“Erken seçim” çağrıları üzerine…

AKP’nin giderek daha saldırgan hale gelen ekonomik-siyasi politikaları kitleleri bezdirdikçe, “erken seçim” konusu daha yüksek sesle dillendirilen bir talebe dönüştü. Yanlış bir biçimde, saldırılardan ve AKP’den kurtulmanın tek yolu “erken seçim”miş gibi, tek mücadele yöntemi seçim gününü tespit ederek sandığa çağırmakmış gibi bir hava oluştu. Ancak yaşanan sorunlar da, çözüm önerileri de bu kalıplara sıkıştırılamayacak kadar boyutlu ve derin…

 

Erken seçim olacak mı?

Öncelikle, seçim tarihinin Erdoğan’ın kendi kişisel tercihlerine göre belirlenmeyeceğini net olarak söylemek gerekiyor. Siyasal söylemde “tek adam rejimi”, “Erdoğan diktatörlüğü”, “Saray iktidarı” gibi ifadeler sürekli tekrarlanıyor olsa bile, ülkeyi yöneten asıl güç, burjuva tekellerdir. Erdoğan’ı seçtiren de, görevde kalmasını sağlayan da, burjuvazi içindeki bazı kliklerdir. Sonuçta kimin cumhurbaşkanı olacağı, kimin ne zaman görevden alınacağı gibi unsurlar, Erdoğan’ın kişisel kararları ya da kaprisleri ile değil, burjuvazinin sınıfsal çıkarları doğrultusunda belirlenir.

Tıpkı 128 milyar (ya da sonradan ortaya çıktığı gibi 140 milyar) doların yokolması ya da faiz indirimleri ve Erdoğan’ın konuşmalarıyla doların sistematik biçimde yükseltilmesi gibi…

Eğer gerçekten Erdoğan bu kararları, burjuvaziye (kendisini destekleyen kliklere) rağmen almış olsaydı; buna mutlaka bir tepki gösterilirdi. Mesela görevden alınabilir, istifaya zorlanabilir ya da erken seçim tarihini açıklamak zorunda bırakılabilirdi.

Burjuvazinin kararlarını belirleyen ise, kendi kar hırsı ile kitlelerin direnci arasındaki dengenin düzeyidir. Kitlelerin tepkisinin yetersiz olduğu durumlarda saldırılar ve hak gaspları büyürken, patlama ve ayaklanma potansiyeli ortaya çıktığında, burjuvazi de dönemsel olarak frene basma, saldırılarını sınırlandırma ihtiyacı duyar. Kitlelerde Erdoğan yönetimine karşı ciddi bir öfke birikimi görülmektedir; üstelik bu dönemde Batılı emperyalistlerin verdiği destek de erimektedir. Diğer taraftan, bu öfke büyümesi ve destek zayıflaması yeterince belirleyici bir hale gelmediği için, Erdoğan biraz daha zaman kazanmaktadır. Erken seçim konusunda da, tarihi belirleyecek olan unsurlar da bunlardır.

CHP’nin (ve diğer burjuva muhalefet partilerinin) tutumu, bunun barometresidir zaten. CHP gerçekten erken seçim istiyor olsaydı, Erdoğan’ın “erken seçim olmayacak” açıklamaları üzerine, meclisten çekilmek (sine-i millete dönmek) gibi erken seçimi zorunlu kılacak kimi adımları atmakta tereddüt etmezdi. Oysa bunun yerine, merkez olmayan bir ilde (Mersin) miting düzenleyerek durumu geçiştirmeyi tercih etti. Keza o mitingde, kitleler “Hükümet istifa-Erdoğan istifa” sloganlarını atarken, Kılıçdaroğlu’nun “İstifa etmesine gerek yok, biz zaten sandıkta yapacağız bunu” sözleriyle düzeltme yapması da “hemen seçim” kararlılığında olmadığını gösterdi.

Elbette erken seçim ihtimali güçlüdür. Kitlelerin artan öfkesi ve dayanma gücünün sınırında olması, patlama dinamiklerinin artması, burjuvaziyi fazlasıyla korkutmaktadır. Bu nedenle seçim tarihini 2023’e kadar bekletmeleri çok zordur.

Diğer taraftan, CHP’nin yukarda sözünü ettiğimiz tutumu, erken seçim konusunda egemen sınıfların bir acelesi olmadığını gösteriyor. Bunun sebebi, ağır ekonomik kriz koşullarında, krizin faturasını işçi ve emekçilere çıkarma çabasıdır. Erdoğan’ın aldığı kararlar krizi daha fazla katmerlendirirken, burjuvazi zenginleşmeye, karına kar katmaya devam ediyor. Ve açlık giderek derinleşirken kitlelerin ayaklanmamasının bir nedeni, Erdoğan yönetiminin saldırgan tutumu iken, diğer nedeni CHP başta olmak üzere muhalif partilerin, kitlelere erken seçimi bekleme, Erdoğan’ı seçimle gönderme (istifayla bile değil) konusundaki telkinleri ve vaatleridir.

Hükümetiyle muhalefetiyle düzen partileri, şu ağır ekonomik kriz dönemini (en azından ağır kış şartlarını) Erdoğan ile geçirme konusunda hemfikir görünüyor. CHP gerçekten acil seçim istiyor olsaydı, şu anda seçim tarihi netleşmiş olurdu.

 

Reformist partiler de

“erken seçim”e kilitlenmiş

Aylardır bir “erken seçim” lafı dolanıyor ama ortada henüz somut bir seçim tarihi yok. Buna rağmen reformist partiler seçim ittifakları konusunda sert tartışmalar yürütüyorlar bir süredir.

“Erdoğan karşıtlığı”nda buluşan “Millet ittifakı”nın bir parçası olamayan, şoven nedenlerle bu ittifaka alınmayan HDP, pazarlık gücünü artırmak amacıyla bir “sol blok” toplama çabasını başlattı. Reformist parti ve kurumlar içinde, HDP’nin yanında saf tutanlar ile CHP’ye daha yakın duranlar arasındaki saflaşma daha da keskinleşti. Bu süreçte, HDP’nin yanında saf tutanların, diğerlerine karşı saldırgan ve küçümseyici üslupları daha da arttı.

İttifaklar ve bu konuda yaşanan tartışmalar başka bir yazının konusu. Zaten bu tartışmalar, asıl sorunu gözlerden gizleyen bir nitelik taşıyor. Kitleler bu kadar büyük bir yoksullaşma ve açlık ile karşı karşıya iken, gerçekten asıl tartışma konusu, hangi partinin, hangi bloğun yanında durulacağı mıdır?

Bugün, 6 ay sonra değil BUGÜN büyük bir ekonomik yıkım sözkonusu iken, tek çare en az 6 ay daha seçim vaatleriyle kitlelerin uyutulmasına göz yummak mıdır? Ve gerçekten, kitlelerin refahı için “erken seçim” tek çözüm müdür? Yaşam koşullarını iyileştirmenin tek aracı “seçim sandığı” mıdır?

2002 seçimlerinden bu yana giderek artan biçimde, 2013’teki Gezi Ayaklanması’ndan bu yana ise daha sistemli olarak, ekonomik ve siyasi sorunların çözümü için kitlelere tek yöntem, tek araç olarak parlamento gösterildi; seçimlere katılmak, kazanmanın tek yolu olarak anlatıldı. Oysa kitleler sokaktan çekilip parlamentodan medet umdukça, yaşam koşulları daha da kötüye gitti; siyasi baskılar arttı, kazanılmış haklar gaspedildi, ekonomik kriz derinleşti.

 

Çözüm sandıkta değil sokakta

Seçim söylemleri arttıkça, yapılan mitinglerde ve eylemlerde “erken seçim” talebi daha çok dile getirilmeye başlandı. Bu doğru bir yaklaşım değildir.

Birincisi, düzenin en önemli kurumlarından parlamentonun kitlelere “çözüm” olarak sunulması doğru değildir. Parlamento “belli koşullar altında”, “yararlanmak” ya da “teşhir” amacıyla bir “araç” olarak kullanılabilir elbette; ancak asla “amaç” değildir, “çözüm” hiç değildir. Çünkü burjuva parlamentosunun tek görevi, burjuvazinin egemenliğini sürdürmek, devleti korumaktır. Kitlelerin umut bağlayacağı yer, parlamento olamaz.

İkincisi, yaşanan bütün örnekler, “sol” ve “sosyal-demokrat” partilerin kurduğu hükümetlerin, kitlelere daha ağır saldırı politikaları izlediğini göstermektedir. 19 Aralık katliamı, Sivas, Maraş ve Çorum katliamları, Ecevit hükümetleri dönemlerinde gerçekleştirilmiştir mesela. Keza Yunanistan’da büyük umutlar bağlanan Syriza Hükümeti, bir önceki hükümetin uygulayamadığı “acı reçeteleri” uygulama göreviyle başa gelmiş ve bunu yerine getirmiştir.

Bu gerçekler, Gezi Ayaklanması sırasında HDP tarafından AKP’ye koruma kalkanı oluşturmak için kullanılmıştı. Ayaklanma sırasında kitleler “Hükümet istifa-Erdoğan istifa” sloganını atarken, HDP, “yeni gelecek hükümet daha mı iyi olacak” bahanesiyle karşı çıkmış, Taksim Dayanışması’nın resmi açıklamalarından bu sloganın çıkartılmasını sağlamıştı. AKP’nin ömrünü uzatan bu tutuma da karşı çıkmak gerekiyordu, öyle de yaptık.

Çünkü yöneticilerin-hükümetlerin işçi ve emekçilere dönük saldırılarına ilişkin “hesap vermesini” istemek, suçlarından dolayı “istifa”larını talep etmek, doğru ve yerinde bir slogandır. Bürokrasideki her istifa, sonrasında nasıl doldurulursa doldurulsun, sistemde yaratılacak bir çatlaktır, sistemi zayıf düşürür. Bu nedenle “hükümet istifa-Erdoğan istifa” sloganları atılmalıdır.

Yanlış olan; düzenin devamına ilişkin “alternatif” önerileri oluşturmak, varolan yönetime düzen-içi alternatifler sunmaktır.

 

“Değişim”i sağlayacak olan kitle hareketidir

Aslolan sınıf mücadelesidir. Varolan yönetime ilişkin tartışmalarda da, seçim sonuçlarında da belirleyici olan tek unsur budur. Bizim savunacağımız tek “değişim” yöntemi de budur.

İşçi ve emekçiler, taleplerini sandıkta değil, sokakta ifade etmelidir. Gerek üretimden gelen gücünü kullanarak, gerekse sokakları tutuşturarak gücünü göstermelidir. Yaşadığı sorunların tek çözüm yolu budur. Aynı zamanda erken seçim tarihini, ittifakları ve talepleri de belirleyecek olan budur.

Oysa kurulan ittifaklar, kitlelerin eylemlerine önderlik etmeyi değil, kitleleri sokaktan uzaklaştırmayı amaçlıyor. Erken seçim çağrıları da kitlelerin öfkesini bastırmayı ve sandıkta boğmayı hedefliyor.

23 Kasım günü dövizdeki yükselişle birlikte kitlelerin öfkesi patladığında, CHP hemen “Mersin’le başlayacak seçim mitingleri” vaadiyle, kitlelere hem kendi mitingini, hem de seçim sandığını adres olarak gösterdi. Ancak 2 gün süren sokak eylemleri bittiğinde, ne “erken seçim zorlaması” kaldı, ne de yeni bir miting hazırlığı… İkinci bir miting tarihi belirsizliğe bırakıldı; seçim çalışması ise kendiliğindenliğe…

İşçi sınıfının en önemli sendikal örgütü olan DİSK ise, zaten Kovid-19 salgınının başından bu yana mücadele sahnesinden silinmiş durumda. 23 Kasım günü hareket patladığında, DİSK de bir açıklama yaptı ve “kent merkezlerinde kitlesel basın açıklamaları” yapacağını duyurdu; sonra İstanbul gibi önemli kentlerde yapacağı açıklamaları bir gün daha erteledi; sönük bir açıklamayla da “eylem-savdı”.

Erken seçim yapılmasını zorunlu kılacak olan da, seçim sonrasında kurulacak yeni hükümetin “halkçı” politikalar izlemesini sağlayacak olan da, kitle hareketinin gücüdür. Ancak kitleler eylemleriyle sokakta olduğu sürece, burjuvazinin kar hesaplarını, Erdoğan’ın saldırı politikalarını boşa çıkartabilir. Bu süreçte işçi ve emekçilerin, yaşam ve çalışma koşullarına dönük taleplerini sahiplenmek, direnişlerinde yanlarında olmak ve bu direnişlerin daha kararlı, sonuç alıcı hale getirmek gerekir.

Çok açık ki, vaatleri ne olursa olsun, düzen partileri başa geçtiklerinde, düzenin sömürü aracı olmaya devam edecekler. Kimse bize daha refah bir yaşam, daha insani bir gelecek bahşetmeyecek. Biz, insanca yaşam taleplerimizi ne kadar güçlü ifade edersek, o kadar başaracağız.

Çünkü yaşam hakkımız, mücadele gücümüz kadardır.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …