İstanbul’da Ocak ayının son günlerinde kar yağışı bir “afet” tablosu oluşturmuştu; ardından Şubat ayının ilk günlerinde, Isparta’da yağan kar, nasıl bir sömürü düzeninde yaşadığımızı daha çarpıcı görüntülerle ortaya koydu. Kar yağışı başladıktan sonra elektrikler kesildi ve günler boyunca gelmedi. Türkiye’de ilk elektrik santrali kurulduktan 136 yıl sonra, bir kentin enerji altyapısı tamamen çöktü, onbinlerce kişi günler boyunca karanlık, soğuk ve çoğu yerde susuzlukla başbaşa bırakıldı.
Isparta’da yaşananlar, yarın başka kentlerde de aynı biçimde yaşanacak. Bu bir kehanet değil, özelleştirme ve rant politikalarının kaçınılmaz sonucu.
Bu politikaların başlangıç noktası, devletin elektrik dağıtım hizmetinden adım adım çekilmesi. Türkiye’de elektriğin dağıtımı, iletimi ve üretimi TEK(Türkiye Elektrik Kurumu) tarafından yerine getiriliyordu. 1993 yılında TEK’in yapısı değiştirildi ve bu hizmetlerin her biri farklı kamu işletmelerine bırakıldı. Dağıtım işi, TEDAŞ’a verildi. 2013 yılında Türkiye 21 bölgeye bölündü ve her bölgenin dağıtım işi özel şirketlere devredildi. Bu şirketler tahmin edilebileceği gibi, Cengiz, Limak, Kolin başta olmak üzere yandaş şirketler tarafından farklı ortaklıklarla kurulan şirketlerdi.
Bu özelleştirmelerde amaç, “daha iyi hizmet” olarak lanse edildi. Ancak bütün özelleştirmelerde temel amaç, devletin elindeki çok karlı bir işletmenin, kimi patronlara peşkeş çekilmesidir. Elektrik özelleştirmesinde de amaç, devletin elindeki elektrik kullanıcıya ulaştırılırken, araya alınan şirketlere rant alanı yaratmaktır. Öyle de oldu. Bugün devlet aracı şirketlere elektriği 32 kuruştan veriyor; aracı şirketler ise aynı elektriği kullanıcıya 137 ile 206 kuruşa satıyor. Aradaki fark, patronların cebine gidiyor. Türkiye genelindeki onmilyonlarca konut, işyeri ya da sanayi işletmesi, herbirinin kullandığı yüzlerce, binlerce kw elektrik düşünüldüğünde, nasıl devasa bir servet transferinin yapıldığı görülüyor.
Dağıtım şirketleri bu parayı alıyorlar, ancak yükümlülüklerini yerine getirmiyorlar. Elektrik dağıtım hatlarının yeraltına alınması, bakımlarının yapılması, trafoların bakımı gibi, aldıkları işin zorunlu bir parçası olan işleri ise yapmıyorlar.
Isparta’da bunun sonuçları doğrudan yaşandı. Yeraltına alınmış olması gereken elektrik hatları yer üstündeydi; fırtına nedeniyle kablolar koptu, direkler devrildi, trafolar zarar gördü. Ve Isparta’da karayolları tamamen açık olmasına rağmen, dağıtım şirketlerinde elektrik hatlarındaki tahribatı giderebilecek bir mekanizma kurulmamıştı. Elektrik dağıtımı pervasızca özelleştirilirken, devletin denetim görevi de doğru düzgün yerine getirilmemişti.
2013 ile 2020 yılları arasında, bu elektrik şirketleri doğru düzgün denetlenmedi, aksaklıklar tespit edilip giderilmedi. 2020 yılında işler daha da kötü bir hale geldi. Kasım 2020’de, TEDAŞ’ın zaten doğru düzgün yapmadığı “denetleme” işi de özelleştirildi. TBMM’de bu özelleştirme kararı, 231 “kabul” oyuna karşılık 60 “ret” oyu ile alındı. Yani o gün, 247 milletvekiline sahip olan muhalefet partileri, bu kadar hayati önemdeki bir toplantıya sadece 60 kişi ile katılmışlardı. Muhalefet partilerinin de burjuvazinin hizmetinde olduğunun, bundan daha açık bir kanıtı olamazdı.
Elektrik gibi yaşamsal önemdeki bir ürün, patronların kar hırsına peşkeş çekilince, sonuçları da yaşamsal oluyor. Isparta’da Ramazan Nazlı, elektrik kesintisi günlerinde soğuktan donarak öldü. Onbinlerce insan, yaşlı, çocuk, buz gibi soğukta battaniyenin altında ısınmaya çalıştı, karanlıkta oturdu, yemek pişirecek, içecek suyu bulamadı.
Ve devlet temsilcileri sorunları çözmek için değil, yaşananları örtbas etmek, şirketleri aklamak için çalıştı.