Barışa ve savaşa dair notlar

Sömürücü sınıflar var olduğundan beri, istila savaşları insanlığın yakasını bırakmamıştır. Öncesi bir yana son bin yıl içinde yaklaşık ondört bin savaş olduğu tespit edilmiştir. Bu savaşlarda, neredeyse bugünkü dünya nüfusunun yarısı kadar insanın öldüğü saptanmış durumdadır.

Bunların içinde en çarpıcı olanı Afrika kıtasıdır. Afrika 17. yüzyılda dünya nüfusunun beşte birini barındırıyordu. Günümüzde bu kıtada yaşayan insanlar dünya nüfusunun onda birini oluşturacak ölçüde azalmıştır.

Ünlü pragmatist Machievelli, “İmparator” adlı yapıtında iki evrensel savaşım biçiminden söz eder.  Biri yasalara, diğeri kuvvete başvurularak sürdürülen savaşım. Bunlardan birincisinin insanlara, ikincisinin hayvanlara özgü olduğunu, fakat zaman zaman ikincisine başvurmanın kaçınılmaz olduğunu söyler. Esasında sömürücü toplumlarda yasalar da kuvvetliye göre yapıldığından, aslolan kuvvete başvurulmasıdır. Savaş olgusu da “zaman zaman” değil, süreklidir. Aksine barış dönemleri zaman zaman yaşanan dönemler olmuştur. Sömürücü toplumlarda “barış”, savaşlar arasında soluklanma, yeni bir savaşa hazırlanma dönemidir. Bu egemenlerin bir tercihi de değildir. Kendi iç çelişkilerinin ve açmazlarının kaçınılmaz sonucudur. Bu gerçeği görebilmek için tarihe kısaca bakmak yeter.

Örneğin Avrupa’da “kutsal ittifak”tan Versailles antlaşmasına kadar sayısız anlaşma yapılmıştır. Ancak yine bu dönem zarfından Avrupa’da 450 savaş yaşanmış, bunlardan ikisi de dünya savaşına dönüşmüştür.

* * *

Kapitalizmin emperyalizm aşamasına dönmesiyle birlikte savaşların şiddeti ve verdikleri zarar da artmıştır. Emperyalizm ile savaş, birbirinden ayrılmaz iki olgudur.

Birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşları, emperyalist politikaların doğal sonucuydu. 1914-1918 yılları arasında cereyan eden birinci emperyalist savaşta on milyon insan öldü, yaklaşık yirmi milyon insan sakat kaldı. 1939-1945 yıllarında gerçekleşen ikincisinde ise, ölü sayısı 54 milyonu aştı, yaralılar ise 90 milyona ulaştı. Bunlardan 28 milyonu, ömürlerinin geri kalan kısmını sakat geçirmeye mahkum oldular. İki dünya savaşının doğrudan savaş harcamaları ise, birincisinde 208, ikincisinde 1380 milyar dolar olarak tespit edilmiştir. Yanı sıra birinci emperyalist savaşın 338 milyar dolar, ikincisinin ise 4 bin milyar dolar maddi zarara yol açtığı saptanmıştır.

Sadece bu iki büyük dünya savaşında değil, bunların arasında geçen sürede ve ikinci emperyalist savaş sonrasında da silahlanmaya ayrılan pay, her dönem bütçelerin en büyük kesimini oluşturmuştur. Askeri harcamalar, ortalama olarak her hükümetin sağlık hizmetlerine ve eğitime ayırdığının iki buçuk katıdır. Emperyalistlerin “gelişmekte olan ülkelere yardım” miktarının ise tam 30 katı!

2006 yılında Pentagon kendi rekorunu kırarak silah satış anlaşmaları toplamının 21 milyon dolara yükseltti. Bunun dünyada yapılan askeri harcamaların yüzde 46’sı olduğu kaydedildi. Ayrıca uluslararası barış araştırmaları İnstitüsü SIPRI dünyada askeri harcamaların son on yılda yüzde 37 oranında arttığını, 1 trilyon 204 milyar dolara ulaştığını; bu harcamaları yapanların başında ABD’nin yer aldığı belirtildi. Keza Irak işgalinin ABD’ye maliyetinin dakikada 250 bin dolar olduğu açıklandı.

* * *

Savaş tekelleri için savaş sanayi, en kazançlı gelir kaynağıdır. Eskiyen savaş tekniği, daha öldürücü ve milyarlar yutucu yeni teknikle değiştirilmektedir. Dünyadaki silah depolarında bulunan nükleer silahın, TNT olarak hesaplandığında, adam başına birkaç ton patlayıcı madde düştüğünü belirlenmiştir. BM’nin hazırladığı bir rapora göre, yeryüzünde 50 milyonu aşkın kişi, dolaylı ya da dolaysız silahlanma endüstrisi içinde çalışmaktadır. Bu 50 milyonun yarısından fazlası (25-30 milyon) askerdir. Askerlerin yanı sıra bilim insanlarının ve mühendislerin de en azından dörtte birinin askeri hizmetlerde çalıştığı tespit edilmiştir.

Savaş tekelleri, bilim ve teknikteki her gelişmeyi, insanlığı yok eden savaş sanayinin hizmetine sokmakta ve giderek daha gelişmiş, dolayısıyla daha pahalı silahlar üretilmektedir. Örneğin bir mayın gemisi ikinci emperyalist savaşta 8.7 milyon dolara mal olurken, sonraki yıllarda 200 milyon dolarlık bir harcamayı gerektirmiştir. Bu, denizaltılar, bombardıman uçakları vb. tüm savaş sanayi için geçerlidir.

İkinci emperyalist savaştan bu yana, emperyalizmin yol açtığı savaş sayısı yüzlercedir. Ulusal ve sosyal kurtuluş savaşlarını bastırmak için; ya da yeni pazarlar elde edebilmek için bölgesel-yerel birçok savaş yaşanmıştır. Son yirmi yıl içinde ise Balkanlar’da, Kafkasya’da, Ortadoğu’da, Afrika’da emperyalist kışkırtmalarla gerçekleşen savaşların sayısı belirsizdir.

60’lı yıllarda ABD’nin “Politik Araştırmalar Enstitüsü”nde müdürlük yapan R. Barnet, “Birleşik Devletler Üçüncü Dünyada” adlı çalışmasında bu gerçekleri ortaya koyuyor: Barnet’e göre 1950-60 yılları asında ABD’nin dış politikası “iç işlere müdahale” olarak şekilleniyor. “Yaklaşık olarak her 18 ayda bir ABD askeri gücü, ya da yarı-askeri güçleri ayaklanma hareketlerini bastırma gerekçesiyle Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerine yollanıyorlar.”

* * *

Marks “ekonomik sefalet ve politik çılgınlıklar içindeki eski toplumun tam tersine, her ulusta aynı ilkenin, yani emeğin egemen olması nedeniyle, yalnızca işçi sınıfı uluslararası ilkesini barışın oluşturacağı bir toplum düzenini kurma yeteneğine sahiptir” der. I. Enternasyonal Belgeleri’nde ise, “çeşitli ülkelerin işçilerinin birleşmesi sonucunda, uluslararası savaşları olanaksız kılacaktır” demiştir. Savaşın kökünün tamamen kazınmasının “tüm ülkelerin birleşmesiyle olacağı”nı çeşitli vesilelerle vurgulamıştır.

Engels, sınıflı toplumun en pahalı kurumlarından birinin ordu olduğunu söylüyordu. Ordunun “nüfusun en güçlü ve en işe yarar parçasını ulusun elinden alarak, üretkenliğini yitirmiş durumdaki bu parçayı beslemeye zorlayan” bir aygıt olduğunun altını çiziyordu. “Sınıfsız toplumda hazır bir orduyu düşünmek, kimsenin aklının ucundan geçmez… Günümüzde ordu tarafından sivil halkların elinden alınan sayısız iş gücü, sınıfsız toplumda tekrar işinin başına verilecektir; bunlar tükettikleri kadar üretmekle kalmayacak, geçimleri için gereken çok daha fazla ürünü resmi depolara da yollayabilecektir.”

Lenin ise, emperyalist savaşlara karşı dişe diş bir mücadele yürüttü. Bu sadece burjuvaziye karşı değil, devrimci hareketin içine kadar sızan her tür anti-marksist görüşe karşı da verdiği bir mücadeleydi. Dünya barışının ancak sosyalizmle geleceğini biliyor ve emperyalist savaşa karşı en tutarlı, kararlı duruşun, onu iç savaşa çevirip devrimle taçlandırmak gerektiğini söylüyordu. “Ya savaşlar devrime yol açar, ya da devrimler savaşları durdurur” sözüyle, bu bakışaçısını somut olarak ortaya koydu.

“Proletaryanın devrimci sınıf savaşımıyla bağlantı kurulmaksızın yapılan barış mücadelesi, duygusal ya da halkı aldatan burjuvazinin pasifist laf kalabalığı olmaktan ileri gidemez” demiştir Lenin. 1917 devriminden sonra ise şöyle diyecektir: “Sovyet devleti, uluslararası sosyalist harekete arka çıkmak, insanlığı kapitalizmin boyunduruğundan ve ücret köleliğinden kurtarıp sosyalist toplumun ve halklar arasında sürekli ve haklı bir barışın kuruluşunu sağlayacak ilerlemeyi güven altına almak ve hızlandırmak için elinden gelen her şeyi yapacaktır.” 

13 Kasım 1920’de Amerikalı gazeteci Luise Brayant’ın isteği üzerine gerçekleşen röportajında Lenin şunları söylüyordu: “Hoşlarına ister gitsin, ister gitmesin Sovyet Rusya büyük bir güçtür. Üç yıl ambargodan, karşı-devrim girişimlerinden, silahlı müdahalelerden ve Polonya savaşından sonra Sovyet gücü, bugüne dek hiç olmadığı ölçüde büyümüştür. Rejimi hoşuna gitmediği için bizimle hiçbir alış-verişi olmasını istemeyen Wilson’un izlediği yobazca reddetme politikasından Amerika’nın eline hiçbir şey geçmez.” (aktaran Vitali Korionov “Barış içinde bir arada yaşama politikası” Konuk yayınları sf 100)

ABD’nin gerici çevreleri yıllar boyunca SB’nin tanınmasına direndiler. ABD ilk sosyalist devleti tanımak için tam 16 yıl bekledi. Ekonomik ilişkileri kurmak içinse 40 yıl sonra harekete geçti. Elbette bunu kaçınılmaz bir zorunluluk haline gelince yaptı. Başta SB olmak üzere sosyalist sisteme dahil olan dünyanın üçte birlik bölümü, dünyadaki üretimin de üçte birini gerçekleştiriyordu.

* * *

İşçi sınıfı ve emekçilerin çıkarlarını savunan komünist ve devrimciler, emperyalist savaşları, gerici devletlerarası çatışmaları, hiçbir zaman onaylamamışlar, bu tür savaşlara taraf olmamışlardır. Onların taraf olduğu tek savaş; insanlığın kurtuluşu uğruna verilen sınıf savaşıdır. Onun için, emperyalist savaşa karşı sınıf savaşını yükseltmişler, sadece emperyalistlere değil, işbirlikçilerine karşı da büyük bir mücadele vermişlerdir.

Birinci emperyalist savaşın bitmesinde Ekim devrimi ne kadar belirleyici olduysa, ikincisinin bitmesini de Stalin önderliğindeki SSCB’nin eşsiz direnişi ve tüm dünya halklarının savaşa ve faşizme karşı yükselttikleri birleşik mücadele sağlamıştır.

Yeni bir emperyalist paylaşım savaşının hüküm sürdüğü günümüz koşullarında, barış için mücadele, devrim ve sosyalizm için mücadeledir. Bu perspektifle hareket etmeden barış üzerine yapılan tüm konuşmalar, demagojiktir, kitleleri aldatmaya dönüktür.

Tarihsel olgular, savaş ve barış gerçeğini tüm çıplaklığı ile önümüze koymaktadır. Gerçek anlamda barış, ancak sosyalizmle gelecektir. Bu gerçek, emperyalist savaşları durdurmak için olduğu kadar, ulusal kurtuluş savaşlarının zaferi için de geçerlidir.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …