AKP’nin eğitim sistemine dönük son saldırısı olan “Öğretmenlik Meslek Yasası”, 3 Şubat günü meclisten geçerek yasalaştı. Yeni yasa, zaten çok ağır sorunların altında ezilmekte olan öğretmenlik mesleğini, daha güvencesiz ve daha sorunlu hale getiriyor.
Yasa kadrolaşmayı artırıyor, işsizliği erteliyor: Öğretmenlik mesleği “aday öğretmenlik” süreciyle başlatılıyor. Düzenlemenin 4. maddesine göre aday öğretmenliğe atanabilmek için “Milli Eğitim Bakanlığı ve/veya ÖSYM tarafından” yapılacak sınavlarda başarılı olma şartı getiriliyor.
Yakın zamana kadar Eğitim Fakültesi’ni bitiren herkesin ataması yapılırdı; ardından KPSS sınavına girme zorunluluğu getirildi; sonrasında KPSS sınavını kazananların mülakata alınması zorunluluğu eklendi. Bütün bunlar yetmedi, şimdi öğretmen olmak çok daha karmaşık ve zorlu bir sürece dönüştürüldü: Üniversite bitirildikten sonra öğretmenliğe “aday” olabilmek için yeterlilik sınavı şartı getiriliyor. Sınavı geçenler 1-2 yıllık “Aday Öğretmen Yetiştirme Programı”nı tamamladıktan sonra bir “komisyon” tarafından değerlendirmeye tabi tutulacak. Komisyon olumlu görüş belirtirse, kişi öğretmen olabilecek. Komisyon kimlerden oluşacak, bu kişiler değerlendirmeyi neye, hangi kritere göre yapacaklar belli değil. Aslında belli. KPSS’de dereceye girenlerin mülakatta taraflı sorularla elenmesi gibi, burada da asıl kriter “yandaş” olmak. Peki 4 yıllık eğitim fakültesinin ardından 2 yıl da adaylık eğitimi alan öğrenci, bu komisyonda “başarısız” bulunduğunda, kaybettiği yılları ne olacak?
Oluşturulan bu kademelerin iki amacı olduğu görülüyor: Birincisi, “işsizlik” erteleniyor. Bugüne kadar 4 yıllık okulu bitirdikten sonra “atanamayan öğretmen” sıfatıyla işsizler ordusuna eklenen gençler, artık 4 yıl üniversite artı 2 yıl adaylık eğitiminin ardından “atanamayan öğretmen” ordusuna katılacaklar. İkincisi ise, eğitim sektöründeki kadrolaşmaya hız veriliyor. Bugüne kadar sınav sorularını vererek, mülakatlarda özel seçmeler yaparak, muhalifleri KHK’larla tasfiye ederek, okul müdürleri aracılığıyla nitelikli öğretmenleri sindirmeye çalışarak vb. yöntemlerle kadrolaşmada epeyce yol katetmişlerdi. Ancak bunu da yeterli bulmamış olacaklar ki, çok daha saldırgan bir yönteme geçiş yaptılar. Özellikle, aday öğretmenleri değerlendirecek komisyonunun nasıl oluşturulacağının belirsiz bırakılması, “tarikatlar mı seçecek öğretmenleri” sorusunun yükselmesine neden oldu.
Yasa ile öğretmenlik “sınıfsal” ayrımlara bölünüyor: Yeni yasa ile öğretmenler, nedensiz ve dayanaksız biçimde gruplara ayrılıyor; bu gruplar arasında statü ve ücret farkı oluşturuluyor. Öğretmenlikte 10 yılını dolduranlar uzman öğretmenliğe, burada 10 yılını dolduranlar da başöğretmenliğe geçebilmek için sınavlara tabi tutulacak. Burada da sınavın hangi kurum tarafından yapılacağı belirsiz bırakılmış. Keza sınavlar da yine yandaşlara ayrıcalık tanımak için yasaya eklenmiş gibi görünüyor.
Diğer taraftan, “öğretmenlik” mesleğinin böylesine “kariyer basamakları”na ayrılması, öğretmenler arasında eşitsizlik, hiyerarşi ve keskin ayrımlar üretecektir. Bu durum giderek “sınıfsal” ayrışmalara, katı ve hiyerarşik çalışma ilişkilerinin oluşmasına yol açacaktır. Ayrıca bu statüler, öğretmen-veli, öğretmen-öğrenci ilişkilerini de olumsuz etkileyecektir. Veli ve öğrenciler, öğretmenleri bu yeni “statü”lerine göre değerlendireceği için, yaşanan sorunlar daha da büyüyecektir. Kendi kariyer sınavı yaklaşan öğretmenlerin, öğrencilerle ilgilenmek yerine kendi sınavına odaklanması da başka bir sorun kaynağı olacaktır.
Üstelik öğretmenlik zaten bir uzmanlık mesleğidir; dört yıllık üniversite eğitimi içinde bu uzmanlığı sağladıktan sonra mezun olmuştur. Yani meslek süreci boyunca tekrar uzmanlık, başöğretmenlik gibi kademeler için sınava girmesi anlamsızdır.
Yasa, sendikasızlaştırıyor: Yeni yasada, pek çok biçimde “kademe ilerleme cezası almamış olmak” ifadesi geçiyor. Uzmanlık ve başöğretmenlik sınavları başta olmak üzere pek çok konuda “kademe ilerleme cezası” engel hale getiriliyor. Bu ifadeler, doğrudan öğretmenlerin sendikal örgütlenme ve eylem özgürlüğünü hedefliyor. Hakkını arayan, ifade özgürlüğünü kullanan, sendikal faaliyet yürüten öğretmenlerin sınav ve terfi hakları gaspediliyor; sadece yandaşlara sınavlara girme, kademe atlama olanağı tanınıyor. Sendikal faaliyet nedeniyle alınan hukuksuz cezalar, mesleki olarak yeniden cezalandırma konusu yapılıyor.
Yasada, öğretmenlerin önemli taleplerinden biri olan 3600 ek göstergenin verilmesi ve eğitim-öğretim tazminatında kimi değişiklikler yapılması gibi başlıklar da vardır. Ancak bu ekonomik düzenlemelerin uygulanması 15 Ocak 2023 tarihine bırakılarak işlevsizleştirilmektedir.
Yasa özel okul öğretmenlerini ve sözleşmeli öğretmenleri görmezden geliyor: “Meslek Yasası” olarak tanımlanan tüm yasalar, kamu-özel ayrımı yapmazlar. Doktorluk, mühendislik vb. mesleklerde, yasalar tüm çalışanları kapsar. Öğretmenlik için çıkartılan yasa ise, sadece kamuda çalışan kadrolu öğretmenleri kapsamaktadır. Özel okullarda çalışan öğretmenler de, kamuda çalışan sözleşmeli-ücretli öğretmenler de yasanın kapsamı dışında bırakılmıştır. Üstelik her iki kesim de son derece düşük ücretlerle, sosyal haklardan ve çoğu kez emeklilik olanağından yoksun biçimde, kurumlarında mobbinge maruz kalarak, aşırı çalışma dayatması ile yoğun bir sömürüye maruz bırakılmaktadırlar. Özel öğretmenler, patronlar tarafından bu ağır koşullara itilirken, sözleşmeli-ücretli öğretmenler, doğrudan devletin sömürü politikalarının sonuçlarını yaşamaktadır. Resmi rakamlara göre bile yaklaşık 130 bin öğretmen açığı varken, 80 binin üzerinde öğretmen, ücretli-sözleşmeli öğretmen olarak bu açığı kapatmak için, üstelik de kadrolu bir öğretmenin yasal haklarından mahrum biçimde, devlet tarafından kullanılmaktadır.
* * *
2020 yılı sonu itibariyle MEB bünyesinde yaklaşık 975 bin kadrolu öğretmen bulunmaktadır. Ve yıllardır öğretmenler, mesleki sorunlarının çözümü için bir yasaya ihtiyaç duymaktadırlar. Ancak çıkan yasa, bu sorunları çözmek bir yana, daha da derinleştirmektedir. Yeni yasa, gerici eğitim sistemini pekiştirmek, yandaş kadrolaşmasını artırmak, öğretmenlik mesleğini daha da itibarsızlaştırmak gibi hedefler taşımaktadır.
5 Ekim 1966’da ILO ve UNESCO ortak belgesi olarak kabul edilen ve Türkiye tarafından da onaylanan “Öğretmenlerin Statüsü Tavsiye Kararı”, öğretmenlerin toplumsal statüsüne yönelik olarak bugüne kadar atılmış olan en kapsamlı adımdır. 145 paragraftan oluşan bu belge, öğretmenlik mesleğine ilişkin ücret, çalışma koşulları, nitelik, mesleki haklar vb. konularda oluşturulmuş kapsamlı bir belgedir. Ancak Türkiye, pek çok uluslararası sözleşme ve kararda olduğu gibi, altına imza attığı bu kararı da uygulamamaktadır.
Öğretmenler için başından sonuna büyük sıkıntılar getirmekte olan yeni yasa derhal geri çekilmeli; öğretmenlik mesleğinin temel unsurlarını oluşturan ILO ve UNESCO ortak belgesi doğrultusunda yasal düzenlemeler yapılmalı; parasız, nitelikli, bilimsel ve anadilde eğitim için öğretmenlik mesleğinin de niteliği yükseltilmeli, çalışma ve yaşam koşulları iyileştirilmelidir.