“Darbe, Yenilgi, Direniş; 12 EYLÜL” kitabının 3. baskısı yapıldı

“Darbe, Yenilgi, Direniş; 12 EYLÜL kitabının ilk iki baskısı tükendiği için 3. baskısını yapmak ihtiyacı doğdu. Kitabın “Üçüncü baskıya önsöz” bölümünü yayınlıyoruz.

 

“Darbe, Yenilgi, Direniş 12 EYLÜL” kitabının ilk baskısı, Eylül 2012 tarihinde yapıldı. Kısa sürede tükenince, Mart 2013 tarihinde ikinci baskı ihtiyacı doğdu. Şimdi 9 yıl aradan sonra, üçüncü baskısı ile karşınızdayız.

12 Eylül kitabı, AKP hükümetinin 2010 yılında yaptığı “anayasa referandumu” sonrasında yazıldı. AKP bu referandumla, 12 Eylül Anayasası’nı sözde değiştirmek ve 12 Eylül generallerini yargılamak istiyordu. Referandum tarihini bile 12 Eylül’e denk getirerek bu algıyı güçlendirmeye çalıştı. Tarihe “yetmez ama evet”çiler olarak geçen sol liberaller sayesinde bir süreliğine başardı da.

AKP’nin anayasa değişikliğindeki asıl amacı, “yargı”yı ele geçirmek ve koltuğunu sağlamlaştırmaktı. Yanı sıra “İslamcılara” karşı yapıldığını iddia ettiği “28 Şubat”çıları yargılamanın yolunu açmaktı. Bunun için tüm askeri darbelere karşıymış gibi görünmek ve yargılamayı 12 Eylül generalleriyle başlatmak zorundaydı.

Elbette bunları görmek için aradan yılların geçmesi gerekmiyordu. Nitekim komünist ve devrimciler o yıllarda bu gerçekleri yazdılar, söylediler. Aslında kimse “kandırılmadı”. Kandırılmak istendi veya kandırılmış göründü…

AKP’nin “anayasa referandumu” 12 Eylül 1980 askeri faşist cuntasını yeniden gündemleştirdi. ’80 öncesinin faşist katilleri, dinci-gericileri, 12 Eylül’de ne acılar çektiklerini anlatıp durdular. “12 Eylül sağa da sola da karşıydı”, “darbeye zemin yaratmak için gençleri birbirine kırdırmıştı” gibi ipliği pazara çıkmış savlarla, 12 Eylül’ün gerçek niteliğini çarpıtmaya kalktılar. 12 Eylül’ü aklayan yeni bir “resmi tarih” oluşturma girişimine yeltendiler.

Oysa daha 12 Eylül yıllarında komünistler, gerek illegal yayınlarında, gerekse “yargılayan savunma”larında 12 Eylül’ün hangi koşullarda geldiğini, neyi amaçladığını, neler yaptığını ayrıntılı biçimde ortaya koymuş, tarihe not düşmüşlerdi. Ayrıca 12 Eylül’ün en azgın günlerinde onu yargılamış, faşist cellatları asla affetmeyeceklerini ilan etmişlerdi. Şimdi bütün bunları unutturmak istiyorlardı.

12 Eylül kitabını yazma ihtiyacı bu koşullarda doğdu.

* * *

Bugüne dek 12 Eylül hakkında pekçok kitap yazıldı kuşkusuz. Kitabın ilk baskısını hazırlarken 12 Eylül’e dair bulabildiğimiz tüm kaynaklara yeniden baktık. Gördük ki, 12 Eylül kitaplarını asıl olarak burjuva gazeteciler, hatta generaller yazmış.

Elbette demokrat yazarların, devrimcilerin, 12 Eylül’e dair yazdıkları kitaplar da vardı. Fakat bunların büyük çoğunluğu 12 Eylül işkencelerini, zindanlarını anlatıyordu. 12 Eylül’ü bir bütün olarak ele alan ve devrim cephesinden değerlendiren bir kitap ne yazık ki yoktu. Bazı devrimci örgütlerin sonradan kitaplaştırdıkları mahkeme savunmaları ise, kendilerine yapılan işkencelerle, hukuksuzlukla, kısmi olarak da siyasi görüşleriyle sınırlıydı.

Daha önemlisi, 12 Eylül’ü anlatan kitaplar, asıl olarak devletin saldırılarına, “gücüne” odaklanmıştı. Oysa 12 Eylül sadece faşizmin saldırılarından ibaret değildi. Ona karşı büyük direnişler yaşanmış ve kimi yerde faşist saldırıları püskürtmeyi başarmışlardı.

12 Eylül faşizmine karşı direnişin başını çeken ihtilalci komünistler, 12 Eylül’ü çeşitli cephelerden anlatan pek çok kitap, broşür çıkardılar. İşkencede, zindanlarda, mahkemelerde komünist ve devrimcilerin direnişlerini anlattılar; “devrimci irade”nin neleri başardığını ortaya koydular. “Birinci baskıya önsöz”de belirttiğimiz gibi bu eserler, faşist cuntanın zaferinin mutlak olmadığını, mücadeleyle geriletibileceğini anlatıyordu. Elbette devrim cephesinin  hata ve eksikliklerini de işliyordu. Fakat bütünlüklü bir 12 Eylül kitabına olan ihtiyacı ortadan kaldırmadı.

AKP’nin anayasa referandumuyla 12 Eylül’ün yeniden tartışmaya açılması; 12 Eylül’e dair çarpıtmalara yanıt veren, “direnenler de vardı o havalarda” gerçeğini hatırlatan, 12 Eylül’ü tüm yönleriyle ortaya koyan böyle bir kitabın yazılmasına vesile oldu, elzem hale getirdi.

Şunu da belirtelim; en önemli kaynak eksikliğimiz, 12 Eylül yıllarında çıkan tek devrimci yayın organı Orak-Çekiç’in o yıllardaki sayılarına ulaşamamaktı. TİKB’nin merkezi yayın organı olarak Nisan 1979 tarihinden itibaren illegal olarak basılan ve 1985’in Nisan’ında yaşanan operasyona kadar kesintisiz bir şekilde basılıp dağıtılan Orak-Çekiç, faşist cuntanın en fazla saldırısına uğrayan bir yayın organıydı aynı zamanda. Onun için oprerasyonlarda ele geçirdikleri Orak-Çekiç’leri, birçok devrimci yayın ve film gibi imha ettiler. Orak-Çekiç’in cunta yılları boyunca çıkan her bir sayısı, içerde-dışarıda direniş örnekleriyle, 12 Eylül’ü her yönden mahkum eden ideolojik-siyasi yazılarla doluydu. Ama büyük çoğunluğu elimizde yoktu. Bazı kitaplarda OÇ’lerden alınan alıntılarla ve hafızamızda kalanlarla yetinmek zorunda kaldık.

* * *

12 Eylül gibi hem Türkiye’nin hem de Türkiye Devrimci Hareketi’nin siyasal yaşamında çok önemli bir dönemeç olan bu tarihsel kesiti, devrimci bir perspektifle ele alıp kitaplaştırmak, en başta 12 Eylül faşizmine karşı her cephede direnen ihtilalci komünistlerin göreviydi. Bu görev yerine getirildi. 12 Eylül’ü hem içeride hem dışarıda direnerek karşılayan komünistlerin gözünden, o günler tüm canlılığıyla resmedildi. Faşist cuntanın vahşeti kadar, ona karşı gerçekleşen direnişlerin görkemi anlatıldı.

İhtilalci komünistler ne bu kitapta, ne de daha önceki kitaplarında sadece kendi direnişlerini yazmadılar. Farklı örgütlerden devrimcilerin, tanık oldukları direnişlerine de yer verdiler. (Mustafa Özenç, Serdar Soyergin, Doğan Özzümrüt gibi) Çünkü 12 Eylül’de saflaşma, “direnenler” ve “teslim olanlar” şeklindeydi. Bulundukları her yerde direnişin başını çektikleri için, “direnenler cephesi”nin sözcülüğünü de üstlendiler. Direnen her devrimciyle yoldaşlaştılar, sonrasında kitaplarında, dergilerinde onlara yer verdiler ve gelecek kuşaklara aktarılmasını sağladılar.

Ama bu kitap yalnızca 12 Eylül’ün hak gasplarını, yaptırımlarını, vahşetini ve ona karşı kararlılıkla süren direnişleri anlatmıyor. 12 Eylül’ün gerçek niteliğini, tarihsel koşulları içinde ve ideolojik-siyasal boyutlarıyla ortaya koyuyor. Karşı-devrim cephesinin 12 Eylül’e dair çarpıtmalarını, bundaki gayelerini anlatıyor. Günümüzde 12 Eylül’e karşıymış gibi görünen ünlü bir çok gazeteci, yazar ve aydının 12 Eylül günlerinde faşist cuntaya ve generallere düzdükleri methiyeleri belgeliyor.

Ayrıca devrim cephesinin 12 Eylül karşısındaki kötü sınavını “dövüşsüz yenilgiyi” irdeliyor. ’80 öncesi legalist örgütlenmeden faşizme karşı mücadeleye, 12 Eylül sonrası değerlendirmelere kadar hata ve eksikleri sıralıyor. 12 Eylül’e damgasını vuran “tasfiyecilik” olgusunu tüm yönleriyle ortaya seriyor. Buna karşın Latin Amerika’daki cuntalara karşı direnişleri, cuntacıları yargılama pratiklerini bir ders olarak aktarıyor.

Onun için “bir anı kitabı değildir” diyoruz. Belgesel yönü ağır basan tarihi-politik bir kitaptır. Ama daha önemlisi, devrim cephesinden 12 Eylül’e dair yazılmış en kapsamlı kitap olduğunu, 12 Eylül’ü direnenlerin gözünden anlattığını söyleyebiliriz. Okuyanların beğenisiyle karşılaşmasının, devrimci kitaplarda pek rastlanmayan biçimde, ilk baskısının hemen tükenmesinin, ikinci ve üçüncü baskısının yapılmasının nedeni de budur.

* * *

Kitabın üçüncü baskısında da yeni resimler ve küçük eklemeler dışında aslına sadık kalındı. İkinci baskıdan yaklaşık iki yıl sonra, faşist cuntanın şefi Kenan Evren de ölünce, AKP’nin “12 Eylül’ü yargılama” mizanseni tümden bitmiş oldu. AKP’nin mahkemelerinde 12 Eylül’ün yargılanmayacağı gerçeği, böylece tamamen su yüzüne çıktı. Üçüncü baskıya Evren’in ölümünü de ilave ettik.

Sonuçta, darbeci faşist generallere göstermelik bir ceza bile vermediler. Ama halkın gözünde onlar, zaten “insanlık suçu”nu işlemiş katillerdi. “Gözaltında kaybedilen” çocuklarına bir mezar taşı istedikleri için yıllarca itilip-kakılan, gözaltına alınan “Cumartesi anneleri” başta olmak üzere tüm analarımızın beddualarıyla gittiler. “Sermayenin uşakları” 12 Mart paşaları gibi, 12 Eylül generallerini de “toprak bile almadı.” Cenaze törenleri yaşamları gibi korkakça oldu.

12 Eylül yıllarını yaşamış olanlar, ille de analarımız, faşist katilleri asla affetmedi. Makbule Berktaş anamız, kitaba koyduğumuz röportajında, “kesinlikle affetmem” diyordu. 12 Eylül döneminde çocuklarını yalnız bırakmayan, onların direnişinin bir parçası olan, pek çok yoldaş anamız gibi, Makbule anamızı da kaybettik (31 Ekim 2021). Bu kitap 12 Eylül’ün dirençli analarına da bir saygı duruşudur.

12 Eylül’de yitirdiğimiz tüm devrim şehitlerini bir kez daha saygıyla, minnetle anıyoruz.

Nisan 2022

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …