Kriz ve savaş koşullarında EMEKÇİ KADINLARIN DURUMU

krizde kadin

Kadın işçi ve emekçiler, çalışma ve yaşam koşulları itibarıyla erkek işçi ve emekçilere göre çok daha ağır sorunlarla karşı karşıyadırlar. Savaş ve kriz dönemlerinde ise, bu sorunlar daha da büyür, işçi ve emekçi kadının yaşamını çekilmez hale getirir.

Kadın işçilerin proletarya içindeki sayıları dalgalanmaya her zaman açıktır. Çünkü kapitalizm, kriz dönemlerinde kapıya ilk onu koyar. Çalışan kadınların bugün için ortalama yüzde 74.8’i tarımda; yüzde 8.4’ü sanayi sektöründe; yüzde 16.8’i ise eğitim ve sağlık gibi hizmet sektöründe istihdam edilmektedir.

Yapılan bir araştırmaya göre metropollerdeki kadınların çalışma süresi, çeşitli nedenlerle ortalama 8 yıldır. Bundan dolayı emeklilik de hak olarak kazanılmaz, çalışılan yıllar ise ‘yakılır’. İstihdama katılan her 2 kadından biri, 5 sene içinde çalıştığı işten ayrılır.

Kürt illerinde, özellikle GAP bölgesinde kadınların büyük bir kısmı geçici işlerde çalışır. Yüzde 54’le ürün toplama ve hasat, yüzde 35.5’le tohum temizleme, yüzde 27.3’le çapalama, yüzde 23.7’yle taşıma bölümlerinde çok düşük bir ücretle 12-16 saate varan işgünleri boyunca işgücünü satar.

Bunlara karşın sınıfın en örgütsüz kesimi yine kadınlardır. İşçi sendikalarında kadın üye oranı yüzde 10 civarındadır. Zaten sendika ağalarının da, sınıfın bu büyük bölüğünü örgütlemek gibi dertleri yoktur!

Türkiye İstatistik Kurumu TÜİK’in  Kasım 2012 tarihinde açıkladığı sonuçlara göre, kadınlar çalışma hayatında en dezavantajlı kesimi oluşturuyor. Kayıtıdışı istihdamın işgücüne katılım oranı, kadınlar için yüzde 30,2 düzeyindedir. 2011 yılının aynı dönemine göre, işgücüne katılım oranı 1,9 puan artarken, kayıtdışı çalışan kadınların sayısı 132 bin kişi yükselmiştir.

Kadınlarda işsizlik oranı da giderek artmaktadır. Çalışma yaşındaki her üç kadından, sadece biri çalışmaktadır. Yüksekokul mezunu kadınlarda işsizlik oranı ise, yüzde 16,6 ile, erkeklerin oranının iki katıdan fazladır. Bu kategoride yer alan kadınların işsiz sayısı bir önceki yıla göre 110 bin kişi artış göstererek, 232 binden 342 bine fırlamıştır. Bu yükseliş yüzde 47’lik bir artışa denk düşmektedir. Buna göre, resmi işsizlerin yarısından çoğunu yüksekokul mezunu kadınlar oluşturmaktadır. Diğer yandan, “umudu kesik olanlar” başta olmak üzere, iş arama kanallarını kullanmadığı için işsiz sayılmayanların yüzde 58’i kadındır. Geniş tanımlı işsizlik, kadınlarda yüzde 24 oranındadır.

Kadın işçi ve emekçiler, kriz dönemlerde her zamankinden daha fazla işsizlik ve kayıtdışı çalışma ile karşı karşıya kalıyorlar. Kayıtdışı çalışmada ise, ev işçiliği başta geliyor. Yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye’de 2011 yılında temizlik-bakım işi için evlere giden 51 kadın öldü; 400 kadın taciz ve tecavüze uğradı, 3 bini aşkın kadın, iş kazasına maruz kaldı, 5200 ev işçisi işsiz kaldı.

Dünya Ekonomik Formu’nun “Cinsiyet Uçurumu Raporu”na göre Türkiye, 134 ülke içinde kadın-erkek eşitliği alanında yapılan değerlendirmede, 129. sıraya gerilemiş durumda. Türkiye’den sonra gelen ülkeler; Suudi Arabistan, Benin, Pakistan, Çad ve Yemen… Bu raporlar, 2006 yılından itibaren yayınlıyor. 2006 raporunda Türkiye, 105. sırada yer almış. 2007’de 121. sıraya, 2008’de ise 123. sıraya düşmüş. Son yapılan 2009 raporunda ise 129. sıraya kadar gerilemiş. Bu konuda sürekli bir gerileyiş sözkonusu.

* * *

Savaş ve kriz ortamında kadın işçi ve emekçilerin sadece yaşam ve çalışma koşulları ağırlaşmakla kalmıyor, taciz ve tecavüzde, kadın cinayetlerinde büyük bir artış yaşanıyor. Dünya ölçeğinde, her 23 saniyede, bir kadın tecavüze uğruyor!

Türkiye’deki durum da bundan farklı değil. Kadının Statüsü Genel Müdürlüğü’nün ‘Türkiye’de Kadına Yönelik Aile İçi Şiddet Araştırması’ kadınların yüzde 42’sinin fiziksel ve cinsel şiddete uğradığını, bu şiddet olaylarının yüzde 49.9’unun yoksul kesim kadınlarında yoğunlaştığını gösteriyor.

Adalet Bakanı Sadullah Ergin, 2002 yılından Temmuz 2009’a kadar 7 yıllık sürede kadınlara yönelik şiddet ve cinayetlere ilişkin istatistikleri şöyle açıkladı: 2002’de 66; 2003’te 83; 2004’te 164; 2005’te 317; 20067da 663; 2007’de 1011; 2008’de 806; 2009’un ilk 7 ayında 953!

İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi’nin gerçekleştirdiği daha güncel bir araştırmada ise, durumun daha da ağırlaştığı görülüyor. 2005-2011 yılları arasında 4190 kadının, erkekler tarafından öldürüldüğü ve 3074 kadının tecavüze uğradığı; 2011 yılının ilk 8 ayında ise 143 kadın öldürülürken, 76 kadının cana kastedilen saldırılarda yaralandığı, bunun dışında 2011’in ilk 8 ayında 82 tecavüz vakasının mahkemelere intikal ettiği saptanıyor.

Peki mahkemeler ne yapıyor? Kadın cinayetlerinin “ağır tahrik altında işlendiği” savıyla ve katilin “iyi hal”ine bakarak serbest bırakıyor! Ya da olabilecek en az cezaya çarptırıyor ve “denetimli serbestlik” adıyla hepsini geri salıyor. Taciz ve tecavüze direnen kadınları ise, adeta “sen nasıl direnirsin” diyerek yargılıyor. Örneğin, İstanbul Sarıyer’de 21 Mart 2012 tarihinde tecavüze uğrayan bir kadın, tecavüzcüsünü ısırdığı için 2.5 yılla yargılanıyor!

Başbakanın “Ben kadın erkek eşitliğine inanmıyorum” dediği bir ülkede bunlara şaşmamak gerekiyor. “En az üç çocuk istiyorum” diyerek, kadına bir “kuluçka makinesi” gibi yaklaşıldığı, “sen dekolte giyinirsen bu tür çirkinliklerle karşılaşman sürpriz olmaz” denildiği, “tecavüze uğrayan kadın tecavüzcüsüyle evlensin, yargının iş yükü hafiflesin” pervasızlığı ile konuşulduğu, kürtaj hakkına saldırıldığı, hamilelik testlerinin kayda geçirildiği bir ülkede, kadına şiddetin, taciz ve tecavüzün artması kadar doğal ne olabilir?

Kuşkusuz kadına yönelik şiddetin, kadın cinayetlerinin işlendiği, burjuva mahkemelerinin de katilleri değil, kadınları suçladığı tek ülke, Türkiye değil. Emperyalist-kapitalist sistemin kadına genel olarak yaklaşımı böyledir. Fakat Türkiye’de son yıllarda kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin çok büyük oranda arttığı da bir gerçektir. Bunun nedeni olarak, krizin yarattığı sorunlar, buna karşı yeterince mücadele verememenin verdiği çıkışsızlık, sendikal ve siyasal örgütsüzlük, parçalanmışlık, bütün bunların bir ürünü olarak dışa patlayamayan öfkenin içe patlaması gibi nesnel faktörleri sıralamak mümkündür. Bunlarla birlikte bir yandan artan dinci gericilik, diğer yanda yozlaşma ve çürüme, kadına meta gözüyle bakmada ve kadının bedenine yönelmede en önemli subjektif unsur olarak öne çıkmaktadır.

Artan saldırılar, kadını örtünmeye, eve kapanmaya zorlamaktadır. Kadına sadece “anne” olarak değer biçilmekte, “daha fazla çocuk” denilerek, asıl görevinin  çocuk yetiştirmek, erkeği işgücünü yeniden satabilecek hale getirmek olduğu işlenmektedir.

* * *

Savaş ve kriz koşullarında kadın, hem ekonomik, hem de sosyal ve fiziksel olarak büyük bir saldırı altınadır. Bu hem dünyada, hem Türkiye’de böyledir. Esasında sınıflı toplumla birlikte “ezilenin ezileni” haline getirilen kadın, kapitalist-emperyalist sistemde çok daha büyük bir sömürü ve baskı altına alınmıştır. İddia edildiği gibi kapitalizm asla kadına özgürlük getirmemiştir, getiremez. Kapitalizmde kadın, “ücreti ödenmemiş işgücü” ya da işçi sınıfının ücretlerini düşürmek için kullanılan “ucuz işgücü”dür. Ve diğer hiçbir sömürücü toplumda olmayan şekilde, “meta” haline getirilen, bir tüketim maddesi gibi kullanılan, horlanandır.

Deneyimler göstermiştir ki, sınıf mücadelesinin geriye çekildiği, devrim ve sosyalizm hedefinin karartıldığı dönemlerde, kadına yönelik baskı ve şiddet daha da artmıştır. Tersten, kadın haklarının geliştiği, kadının kendine güvenin arttığı dönemler ise, sınıf mücadelesinin yükseldiği, devrimlerin patlak verdiği dönemlerdir.

O yüzden kadına yönelik şiddeti durdurmanın en etkili yolu, genel olarak sınıf mücadelesini yükseltmekten geçmektedir. Erkek sınıf kardeşleriyle omuz omuza grevlerde, gösterilerde, eylemlerde burjuvaziye karşı dövüşmek, kadını özgürleştirmektedir. Erkeği de kadını da eğitecek, dönüştürecek ve eşit hale getirecek tek yer, bu mücadele alanlarıdır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …