkça görülüyordu.

CHP’nin de, genel olarak muhalefet partilerinin de tutumu çok net olmalıydı. Kitlelerin o anda sokağa dökülmesi; CHP’nin önünde destek, AKP’nin önünde protesto eylemlerinin gerçekleştirilmesi; meclisin gündeminin bu konuya kilitlenmesi; mahkeme sürecinde güçlü bir kamuoyu baskısı oluşturarak “kahraman” muamelesi gören faillerin, emri verenlerin ve saldırıyı organize edenlerin yargılanmasının sağlanması vb. bir çok yöntem kullanılarak, Çubuk’taki saldırının hesabı sorulmalıydı.

Bu yapılmadığında, yeni Çubuk saldırılarının, yeni linç girişimlerinin ve çok daha fazlasının gerçekleşmesinin önünde engel kalmaz.

 

“Siyasi cinayetler olacak” mı

CHP’nin muhalefeti yükseltmemesinin asıl sebebi, kitle hareketinden duyduğu korkudur. AKP ile CHP’nin ve bütün parlamentarist partilerin birleştiği nokta, kitle hareketini engellemektir.

İşçi ve emekçiler, AKP’nin politikalarına, saldırganlıklarına karşı öylesine büyük bir öfkeyle dolu ki, yapılacak herhangi bir sokak eylemi, Gezi Ayaklanması’ndan çok daha büyük bir ayaklanmaya dönüşme ihtimalini taşımaktadır. Bu nedenle, AKP saldırılarına karşı tepkiyi yükseltmek yerine, geçiştirmeyi tercih etmektedirler.

Yine CHP’nin ağzından son dönemde sıkça ifade edilmekte olan “siyasi cinayetler olabilir” sözleri de bu korkunun göstergesidir. Mücadelenin her yükseliş döneminde siyasi cinayetler olmuştur, bundan sonra da olabilir. Aslında mücadelenin yükselmediği dönemde bile, kitlelere korku salmak için siyasi cinayetler gündeme gelebilir. Bu yanıyla bu sözler bir “kehanet” değildir.

Bu olasılığı ifade ederken CHP’nin asıl niyeti, kitleleri sokak eylemlerinden uzak tutmaktır.

* * *

Hükümetin seçimle değil de kitle hareketiyle düşmesi, bütün düzen partilerinin ortak korkusudur. Ancak kim hangi tehditle, ürkütücü “kehanet”le engellemeye çalışırsa çalışsın; ekonomik ve siyasi krize karşı artık eskisi gibi yönetilmek istemeyen kitleleri durdurabilecek bir güç de yoktur.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …