Reformizmin klişe 1 Mayıs argümanları

Hemen her 1 Mayıs öncesinde devrimci, demokrat kurumlar ve sendikalar arasında 1 Mayıs’ın nerede kutlanacağı tartışma konusu olur. Taksim Meydanı bu tartışmaların odağına oturur. Bu sadece İstanbul’a özgü bir tartışma değildir. Yüreği emekten, devrimden yana atan herkes 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasını ister. Diğer yandan her ilde devrimciler, şehrin en işlek, en bilinen meydanında 1 Mayıs’ı kutlamak için mücadele verirler. Ama her daim 1 Mayıs’ta gözler “kavgamızın şehri” İstanbul’a ve Taksim’e çevrilir.

Taksim’in 1 Mayıs’lara yasaklandığı dönemden bu yana “alan” tartışması süregelmektedir. Bir başka ifadeyle 90’lı yılların başından beri her 1 Mayıs’ın en önemli konusu olmuştur. Esasında bu tarih daha eskilere dayanır. İlk olarak 1979 yılında sıkıyönetim koşullarında 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması yasaklandı. Ardından 12 Eylül 1980 darbesiyle sadece Taksim değil, genel olarak 1 Mayıs kutlamaları yasaklı hale geldi. Bu yasak, önce “kapalı salon”larda yapılan etkinliklerle kırıldı. 1988 yılından itibaren sokaklara, meydanlara taştı.

1988’den ’92 yılına kadar, yani dört yıl boyunda 1 Mayıs’ı alanlarda kutlamak “yasak” olduğundan, doğal olarak “alan” tartışması olmadı. 1 Mayıs’ı alanlarda kutlamak isteyen herkes Taksim’i hedefleyen biçimde konumlanarak, hem 1 Mayıs hem de Taksim üzerindeki yasağa karşı savaştı. Farklı şehirlerde ise yasadışı gösterilerle 1 Mayıs kutlamaları yapıldı.

Dört yıl süren çatışmalı 1 Mayıs’lardan sonra, ilk olarak 1993 yılında İstanbul’da miting izni verildi. 1 Mayıs üzerindeki yasak kaldırılmıştı, fakat Taksim yasağı sürüyordu. Dolayısıyla Taksim yasağının kaldırılması için mücadeleyi sürdürmek gerekiyordu. Bunun da en önemli yollarından biri, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanması talebini yinelemek, fiili eylemlerle bu yasağı geçersiz kılmaktı. Reformist partilerle devrimci kurumlar arasındaki ayrışma bu noktada başladı.

1 Mayıs’ın yasal olarak kutlanabiliyor olması, reformistlere yetti. Devlet nereye izni veriyorsa, orada kutlamayı savundular. İşin çarpıcı tarafı, yasal miting hakkı da reformistlerin mücadelesiyle elde edilmedi. Aksine devrimcilerin önderliğinde tam 4 yıl boyunca 1 Mayıs’ta Taksim’e girebilmek için verilen mücadele sonucu gerçekleşti. Ve bu süreç boyunca reformistler ortada yoktu.

Sonuçta elde edilen bu hakkı değerlendirmek gerekiyordu. Elbette devrimcilerin 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama isteği ve çabası bitmedi; ama mitinglere de katıldılar. Ne zaman ki, mitinglerde devrimci pankart ve sloganlara engeller konuldu, ahlak-dışı aramalar başladı, sendika bürokratlarının kürsüsüne dönüştü, sorunlar o noktada başladı. Bu durumu kabullenmeyen devrimcilere polis vahşice saldırdı, mitingi organize eden sendikalar da buna seyirci kaldılar, hatta “marjinal gruplar ortalığı karıştırıyor” diyerek destek çıktılar.

O yıllardan sonra her 1 Mayıs’ta (Taksim’deki 2010-2012 yıllarındaki yasal mitingler hariç) reformistlerin devrimci kurumlara ve Taksim’e dönük saldırıları, demagojileri devam etti. Son derece klişe argümanlarla 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanma isteğine karşı çıktılar. Bunları şöyle sıralayabiliriz.

 

1-Alan fetişizmi: Reformistlere göre 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamayı istemek, “alan fetişizmi” yapmaktır. Böylece Taksim’de kutlamak isteyenleri dar bakmakla, biçimsel yaklaşmakla, hatta bunu bir “inat” meselesine dönüştürmekle suçlayabilmektedir. Oysa tartışma “alan”dan çok daha derindir. Hem Taksim herhangi bir “alan” değildir. Hem de Taksim’de somutlanan, icazetli 1 Mayıslara karşı, kendi gücüne dayanan, sansürsüz-engelsiz biçimde kendini ifade edebilen bir 1 Mayıs kutlayabilmektir. Bu, tarihine, şehitlerine sahip çıkma, işçi ve emekçilere koyulan yasakları parçalama, özgürlük alanlarını genişletme mücadelesidir. “İnat” olarak nitelendirilen şey de, iki ayrı sınıfın saflaşması ve birbirine güçlerini kabul ettirme kavgasıdır. Böyle olduğu içindir ki, devlet yıllardır Taksim yasağını sürdürmeye çalışmaktadır. Reformistler, devrimcilerin “inadı”nı sorun ettikleri kadar “devletin Taksim inadı”nı sorun etselerdi, bu dönem bu kadar uzun ve sancılı geçmezdi.

2- Kitlesellik: Taksim istemi karşısında ileri sürülen tezlerden bir diğeri, “kitlesel 1 Mayıs”tır. Devletin izin verdiği miting alanına çok daha kitlesel katılım olacağı, onun dışına çıkıldığında kitlelerin gelmeyeceği söylenmektedir. Sanki Taksim isteyenler “kitlesel 1 Mayısı” istemiyormuş, ya da bunu önemsemiyormuş gibi!.. Ya da hem militan hem kitlesel ve coşkulu kutlanamazmış gibi!… En başta 1 Mayısların tarihi bu iddiayı çürütüyor. Çünkü bugüne dek en kitlesel 1 Mayıslar Taksim’de gerçekleşti. Öte yandan bugüne dek “kitlesellik” vurgusuyla icazetli 1 Mayısları savunanlar alanın yarısını bile dolduramadılar. Ama daha önemlisi, her daim nicelikten önce niteliğe önem vermek gerekir. İçi boş mitinglere milyonlar katılsa ne olur? Mitinge gelenlere birşey katmayan, aksine moral bozukluğu yaratan kitleselliğin ne önemi vardır?

3-Sınıfın talepleri: Bir diğer demagoji, Taksim isteminin “sınıfın taleplerini gölgelediği” savıdır. İşçi ve emekçiler taleplerini taşıdıkları pankart ve dövizlerle, attıkları sloganlarla, yaptıkları konuşmalarla ve hepsinden önemlisi eylemleriyle duyururlar. Fakat icazetli 1 Mayıslarda işçiler yine sarı ve reformist sendika başkanlarının nutuklarını dinlemek zorunda kalıyor, pankartlarına el konuyor, söz hakkı tanınmıyor. Diğer yandan amaç sadece talepleri “duyurmak” da olamaz; önemli olan ortaya bir yaptırım gücünün konulmasıdır. Bu da ancak dişe diş bir mücadele ile olur. Taksim’in işçi ve emekçilere açılması mücadelesi, tam da onların taleplerini daha yüksek sesle duyurma ve bu talepleri elde edebilme mücadelesidir. Bugüne dek işçi-emekçi haklarının en gelişkin olduğu dönemlerle bakmak bile, bu gerçeği görmek için yeterlidir.

 

Reformist parti ve kurumlar bu yıl da aynı klişe argümanlarla 1 Mayıs kutlamalarının Taksim’de yapılmasına karşı çıktılar. Bildirilerinde, açıklamalarında Taksim yasağının kaldırılması talebini bile geçirmediler. Üstelik Saraçhane, Kadıköy gibi, şehrin merkezinde bulunan alanlar için bile mücadele etmeden, devletin gösterdiği Maltepe’yi kabul ettiler. Maltepe ve Yenikapı, AKP’nin mitingleri şehir merkezlerinin dışına çekmek için yaptırdığı alanlarıdır. Taksim bir daha gündeme gelmesin, işçi ve emekçiler Taksim’e çıkmasın diye yapılmıştır. Deniz doldurularak, doğa katliamı gerçekleştirilerek yapıldığı için de “kent suçu” işlendiği söylenmiştir. Bu nedenlerde Maltepe ve Yenikapı’da miting yapmayı reddetmek gerekir. Hele ki 1 Mayıs’ın buralarda kutlanmasına asla razı olunmamalıdır.

Sonuç olarak reformistler, bilinçli bir şekilde meseleyi “alan” sorunuymuş gibi gösteriyorlar. Kendi uzlaşmacı çizgilerini perdelemek için, bunu özellikle yapıyorlar. Çünkü gerçekte yaşanan; yasallık ile meşruluk, düzen-içilik ile fiili mücadele, reformizm ile devrim arasındaki çatışmadır. Ve bunu en iyi onlar biliyorlar. (Şunu da belirtelim; bu argümanları yineleyen her kişi ve kurum, reformizmin zemininde hareket ediyor demektir.)

1 Mayıs’ın turnusol olma özelliği vardır. Kutlama biçiminden, ele alış tarzına kadar her şeyiyle, uzlaşan ile mücadele edeni, devrimci ile reformisti ayrıştırır. Bu yıl da öyle olmuştur. Ama her şeye rağmen Taksim’in 1 Mayıs alanı olduğu gerçeği unutturulmuyorsa, komünist ve devrimcilerin Taksim’den vazgeçmemesinden dolayıdır. Yarın Taksim yeniden işçi ve emekçilere, 1 Mayıslara açılacaksa, -ki açılacaktır- yine bu sayede olacaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …