M.Fatih Öktülmüş, 12 Eylül faşist cuntanın cezaevlerinde başlattığı devrimci kimliği yok etme amacıyla dayatılan Tek Tip Elbise (TTE) başta olmak üzere siyasal-ideolojik saldırılara karşı başlatılan Ölüm Orucu direnişinin 67. gününde, 17 Haziran 1984’te şehit düştü.
O, bürokrat bir ailenin çocuğu olmasına rağmen, proletarya ve ezilen halkların sömürü ve zulme karşı mücadelesinin içine atıldı. Üniversite yıllarında ’68 kuşağı devrimci gençliğin anti-faşist, anti-emperyalist mücadelesinin ön saflarındaydı. ODTÜ’de okuduğu yıllar Commer’in arabasının yakılması dahil, birçok eylemin içinde yer aldı.
Devrimci savaşımı daha aktif yürütmek için o dönemde devrimci bir grubun içinde faaliyet yürüttü. Ardından 12 Mart’ın işkenceleri ve cezaevi yılları başladı. Bu zorlu süreçte bükülmeden ilerledi. Çıkar çıkmaz soluğu işçi sınıfının içinde aldı. Emek-sermaye çelişkisinin en keskin biçimde hüküm sürdüğü Çukurova’da grev ve direnişleri örgütledi, sendikal çalışmalar yürüttü. Tarım işçileri arasında sendikal örgütlenmeyi gerçekleştirdi. Bir yandan da öğrenci gençliğin anti-faşist mücadelesini örgütlüyor, ideolojik-siyasal olarak eğitiyordu.
Bu yıllar, Mehmet Fatih Öktülmüş’ü usta bir proleter devrimciliğe dönüştüren yıllar oldu. Alçakgönüllülüğü ve fedakarlığıyla, davasına tutkun kişiliğiyle sadece yoldaşlarının değil, işçi ve emekçilerinin de gönlünü kazandı. 1976’da polisin eline düştüğünde siyasi şubedeki destansı direnişi Çukurova’da yankısını bulmuştu. Sonraki yıllarda Fatih’in görkemli direnişini dinleyerek devrimcileşen gençlerin sayısı azımsanmayacak düzeydeydi.
* * *
’77 yılında cezaevinden çıktıktan sonra Fatih’i farklı düzeyde yeni bir önderlik bekliyordu. Bir yandan uluslararası sağ oportünizmin estirdiği güçlü rüzgarlara, diğer yandan ÜDT (Üç Dünya Teorisi) ve ÇKP’nin etkisi altında legalist-kendiliğindenci çizgiye karşı mücadelede üzerine düşen görevlerin üstesinden geldi. ’77 Mayıs’ında bu sağ oportünist çizginin karşısına ML bir programla çıkma görevi vardı. Fatih bu mücadelenin başındayken, ‘78’de yeniden polisin eline düştü.
Bu kez sorgulama farklı düzeydeydi ve Fatih’in duruşu da bir o kadar görkemli oldu. Bu direniş, Türkiye Devrimci Hareketin (TDH) içinde de yankısını buldu. Fatih ve direnişi, hem düşman, hem dostlar tarafından daha fazla bilinir hale geldi.
Yoldaşları onu tedavi için gittiği Cerrahpaşa Hastanesi’nden özgürlüğe kavuşturdular. Çıktığında zorlu ve tarihi bir görevle karşı karşıyaydı. O, TİKB’nin gerçek anlamda kurulduğu İleri Militanlar Toplantısı’nda ideolojik-siyasi-örgütsel inşadan askeri alana kadar her alandaki faaliyetlere önderlik etti, tüm yeteneklerini devrime ve örgütüne sundu.
Fatih, örgütüne ve devrime tutkusu kadar, yoldaşlarına bağlılığı ve içtenliğiyle bilinir. Onda yenilgi ve zor günlerin sızlanmasına yer olmadığı gibi, zafer günlerinin kibirliliğine de rastlanmazdı. Devrimci mütevazılığın simgesiydi. Düşmana karşı uzlaşmaz sınıf kini ile bir kartal gibi atağa kalkarken, yoldaşlarına ve devrimci dostlarına karşı tüm içtenliği ve sıcaklığını sunardı. Onun bu özelliklerinden dolayı farklı siyasal düşüncelere sahip olanlar dahi hayranlıklarını gizleyemezlerdi.
* * *
12 Eylül faşizmine karşı en ön safta dövüşenlerden biriydi Fatih. Polis tarafından sürekli aranmasına rağmen yurtdışına çıkma düşüncesi taşımadığı gibi bunu dile getirenlere de tepki duyardı.
Henüz askeri faşist cuntanın üzerinden 17 gün gibi kısa bir zaman geçmişti ki, Osman Yaşar Yoldaşcan’la birlikte 12 Eylül faşizminin kolluk güçleriyle girdiği kıyasıya çatışmada son mermisine kadar savaşmış ve ağır yaralanmıştı. Osman’la birbirlerini kaybettiklerinde yaşamın en büyük acısını taşıdı yüreğinde.
Adana’da devrimci çalışmalarını sürdürdüğü sırada yeniden düştü polisin eline. Adana’yı sokak sokak tanıyordu. Kaçış sırasında polisin üzerine atlamış tam elindeki silahı alacakken bir başka polisin kurşunu saplanmıştı vücuduna. Adana, Ankara ve ardından İstanbul işkencecileri birer birer tanıştılar onunla. Görkemli direnişi karşısında tüm işkenceciler ve aletleri tuzla-buz oldu. Aylar sonra sıkıyönetim savcılığına çıkarıldığında, “ben komünistim, adım Mehmet Fatih Öktülmüş” dediğinde, savcı büyük bir zafer kazanmış gibi ayağa fırlayıp, “çözdüm, çözdüm” diye bağırmıştı. Faşizmin bu acizliklerini anlatırken, bunu kendisinin değil, örgütünün zaferi olarak görülmesine özen gösterirdi.
İşkencehanelerden sonra cezaevleri… Sırası ile Kabakoz, Metris, Sultanahmet ve nihayet Sağmacılar Özel Tip… Bunların hepsi onun için birer direniş odağı oldu.
Faşist cunta nispeten rahatlamış ve sivil giysilerine bürünmüştü ’83 sonlarında. Ama tek direniş odağı olarak kalan İstanbul cezaevlerini teslim alamamıştı. Önce TTE giydirilerek kişiliksizleştirme, sonra siyasi kimliğini yok etme politikasıyla saldırılarını yoğunlaştırdı. Artık kısa süreli açlık grevleriyle bu saldırıların karşısında durma ve geri püskürtme olanağı kalmamıştı.
Böyle anlarda her zaman olduğu gibi yine Fatih öne fırladı. TİKB ve DS’nin kitlesel olarak başlattıkları süresiz açlık grevi 45. günden sonra Ölüm Orucu’na dönüştüğünde, Fatih diğer yoldaşlarının önüne geçti ve Ölüm Orucu’na aday oldu.
Eylem boyunca yoldaşlarının ve dostlarının moral ve güç kaynağıydı. Vücudu lime lime eriyip gözleri görmez olduğu ve bilincinin gelip gittiği dönemlerde bile, o komünist iradesini korudu. Kah Stalingrad Savunması’nda buldu kendini, kah Osman’la birlikte Bağcılar çatışmasında… Son nefesine dek, elinde ve dilinde hep “ondörtlü”sü vardı. Bir de Fatih ile bütünleşen ve sonraki yıllarda genelleşen “Biz Kazanacağız” sloganı…
* * *
O, fedakarlığın, alçakgönüllülüğün örneği, düşman karşısında bitmez tükenmez bir enerji ve uzlaşmaz bir direnişin sembolü oldu. Mücadele içinde her yoldaşın birbirinden kaptığı özellikleri vardır; ama Fatih bu özelliklerin bütünüydü. O sadece ihtilalci komünistlere değil, Türkiye Devrimci Hareketi’ne mal olmuş bir kimlik kazandı. Hem de bunu daha yaşarken başaran, çok ender bir komünist önderdi.
Ölüm Orucu gibi soylu bir göreve hazırlanırken, yoldaşlarını olası tehlikelere karşı uyarmaktan da kendini alamamıştı. Son mektubunda “TİKB bu süreçte fersah fersah yol katetti, ancak grup döneminin ahbap-çavuş ilişkileri ve çevre anlayışının etkilerini henüz giderebilmiş değiliz, buna karşı mücadeleyi ihmal etmemeliyiz” diyordu. Buradaki öngörüsü sonraki yıllarda ne yazık ki gerçek oldu. Ama Fatih’in öğrencileri bu gidişe dur diyerek hareketin geleneklerine sahip çıktı, ML rotada yeniden inşasını sağladı.
Fatih, “mücadele boşluk tanımaz, en güçlü anda bile küçük bir boşluk çok şey kaybettirebilir” diyordu. Onun öngörüleri, devrim ve sosyalizm mücadelesinde kulağımıza hep küpe olmaya devam edecek. Denetleyen gözlerini her zaman üzerimizde hissedeceğiz ve devrettiği bayrağı yükseklerde tutmayı sürdüreceğiz.
Biliyoruz ki, Fatih ve tüm şehitlerimizin ölüme yürüdükleri ideallerini, ML çizgimizi, gelenek ve değerlerimizi koruyarak yaşatabiliriz. Onların “vasiyetleri”ni yerine getirme sözümüzü her daim tutacağız…