Ukrayna’da savaş hazırlıkları

ABD’nin Ukrayna’da günlerdir bilinçli olarak tırmandırdığı gerilim, Putin’in 21 Şubat günü yaptığı açıklamanın ardından yeni bir evreye geçti. Putin Rusya’nın, 2014 yılında Ukrayna’dan bağımsızlığını ilan eden Donetsk ve Luhansk’ın bağımsızlığını tanıyacağını ve çeşitli anlaşmalar imzalayacağını duyurdu. Ardından Donetsk ve Luhansk’ta kitleler sokaklarda kutlamalar yaparken, ABD’den sert açıklamalar ve yaptırım tehditleri peşpeşe yağdı.

2014 yılında Ukrayna’da Rusya karşıtı bir hükümet darbesi girişimi olduğunda, Kırım bağımsızlığını ilan etmiş ve Mart 2014’te Rusya tarafından ilhak edilmişti. Aynı dönemde Ukrayna’nın doğu sınırında bulunan Donetsk ve Luhansk bölgeleri de bağımsızlıklarını ilan etmiş ve Rusya’ya katılmak istediklerini belirtmişlerdi. Dönemin koşulları içinde Rusya, bu ilhakı erken buldu. Bunun üzerine Donetsk ve Luhansk bölgeleri birleşerek “Donbass Cumhuriyeti”ni kurduklarını duyurdular. Rusya resmi olarak bu bağımsızlık ilanını tanımadı, ancak Donbass bölgesi, o günden bugüne Rusya’nın doğrudan ekonomik ve askeri desteğini aldı. Bölgede memurların maaşları Rusya tarafından ödendi; Rus askerleri Donbass ile Ukrayna arasındaki sınırda görev yaptı.

 

Ukrayna’da savaş isteyen ABD’dir

Geçtiğimiz haftalarda “savaş” söylemleri asıl olarak ABD’den yükseliyordu. “Putin’in Ukrayna’ya saldıracağı” yönündeki “kehanetler”i, gün vererek “savaş başlayacak” yargısına kadar uzandı. ABD’li yetkililer, Rusya’yı hedefe çakmaya, Rusya’yı saldırgan pozisyonuna sokmaya çalışırken, gerçekte kendilerinin savaş istediği, savaş çıkarmaya çalıştığı gerçeğini gizlemeye çalışıyordu.

Ukrayna, Sovyetler Birliği’nin dağılma aşamasından bugüne ABD ve Avrupalı emperyalistler açısından önemli bir konudur. ABD, Ukrayna başta olmak üzere, eski Sovyet coğrafyasında hegemonya kurmayı, Rusya’ya karşı mücadelenin temel unsurlarından biri olarak görmektedir.

Rusya için ise, Ukrayna’nın NATO’ya alınması, NATO’nun kendi sınırlarına dayanması her dönem bir “kırmızı çizgi” olarak tanımlandı ve öyle de davranıldı. NATO’nun “doğuya doğru genişleme” ve “Rusya’yı kuşatma” politikaları, bugüne kadar Rusya’nın engeline çarptı. Ukrayna da bu konuda en önemli gerilim alanına dönüştü.

Son haftalarda bu konu yeniden ısınmaya başladı. Polonya ve Romanya’ya fırlatma rampaları konuşlandıran NATO’nun Ukrayna’ya saldırı sistemleri yerleştirmesi yönündeki girişim, Putin’in büyük tepkisine neden oldu. 2021’in son aylarından itibaren, Ukrayna-NATO ilişkisi en önemli gündeme dönüştü. Karşılıklı olarak yapılan tatbikatlar, tehdidi bir üst seviyeye çıkardı.

Bu koşullarda ABD, Rusya’nın Ukrayna’nın tamamını işgal etmeye hazırlandığı iddiasını işlemeye başladı. Amacı, bu provokatif tutumla Rusya’yı kışkırtmak ve savaşı başlatan taraf olmasını sağlamaktı. Uluslararası meşruiyet açısından, savaşı başlatan taraf olmak istemiyordu ABD. Diğer taraftan, Ukrayna üzerinde hegemonyasını güçlendirebilmek için de, oluşan statünün bozulmasını istiyordu.

Ancak yakın geçmişteki örneklerde, ABD’nin “müttefiklerini” öne sürüp, sonra da Rusya’nın karşısında yalnız bıraktığını görüyoruz. Mesela 2014’te Ukrayna’daki hükümet darbesini başlatan ABD, Rusya Kırım’ı ilhak ettiğinde somut bir tutum alamamış, “yaptırımlar”la sınırlı bir tepki göstermekten öteye gidememişti. Bir başka örnek 2008 yılında Gürcistan’da yaşandı. Gürcistan’daki Saakaşvili hükümeti, Rusya sınırında bulunan ve bağımsızlığını ilan eden Abhazya, Acarya ve Osetya bölgelerini yeniden kontrol altına almak üzere askeri saldırı başlattı. ABD’nin kışkırtmasıyla ve “NATO’ya alınma vaadiyle” Gürcistan’ın başlattığı bu saldırı, Rusya’nın büyük tepkisine yol açtı. Rus orduları Gürcistan’dan içeri girdi, başkent Tiflis’e kadar ilerledi. Bu arada ABD savaş gemisi Karadeniz’de bekleyip durumu seyretmekle yetindi.

Afganistan da, ABD’nin “ortada bıraktığı” ülkelerden biri oldu. 20 yıla yakın süren bir savaşın ardından kazanamayacağını anlayan ABD, işbirlikçilerini ortada bırakıp, kaçarcasına çekip gitti.

Bu durum, ABD’nin Rusya ile doğrudan savaşa giremediğini, tam da bu nedenle kaderini ona bağlamış ülkeleri ortada bıraktığını gösteriyor.

 

Savaş çıkacak mı?

Rusya siyasetini yakından takip edenler, “Putin’in bu kadar meydan okuyan bir konuşmasını hiç duymamıştım” diyorlar. Putin, bu türden stratejik dönemlerde çok hızlı ve çok kararlı tutum alan, meydan okuyan bir çizgi izliyor.

Aslında Putin’in yaptığı konuşma, savaş olasılığını zayıflatan, ABD’nin planlarını bozan bir açıklama oldu. Haftalardır askeri tatbikatlar, askeri yığınaklar, Minsk anlaşmasına göre Donbass-Ukrayna sınırında korunan ateşkesin sürekli ihlal edilmesi vb. savaş ihtimalini güçlendirmişti. Oysa Putin, siyasal bir hamle yaparak durumu değiştirdi. Üstelik bu açıklamayı yapmadan hemen önce, Fransa Cumhurbaşkanı Macron ve Almanya Şansölyesi Scholz ile görüşme yaptı. Sonuçta bu, birden alınan bir karar değil, 2014 yılından bu yana bir biçimde gündemde olan bir konuydu.

Bundan sonrasını belirleyecek olan ise, Ukrayna konusunda ABD ile birlikte hareket edenlerin ne yapacağıdır.

Türkiye bu konuda önemli bir yerde duruyor. Ukrayna konusunda başından itibaren Rusya’nın karşısında durup, NATO içinde özel görev aldı AKP yönetimi. Ukrayna’ya satılan SİHA’lar (Silahlı İnsansız Hava Aracı), Kırım’ın Ukrayna toprağı olduğu yolundaki açıklamalar vb. ile Türkiye’nin yeri ABD’nin savaşında tetikçi olmak biçiminde belirlendi. Ancak bu çok da kolay değil. AKP yönetimi her ne kadar bu savaşta başrol oynamayı hedefliyorsa da, gerek Rusya ile olan ekonomik bağları (Rus doğalgazı, turizm ve gıda ihracatı konusunda Rusya, Türkiye ekonomisinde belirleyici öneme sahip), gerekse Suriye savaşındaki konumlanışı (Suriye’de Türkiye’nin işgali altında olan İdlib ve diğer bölgelerde Rusya, bir savaş durumunda Türkiye’yi fazlasıyla zorlayacaktır) gibi etkenler nedeniyle, Türkiye’nin Ukrayna’da bir savaşa dalması çok da kolay olmayacaktır.

Almanya bugüne kadar Rusya ile karşı karşıya kalmamak için özel olarak uğraştı. Doğalgaz konusunda Rusya’ya bağımlı olan Almanya, Ukrayna krizi nedeniyle doğalgaz sevkiyatı konusunda sıkıntı yaşayınca, Rusya’dan Almanya’ya doğrudan gaz sevkedecek olan Kuzey Akım boru hattını inşa ettiler. Ancak Almanya’da Şansölye Merkel görevi bırakıp Scholz göreve geldiğinden beri, Almanya ABD ile daha yakın bir ilişki kuruyor.

Fransa ise ABD’nin politikalarına daha yakın bir tutum izliyor. Ancak bu, ABD’nin Rusya’ya karşı girişeceği bir savaşın parçası olacağı anlamına gelmiyor.

ABD Başkanı Biden, 9 Aralık günü 111 devletten oluşan bir grubu, “Demokrasi Zirvesi”ne davet etmiş ve “Rusya ve Çin gibi otokrat ülkelere karşı” birlikte hareket etme çağrısı yapmıştı. ABD’nin Rusya ve Çin’i doğrudan hedefe çakan, ancak Türkiye, Suudi Arabistan, Mısır gibi ülkeleri katmadığı bu toplantının ne kadar etkili olacağı henüz belli değil.

Diğer taraftan bu süreç, Çin-Rusya ittifakının güçlendirildiği bir dönem oldu. Aralık ayında Rusya Ukrayna sınırında, Çin ise Tayvan karasuları ve hava sahasında yaptıkları tatbikatlarla ABD’ye meydan okudular. Ardından gerçekleştirdikleri zirve ile ittifaklarını ve “stratejik ortaklık”larını pekiştirdiler.

* * *

Putin’in açıklamasının ardından ABD’den hemen tepkiler yükseldi. İlk andaki tepkilerin “kınamak” ve “yaptırımlar”ı gündemleştirmek olduğu görülüyor. Rusya ekonomik yaptırımlara uzun zaman direnebilecek rezervleri olan bir ülke. Zaten Çin ile kurduğu ilişkiler de onun ekonomisini daha da güçlendiriyor. Bu koşullarda yaptırım kararı çıksa bile etkisi zayıf kalacaktır.

Diğer taraftan, Ukrayna üzerinden bir savaş çıkartılması ihtimali elbette vardır. Suriye’de, Afganistan’da ve başka bölgelerde çıkardığı savaşlarda başarısız olan ABD’nin, Rusya ve Çin’i sıkıştıracağı bir savaşa gerçekten ihtiyacı vardır. Ancak bu olasılık, bugünkü koşullarda daha zayıf görünmektedir.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …