Emperyalist savaşa hayır! KENDİ DAVAMIZ İÇİN DÖVÜŞELİM!

Rus ordusunun Ukrayna’ya girmesiyle birlikte savaşın alevleri Avrupa’yı da sardı. 2000’lerin başından itibaren asıl olarak Ortadoğu’da hüküm süren emperyalist savaş, giderek yayılıyor. Avrupa, ikinci emperyalist savaştan sonra ilk kez savaş gerçeğiyle karşı karşıya…

Ve AB emperyalistleri birbiri ardına savaşı kınayan, Rusya’ya yaptırımları sıralayan açıklamalar yapıyorlar. Sanki on yıllardır ABD’nin Afganistan’da, Irak’ta, Libya’da Suriye’de yaptığı savaş değilmiş gibi… Ortadoğu’daki savaşa ortak olanlar, en hafifinden sessiz kalanlar, şimdi ikiyüzlüce savaş karşıtı kesiliyorlar.

Tutarlılık, her tür emperyalist-gerici savaşa karşı durmaktır. Sadece Rusya’yı değil, ABD’yi de aynı ölçüde kınamak ve yaptırım uygulamaktır. En tutarlı savaş karşıtları her dönem komünistler ve devrimciler olmuştur. Çünkü savaşın asıl olarak işçi ve emekçilere, halklara zarar verdiğini bilirler. Nitekim Ukrayna’da da zenginler günler öncesinden ülkeyi terkettiler; bombalar altında kalan, yiyecek-içecek bulamayan, sığınaklara gizlenen yine yoksul halk oldu. Ukrayna’daki Türkiyeli öğrenciler ve işçiler de kaderlerine terkedilmiş durumda. Kimi ölümü göze alarak yollara düştü, kimi hala kurtarılmayı bekliyor…

Savaş vurgunculuğunu artık sadece çeteler değil, devletler de yapıyor. THY 90 dolar olan bilet fiyatını 900 dolara çıkartmış örneğin. Bunun duyulması ve tepkilere yolaçması üzerine THY önce yalanladı, sonra 220 dolarla sınırladığını açıkladı. Yaklaşık eski fiyatın üç katı!

Savaşla birlikte petrolün varili 100 doların üzerine çıkınca, akaryakıt fiyatları da zamlandı. Bu, otomatikman iğneden ipliğe herşeye zam demek. Zaten çok pahalı olan temel ihtiyaç maddelerinin daha da pahalanması demek.

Kısacası savaş, işçi ve emekçileri her yönden vuruyor. Türkiye gibi doğalgazdan buğdaya herşeyiyle emperyalistlere bağımlı ise, savaşın faturası çok daha ağır oluyor.

* * *

Egemenler krizin yükünü olduğu gibi, savaşın yükünü de işçi ve emekçilerin sırtına bindiriyorlar. Halkımız zaten aylardır krizin ağır yükü altında. Doğalgaz ve elektriğe yapılan zamlar, herkesin belini büktü. En önemli gündem konusu faturalar oldu.

Elbette bu duruma tepkiler de yükseldi. Hemen her il ve ilçede, “zamlar geri alınsın” eylemleri yapıldı. Uzun bir dönemden sonra ilk kez sokak gösterileri, tavalı-tencereli protestolar gerçekleşti. Tepkilerin çığ gibi büyümesi üzerine gıda maddelerindeki KDV’yi indirdiler. Ancak zamlar yüzde 100’ün üzerinde iken, indirim yüzde 7 ile sınırlı kalınca, son derece göstermelik olduğu anlaşıldı. Bu kez suçu marketlerin üzerine attılar. Zabıtalar market market dolaşıp etiketleri kontrol etmeye başladı. Bu komik gözboyama atraksiyonları da tutmadı tabii…

Asıl fırtına işçi sınıfından koptu. Kargo işçilerinden tekstile, metalden inşaata hemen her işkolunda işçiler direnişe geçtiler. Ocak ayından itibaren 60’tan fazla işyerinde direniş gerçekleşti. Hem de fiili grev, işgal gibi radikal eylemlerle… Sadece patronlara karşı değil, polis saldırılarına karşı da direnerek… Fabrika çatısına çıkıp meşaleleriyle her yeri aydınlatan Farplas işçileri, umut ve cesaret yaydılar. Migros patronu Tuncay Özilhan’ın villasının önünde protesto yapan depo işçileri, doğru hedefi gösterdiler. O yüzden polis saldırısıyla karşılaştıklarında devletin kimin devleti olduğunu da gördüler. Elleri kelepçeli bir Migros Depo işçisi, bunun sembolü oldu.

Direnişlerin çoğu kazanımla bitti. Halen süren direnişler var. Bunlara yenileri de eklenecektir. Ağır çalışma koşulları, düşük ücretler, sendika hakkının gaspı, işçileri her an patlamaya hazır bir volkan haline getirdi. Direnenlerin kazanıyor olması, moral ve direnme gücünü de arttırdı. Fakat sermayenin ve devletin topyekün saldırısına topyekun yanıt vermek gerekiyor. Bunun yolu da genel grev-genel direnişi örgütlemekten, birleşik mücadeleyi yükseltmekten geçiyor.

* * *

İşçi-emekçi direnişleriyle sarsılan Erdoğan yönetimi, daha fazla saldırganlaşarak ayakta kalmaya çalışıyor. Bu saldırılardan nasibini almayan yok gibi. Doktorlar, avukatlar, öğretmenler ve tabii sanatçılar…

Sezen Aksu’nun 5 yıl önce yaptığı bir şarkı, “Hz. Adem ve Havva’ya hakaret ediliyor” yaygarasıyla saldırılara vesile yapıldı. Erdoğan’ın camide namaz kılan ahaliye “kutsallarımıza dil uzatanların dillerini koparırız” sözü, bardağı taşıran damla oldu. Sadece sanatçılar değil, geniş kitleler Aksu’ya sahip çıktılar. Erdoğan da “onu kastetmedim” diyerek geri adım atmak zorunda kaldı.

Esasında sanatçılar AKP gericiliğine karşı ciddi bir direnç gösteremedi, iyi bir sınav veremediler. Başından itibaren dik duranların sayısı sınırlıdır. Hatta Sezen Aksu bile “çözüm süreci” döneminde AKP’ye destek verenlerdendi. Fakat bu eksiklikleri üzerinden onlara yapılan saldırıyı “müstahak” görmek veya tavırsız kalmak doğru değildir. Elbette yapılan hatalar-yanlışlar unutulmamalıdır, ama faşist-gerici saldırıya maruz kalanlar da asla yalnız bırakılamaz!

Sezen’den sonra Tarkan’ın “Geççek” şarkısı da yeni bir saflaşmanın konusu oldu. AKP karşıtlığı artık sanatçılar-şarkılar üzerinden yapılıyor. Sanatçıların halkın duygularına tercüman olması, elbette iyi bir şeydir. Fakat gevşetmemek koşuluyla… AKP dönemi “geççek” tabii, ama bu, hem kendiliğinden olmayacak, hem de onun yerine ne, nasıl gelecek?

AKP-MHP blokunun ucube sistemine karşı, 6’lı muhalefetin “güçlendirilmiş parlamenter” sistemi alternatif olabilir mi? Yani AKP öncesine dönmek, varolan sorunlarımızı çözer mi?

* * *

Bir yanda emperyalist savaş, diğer yanda faşist-gerici yönetim ve krizin ağır yükü altında ezilen-sömürülen kesimler, kendi davaları için dövüşmedikleri sürece, kim gelirse gelsin dertlerine derman olmayacaktır. İşçi sınıfı son direnişlerle yolu açtı. Her kesimden sesler yükseliyor. Bu sesleri çoğaltmak ve birleştirmek gerekiyor. Unutmayalım ki, “kendi davası dövüşmeyen/dövüşür düşmanın davası için!”

Türkiye’nin Suriye’den sonra Ukrayna savaşına dahil olmasını önlemenin yolu da, savaşa ve faşizme karşı mücadeleyi yükseltmekten, güçleri birleştirmekten geçiyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …