Sabrederek değil direnerek kazanacağız!

Maliye Bakanı Nebati, Türkiye’deki enflasyonun yüksekliğine rağmen, bir Alman meslektaşına kendisinin halkın içinde rahatça yürüyebildiğini, ama onların sokağa çıkamadığını söylemiş!

O güne kadar sokağa çıktığı görünmeyen Nebati’nin bu sözlerine tepkiler yükselince, bir video çekilip servis edildi. Halkın tepkilerini müzikle örtmeye çalışan bu videoda, Nebati esnafla konuşuyor, gençlerle şakalaşıyordu.

Oysa bırakalım Nebati’yi AKP’li bir milletvekili bile sokakta dolaşmaya çekiniyor. Gittikleri her yerde halkın tepkisiyle karşılaşıyorlar. Etraflarını saran bir güvenlik ordusuyla ancak dolaşabiliyorlar. Fakat her şeyin güllük-gülistanlık olduğunu, kendilerinin rahatça dolaşabildiğini söylemekten geri durmuyorlar. Aslında yaptıkları mezarlıkta yürürken ıslık çalmaktan farksız.

Söyledikleri gibi bunca yoksulluğa, işsizliğe, haksızlığa rağmen işçi ve emekçiler gerçekten sessiz midir? Avrupa’da halk isyan ediyor da Türkiye’de sineye mi çekiyor? AKP’lilerin yalanlarına, demagojilerine kanıyor mu?

 

İşçi direnişleri artıyor

Öncelikle belirtelim ki, Türkiye işçi sınıfı ve emekçiler varolan durumu sessizce kabullenmiş değil. Gün geçmiyor ki, bir işyerinde, bir fabrikada direniş patlak vermesin. Sadece Ağustos ayı içinde direnişte bulunan onlarca işyerini saymak mümkün. Ve bunların büyük çoğunluğu, işçilerin sendikalaşma çabasından dolayı gerçekleşiyor.

Kocaeli Dilovası’nda Asen Metal fabrikası, Gebze Organize Sanayi Bölgesinde Pulver Kimya, İstanbul Esenyurt’ta Sunny Atmaca Bilgiyasar, Düzce’de Mas-Daf metal, yine Kocaeli Dilovası’nda Amazon’un Türkiye deposu olarak hizmet veren Ceva Lojistik, ilk elde sayacağımız yerlerdir. Bu fabrikalarda işçiler, sendikalaşmaya çalıştıkları için sürgün edildiler, işten atıldılar. Sendikaları yetki aldığı halde patronlar toplu sözleşmeye yanaşmadı. Sendika düşmanlığı öyle bir raddeye varmış ki, AKP’ye yakınlığı ile bilinen Hak-İş’e veya faşist Türk Metal’e bile tahammül edemiyorlar.

Bazı işyerlerinde ise, ücretlerin artması, işçi sağlığı ve güvenliği için direnişler başlamış. Örneğin Asel Metal’de işçilerin sendikalaşma taleplerinin başında işyerinde alınmayan tedbirler geliyor. Fakat patron, direnişi kırmak için neredeyse tüm kalifiye presçileri işten atmış, yerine hiç eğitim vermediği genç işçileri almış. O işçilerden biri geçtiğimiz günlerde yaşamını kaybetti.

Son aylarda işçi cinayetlerinde özellikle çocuk işçi cinayetlerinde büyük bir artış yaşanıyor. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin yayımladığı iş cinayetleri raporuna göre, 2022 yılının ilk yedi ayında en az 1014 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybetti. Sadece Temmuz ayında ölen çocuk işçi sayısı ise 15!

Arkasına polisi, mahkemeleri alan patronlar, işçilerin yaşam hakkı başta olmak üzere her tür hakkını gaspetme rahatlığı içindeler. İstanbul Tuzla’da ETF Tekstil patronu, işçilerin iki aylık ücretlerini, tazminatlarını vermeden fabrikayı kapatacağını açıkladı. İşçiler direnişe geçince de, polisi yığarak fabrikadaki ürünleri çıkartmaya kalktı; buna karşı duran işçilere saldırttı.

İşçiler sadece patronlara karşı değil, polisin copuna, gazına, gözaltına karşı da direniyorlar. Üstelik bu direnişlerinin önemli bir kısmında sendikalarını yanlarında bulamıyorlar. Bütün bu zorluklara rağmen işçilerin direnişleri artarak sürüyor. “Emek Çalışmaları Topluluğu”nun hazırladığı “işçi sınıfı eylemleri raporu”nda, 2021 yılında Türkiye işçi sınıfının 1480 tekil 827 toplu eylem gerçekleştirdiği ve bunların önemli bir kısmının işyeri temelli olduğu tespiti yer alıyor. 2020’de 706 olan toplu direniş sayısının 827’ye çıkmasını “korona salgını sürecinde kaybettiği mevzileri geri kazanma” çabasına bağlayan rapor, 2022’in ilk iki ayında yaşanan ciddi grev dalgasını da bu çabanın devamı olarak değerlendiriyor.

2022’nin ilk yedi ayında yaşanan grev ve direnişler, 2021 yılını şimdiden aşmıştır. Bunların çoğu da kazanımla sonuçlandı.

 

Direniş her yerde

Direnen sadece işçiler değil. Sağlıkçılar, avukatlar, öğretmenler, küçük üreticiler, emekliler vb. emekçi halkın neredeyse tüm bölükleri eylemde…

Sağlıkta şiddet başta olmak üzere sağlıkçıların ağır çalışma koşullarına karşı, geçtiğimiz ay sağlıkçılar greve çıktılar. Erdoğan’ın sağlıkçılarda artan istifa ve yurtdışına gidişe karşı “giderlerse gitsinler” sözüne tepki gösteren doktorlar “gitmiyoruz, buradayız” diyerek, direnişin sesini yükselttiler.

Öğretmenler, son olarak AKP-MHP blokunun meclisten geçirdiği “Öğretmenlik Meslek Kanunu”na karşı harekete geçti. Öğretmenleri sınava tabi tutan ve kategorilere ayıran kanuna karşı sokağa çıkan öğretmenlere de -tıpkı doktorlara olduğu gibi- polis saldırdı. Erdoğan Gezi direnişçilerinden sonra öğretmenlere “çapulcular” diyerek, duyduğu korkuyu ifade etti.

Emekliler, uzun yıllardan sonra ilk kez bu yıl Ankara’da kitlesel bir miting yapmıştı. Mitingin birleşik olması, emekli sendikalarının birleşmesinin önünü açması bakımından önemliydi. Temmuz ayında ise, emekli zamlarının düşük tutulmasına karşı ülke çapında basın açıklamaları yapıldı. Emekliler, açlık sınırının üzerinde bir ücret, dört ikramiye, sağlıkta katkı payı uygulanmasından vazgeçilmesi gibi temel taleplerini yinelediler.

Küçük üreticilerin eylemleri ise hiç bitmiyor. Bazen yola dökülen sütler, sebze-meyveler, bazen traktörlerle yol kesmeler, bazen miting ve gösterilerle öfkelerini haykırıyorlar. Çay, fındık, üzüm, mısır üreticileri taban fiyatlarına karşı son aylarda tepkilerini arttırdı. Girdi maliyetleri sürekli yükselirken taban fiyatlarının düşük tutulmasına, yüksek faizli kredilere, borçlarını ödeyemediği için gelen icralara öfkeleri çok büyük. AKP’nin emperyalist tarım tekellerinin çıkarları doğrultusunda yürüttüğü politikalar, üreticiyi üretim yapamaz hale getirdi. Bir daha ekim yapmayacağını söyleyen, hayvanlarını kesen üretici sayısı giderek artıyor. Gıda krizinin yaşandığı bir dönemde tarım ve hayvancılıktaki çöküş, önümüzdeki dönemin çok daha zorlu geçeceğini gösteriyor.

Topraklarımız ekilemez hale gelirken, maden ve inşaat şirketlerinin rantına açılıyor. Her yaz bilinçli şekilde ormanlar yakılıyor. HES’ler, JES’ler, termik santrallerle doğa tahribatı olanca hızıyla sürüyor. Elbette bunlara karşı direnişler de bitmiyor, aksine daha geniş kesimleri içine alarak artıyor. Karadeniz köylülerinden sonra şimdi de Egeli köylüler zeytinlikleri için direniyorlar. Çevre sorunları, bir avuç aydının-çevrecinin mücadelesi olmaktan çoktan çıktı; başta köylü kadınlar olmak üzere tüm emekçileri kapsamaya başladı. Ve bu mücadelede önemli başarılar elde edildi.

Son örneğini, zehirli atık taşıyan Sau Paula gemisinin İzmir’e gelmesine karşı başlatılan direnişte gördük. Bir çok ülkenin kabul etmediği bu geminin sökümü için İzmir-Aliağa’ya getirilmek istenmesine büyük bir tepki oluştu. Aralarında sendikaların da bulunduğu kitle örgütleri asbest yüklü bu geminin gelmesini durdurmayı başardı.

Bütün bunlara son aylarda yeniden gecekondu direnişleri eklendi. Özellikle İstanbul’un merkezi ve deniz gören eski gecekondu bölgeleri yeni rant alanı olarak seçilmiş durumda. Okmeydanı-Fetihtepe, Merter-Tozkoparan ve Beykoz-Tokatköy’de sabahın erken saatlerinde binlerce polis bölgeyi sarıyor, evleri basıyor, insanları zorla evlerinden çıkarıyorlar. Bu bölgeler, işçi ve emekçilerin dişinden-tırnağından arttırarak ev sahibi olduğu yerleşim yerleri. Şimdi kelimenin gerçek anlamıyla evleri başlarına yıkılıyor. İnşaat tekellerine yeni kar alanları açmak için evinden-yurdundan ediliyorlar. Ev kiralarının İstanbul’da ortalama 5 bin civarında olduğu koşullarda 1150 TL kira yardımını, üç katlı binaya karşılık tek katı, 600 metrekarelik dükkana karşılık 60 metrekareyi, doğal olarak kimse kabul etmiyor. Hiçbir anlaşmaya imza atmadıkları halde zorla evlerinden çıkarılıyorlar; direndikleri için gazlanıyor, coplanıyor, gözaltına alınıyorlar. Öylesine bir polis ablukası sözkonusu ki, avukatlar ve gazeteciler bile bölgeye alınmıyor, polis şiddetine maruz kalıyor. Direnişin duyulmasını ve desteğin artmasını önlemek için yayın yasağı getiriyorlar. Kapitalizmin “özel mülkiyet hakkını” bile hiçe sayan bir zorbalıkla halkın başını soktuğu derme-çatma evleri bile ellerinden alınıyor.

Barınma, en temel insani ihtiyaçtır. Halkın bu ihtiyacını karşılamak bir yana, varolanı da gaspediyorlar. Evsizlik, işsizlik gibi, hatta ondan daha büyük bir insani dramdır. Hayat-memat meselesidir. Onun için işten atılan işçi fabrikanın çatısına, evi yıkılan halk da damlara çıkarak ölümüne direniyor.

 

Direnerek birleşerek kazanacağız!

Başta Erdoğan olmak üzere AKP’li yetkililerin anlattığı gibi, ne “pembe bir Türkiye” tablosu var, ne de işçi ve emekçiler bu duruma rıza gösteriyor, sessizce boyuneğiyor…

Elbette gösterilen tepkiler, gerçekleşen direnişler, henüz varolan durumu değiştirmeye yetmiyor. Bunun en önemli nedenlerinden biri, muhalif partilerin kitlelerin öfkesini sandığa yönlendirmesi, tek kurtuluş yolu olarak seçimleri göstermesidir.

Yıllardır, ne zaman yapılacağı belli olmayan seçim beklentisiyle kitleleri oyalıyorlar. Hükümete karşı gelişen her tepkiyi, her sokak gösterisini, “provokasyon” umacısıyla korkutup bastırıyorlar. Sadece AKP-MHP bloku değil, muhalif partiler de halkın öfkesinin sokağa taşmasından korkuyor. Ve her ikisi de halka sadece sabır telkin ediyor.

Ama tekellerin kar hırsı, devletin baskı ve şiddeti artarak sürüyor. Ne zamlar bitiyor, ne de polisin copu, gazı… Halkın dayanma gücünün de bir sınırı var! Bıçak kemiği kesiyor artık…

Buna rağmen topyekün bir direniş gerçekleşmiyorsa, bunun temel nedeni kitlelerin örgütsüzlüğüdür. Egemenlerin bu ağır sömürü koşullarını dayatabilmeleri, AKP’nin pervasızlığı, muhalif partilerin rahatlığı bu yüzdendir.

Resmi rakamlara göre bile yaklaşık 16 milyon çalışanın 13.5 milyonu sendikasızdır. Sendikalı olan yüzde 10’luk kesimden TİS hakkını elde edenler ise yüzde 5’tir. Yani gerçekte sendikalı sayısı yüzde 5’lerdedir. Sözde “anayasal hak” olan sendikal örgütlenmeye bile çıkarılan engeller, işçi ve emekçilerin örgütlenmesinden ne denli korktuklarının en açık göstergesidir. Taşların bağlandığı, köpeklerin salındığı bir ülke yaratılmıştır.

Nebati’yi Avrupalı meslektaşları karşısında rahat konuşmasını sağlayan da bu tablodur. Ama Avrupa işçi ve emekçileri kadar Türkiye işçi sınıfının ve halklarının da bir direniş geleneği var. Onca engele, zorbalığa, yalan ve demagojiye rağmen sendikalaşmaya çalışıyorlar, biraraya gelerek tepkilerini ortaya koyuyorlar. Temel eksiklik, direnişlerin birleşik bir mücadeleye dönüşmemesi, dayanışma eylemlerinin yetersizliğidir. Tekil direnişlerden birleşik ve topyekün direnişe geçildiğinde, egemenlerin korkusu gerçekleşecek ve haklar söke söke alınacaktır.

Sabrederek değil, direnerek, birleşerek kazanacağız! Sandıkta değil sokakta haklarımızı alacağız! Bizleri kurtaracak olan -şu ya da bu düzen partisi değil- örgütlenme düzeyimiz, mücadele gücümüzdür! Acil taleplerimiz doğrultusunda örgütlenelim, mücadeleyi yükseltelim! Seçimlere değil, kendi sorunlarımıza ve çözüm yollarına kilitlenelim! Ondan sonrasını biz değil; patronlar, düzen partileri, hükümetler, düşünsün!..

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …