“Uyan artık uykudan uyan” diye seslenir “enternasyonal” marşı. “Uyan esirler dünyası”! “Esirler dünyası” işçiler, köylüler, ezilen halklardır; yani emeğiyle-alınteriyle geçinenlerdir.
Onların “esareti” sadece fiziksel sömürüyle sınırlı değildir ne yazık ki… Şairin dediği gibi “pranga”, yalnız ayaklara değil, bilinçlere de vurulmuştur.
Köleliğin en ağır, en kahredici olanı, “gönüllü kölelik”tir. Egemenler daha rahat sömürebilmek için, bilinçleri dumura uğratmaya her daim özel bir önem vermiş, büyük çaba harcamıştır. Çoğu kez dini argümanlarla, kimi zaman da “vatan-millet” naralarıyla halkı aldatmışlardır. Elbette baskı ve şiddet hiç bir zaman eksik olmaz. Şiddetin varlığı olmadan “rıza”yı üretemezler çünkü.
İnsanlığın ileriye doğru yürüyüşü, dini hurafelere, gerici önyargılara vurulan darbelerle gerçekleşti. Rönesans, aydınlanma ve siyasal devrimler dönemi böyle açıldı… Sadece ayaklara değil, asıl olarak beyinlere vurulan kölelik zincirleri kırıla kırıla tarihsel ilerlemeler sağlandı.
Ne var ki tarih dümdüz bir çizgide ilerlemiyor. Zikzaklar yapıyor, geriye dönüşler yaşanıyor… ‘90’lı yıllardan itibaren böyle bir dönemin içindeyiz. Öyle ki adına “yeni Ortaçağ” denilen bir gericileşme yaşandı; “vahşi kapitalizm” dönemini aratmayan sömürü biçimleri hortladı. Ama bu dönemde bile direnişler bitmedi. Ardından yeniden halk ayaklanmaları, devrimler patlak verdi.
Sosyalizmin geçici yenilgisi üzerinden emperyalist-kapitalist sistemin sahte zaferinin yaldızları döküldü. Bu sistemin insanlığın ilerici değerlerine düşman, gerici yüzü çok net biçimde ortaya çıktı. Ve buna tepkiler bir çığ gibi büyümeye devam ediyor…
* * *
2022 yılına bu koşullarda girdik. Dünyanın dört bir yanında direnişler, ayaklanmalar, çatışmalar yaşanıyor. Yeni yılın ilk günleri de meydanlar protesto gösterileriyle doluydu.
Son iki yıldır koronavirüs salgınını bahane eden egemenler, halkın üzerindeki baskı ve denetimi daha da arttırdılar. Uzun yıllar mücadeleler sonucu elde edilmiş hak ve özgürlükler tırpanlandı. Yaşamak, sadece nefes alıp-vermeye indirgendi. İnsanın sosyal bir varlık olduğunu unutturmaya, biraraya gelmelerini durdurmaya çalıştılar. Üstelik paralı hale getirilen sağlık sistemiyle yoksulları-yaşlıları ölüme terkettiler. İlaç tekellerinin kar amaçlı ürünlerini “şifa” diye dayattılar. Ama ne hastalık bitti, ne de ölümler…
İki yılı aşkın süredir bitmeyen bir pandemi dönemi yaşıyoruz. Yeni varyantlarla hastalık sürekli yayılıyor ve can almaya devam ediyor. Bu, emperyalist-kapitalist sistemin hastalığıdır. Ve sistem değişmediği sürece, hastalıkları da bitmeyecektir…
Salgının verdiği sıkıntılar yetmezmiş gibi, her yerde işsizlik, yoksulluk çığ gibi büyüyor. Zengin ile yoksul arasındaki uçurum, hiçbir dönem bu boyutlara ulaşmadı. Buna bir de astronomik zamlar eklendi. Halkın alım gücü sürekli düşerken, temel ihtiyaç maddelerine zam üstüne zam geliyor. Hem de bu soğuk kış günlerinde doğalgaza, elektriğe yapılan zamlar, halkı soğuktan-hastalıktan kırılmakla baş başa bırakıyor.
Yılın ilk günü fahiş doğalgaz zammı ile karşı karşıya kalan ve buna tepki gösteren Kazakistan halkı sokakları doldurdu. Zengin petrol ve doğalgaz kaynaklarına sahip olmalarına rağmen neden bu kadar yüksek fiyat ödediklerini sordular haklı olarak. Geçmişte Sovyetler Birliği’ne bağlı bir cumhuriyet iken elde ettikleri sosyal hakların birer birer budanmasıyla geldikleri noktaya isyan ettiler. Günlerce süren protesto eylemlerinin ardından devlet zamları geri çekti ve hükümet istifa etti. Ancak halkın isyanı bitmedi.
Elbette bu durumu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmak isteyen emperyalist güçler ve işbirlikçileri olacaktır. Tıpkı Arap ayaklanmalarında, hatta Gezi Direnişi’nde olduğu gibi… Fakat bu durum, halkın isyanının gerçek nedenlerini ortadan kaldırmıyor. Kazak halkı da sosyalizmin kazanımlarının gaspına, baskıcı yönetime, artan yoksullaşmaya, hayat pahalılığına tepkiliydi. Son zamlar bardağı taşırdı ve tepkiler ayaklanmaya dönüştü.
* * *
Yeni yıla zam tufanıyla giren ülkelerin başında Türkiye geliyor. Hem de yüzde 130’u bulan fiyat artışlarıyla Türkiye tarihinin zam rekorları kırılıyor.
Zam furyası, geçen yılın son aylarında başlamıştı. Dövizdeki fırlayışla birlikte iğneden ipliğe her şeye zamlanmıştı zaten. Erdoğan yönetimi piyasaya döviz sürerek TL’nin değer kaybını frenledi. Ne var ki, zamlar geri alınmadı. Halk zamların geri alınmasını beklerken, yeni ve astronomik zamlarla karşı karşıya kaldı.
Halkın önemli bir kesimi uzunca bir süredir doğalgaz ve elektrik faturalarını ödeyemiyor. 2021 yılında yaklaşık bir milyon ailenin doğalgazı kesilmiş durumda. “Askıda fatura”larla bu vahim tabloyu hafifletmeye çalıştılar; ama “sadaka”nın kurtuluş olmadığı bir kez daha görüldü. Son bir ay içinde iki bebek soğuktan öldü. Elektrik ve doğalgazı kesmek, halkı ölümle baş başa bırakmak demektir. Bu duruma isyan etmemek mümkün mü?
O yüzden Erdoğan, sokağa çıkmayı düşünenleri “15 Temmuz”la tehdit ediyor. Muhalefet de “biz zaten kimseyi sokağa çağırmıyoruz” diyerek Erdoğan’a güvence veriyor. İktidarı-muhalefetiyle tüm düzen partileri, halkın zamlara duyduğu tepkiyi bastırmaya çalışıyorlar.
* * *
“Uyan artık uykudan uyan” dizeleriyle başlayan Enternasyonal marşı, “bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır” diye devam eder. Ne hükümet, ne muhalefet; ne erken ya da baskın seçim!.. Bizi kurtaracak olan tek şey; kendi gücümüzdür! Başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçi kesimlerin, ezilen halkların birlikte mücadelesidir.
AKP-MHP yanlısı sendikaların bile tutuşması boşuna değil! Metal TİS’leri bunun ilk göstergesi olacak. Metal işçisi yeni “fırtınalar” yaratmaya hazırlanmalıdır! Onu işçi sınıfının diğer blokları, memurlar, emekliler, öğrenciler izlemelidir! Yapılan zamları da, Erdoğan yönetimini de geriletecek olan tek kuvvet budur.