Muhalefetin İmamoğlu ile imtihanı

Bir süredir Ekrem İmamoğlu üzerinden fırtınalar kopuyor. İmamoğlu’na 2 yıl 7 ay hapis cezası verilmesi ve tam da seçim arifesinde belediye başkanlığından alınma ihtimali ortalığı karıştırdı.

AKP-MHP bloku uzun süredir “yargı”yı, muhalefeti etkisizleştirmenin bir aracı olarak kullanıyor. ÇHD’den Gezi’ye, Kobani’den TTB’ye muhalif kişi ve kurumları “yargı” silahıyla bastırmaya çalışıyor. Bunu yaparken de hiçbir kural tanımıyor, ne yasalar ne bugüne dek oluşan içtihatlar onu bağlıyor. Sadece hukukun değil, akıl ve mantığın da almadığı bir dizi uygulamayı yaşama geçiriyor.

Şimdi buna İmamoğlu eklendi. Esasında İmamoğlu ile seçimlerden bu yana uğraşıyorlar. Önce kaybettikleri İstanbul seçimlerini tekrar ettirdiler. Sonra İmamoğlu’nun yabancı büyükelçilerle görüşmelerini ifşa ettiler. İBB’ye “terörist” aldığı gerekçesiyle soruşturma açtılar vb…

Şimdi ise eften-püften bir gerekçeyle yargılayıp belediye başkanlığından almaya hazırlanıyorlar. Avrupa Parlamentosu’nda yaptığı bir konuşma üzerine İmamoğlu’na İçişleri Bakanı Soylu, “Türkiye’yi Avrupa’ya şikayet eden ahmak” demişti. İmamoğlu da bunu “asıl ahmak kim, herkes biliyor” şeklinde yanıtlamıştı. Yıllar sonra bu yanıt, mahkemelik oluverdi. İki siyasetçi arasında karşılıklı “ahmak” atışması da “YSK’ya hakaret” davasına çevrildi ve en üst sınırdan ceza verildi. AKP-MHP bloku için, hedefe çaktığı kişi ve kurumlara ceza verecek bir bahane bulmak ve en ağır cezaları verdirmek hiç sorun değil. İmamoğlu için de böyle oldu.

Gerçekte Erdoğan, İmamoğlu’nun kendisine rakip olarak hazırlandığının farkında. ABD-AB emperyalistleri bir zamanlar Erdoğan’ı nasıl palazlandırdılarsa, şimdi İmamoğlu’nu öne çıkarıyorlar. Aynı yoldan geçmiş olan Erdoğan’ın bunu farketmemesi imkansız. O yüzden İmamoğlu’nu yıpratmaya, yolunu baştan kesmeye çalışıyor. Ne kadar başaracağı şüpheli de olsa…

 

Muhalefet karıştı

AKP-MHP blokunun İmamoğlu’na dönük saldırılarının altında yatan nedenler ortada. Bir yandan İmamoğlu’nun arkasında duran emperyalistlere ve işbirlikçilerine mesajlar veriliyor. “Kolay lokma” olmayacakları, sonuna dek direnecekleri gösteriliyor. Bir taraftan da seçim öncesi İstanbul gibi çok önemli bir merkezi muhalefetin elinden alarak, çok önemli bir gelir ve yönetim mekanizmasına sahip olmak, gerileyen kitle tabanını yeniden canlandırmak, hala çok güçlü oldukları imajını vermek istiyorlar. Bu arada muhalefeti de sınamış oluyorlar.

Bu saldırı karşısında muhalefetin ne yapacağı, seçimler başta olmak üzere bundan sonraki süreçte tutumunu göstermesi bakımından önemli bir veri olacak. Nitekim İmamoğlu saldırısıyla, muhalefeti karıştırmayı başardılar.

Duruşmanın yapıldığı gün Kılıçdaroğlu’nun Almanya’da olması, Meral Akşener’in boşluğu değerlendirip başrolü kapması, İmamoğlu ile verdiği samimi pozlar, bunun üzerine Kılıçdaroğlu’nun apar-topar İstanbul’a dönmesi, bir kez daha “6’lı masa çatırdıyor mu” tartışmalarını getirdi. “Kılıçdaroğlu’nun danışmanları onu kandırmış mıydı”, “Akşener-İmamoğlu sevinç gösterisi, kararın onlara yaradığını mı gösteriyordu”, “Kılıçdaroğlu’nun altı mı oyuluyordu” vb. bir çok soru ortaya atıldı.

İmamoğlu’na verilen cezayla, Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı tehlikeye girmişti! İmamoğlu Saraçhane’ye topladığı onbinlerle ve kürsüye çıkardığı “6’lı masa” temsilcileriyle, en güçlü cumhurbaşkanı adayı olduğunu ortaya koymuştu! Böylesi erken yorumlar yapıldı. Fakat kesin olan; “6’lı masa”nın çok da sağlam olmadığı, kendi içinde pek çok çatlak ve çelişki barındırdığı, hükümetin bir-kaç hamlesiyle yıkılmasa bile sarsıldığının görünmesiydi.

 

Karar, kime yaradı?

Mahkeme kararının ardından muhalefet cephesinde hakim olan yorum, Erdoğan’ın kendi kalesine top attığıydı. Erdoğan’a verilen ceza ile paralellikler kuruluyor, cezadan sonra Erdoğan’ın önünün açılması gibi, İmamoğlu’nun da kendiliğinden önünün açılacağı varsayılıyordu. “Mağduriyet’in işe yaradığı” şeklindeki yanlış yargıyı tekrar edip durdular.

Oysa halkın “mağdur” olanın yanında durduğu tam bir safsatadır. “Mağdur”un değil, mağduriyete karşı duranın, boyun eğmeyenin, direnenin yanında olunur. İmamoğlu da bunu bilerek, ona uygun davranıyor. Ne zaman saldırıya uğrasa, halkı meydanlara çağırıyor; hakkını yedirmeyeceğini, direneceğini haykırıyor. Bu yanıyla Erdoğan’dan doğru dersler aldığını söyleyebiliriz. Daha doğru ifadeyle, geçmişte Erdoğan’a akıldanelik yapanlar, şimdi İmamoğlu’nun arkasında durarak benzer taktikleri uyguluyorlar.

Ama tarihte tekerrür yoktur. “Aynı nehirde iki kez yıkanılamaz.” Erdoğan’a “yürü ya kulum” dendiği dönemle bu dönem aynı değildir. Geçmişte Erdoğan’ı destekleyen iç ve dış güçler, bugün İmamoğlu’nu destekliyor olsa bile, aynı sonuçlar doğuracağı anlamına gelmez. Toplumsal-siyasal olaylarda, matematikte olduğu gibi her zaman iki kere iki dört etmez. Bir çok faktör devreye girer ve bazen hiç kimsenin beklemediği sonuçlar ortaya çıkar.

Onun için toplumsal-siyasal gelişmelerde kestirmeci ve indirgemeci yaklaşımlardan uzak durulmalıdır. Bu kararın İmamoğlu’na yarayacağı veya Erdoğan gibi önünün açılacağı şeklindeki değerlendirmeler, aceleyle yapılmış yanlış değerlendirmelerdir. Tarihte hiçbir olay otomatikman aynı olmamıştır. Kimi çakışmalar, benzerlikler olsa bile, mutlaka önemli farklılıklar oluşur ve bu durum çok şeyi değiştirir.

 

Bundan sonra ne olacak?

AKP geçmişten bu yana, atacağı adımları hep temkinli attı. Bir adım atıp tepkileri ölçtü, ona göre yeni adımlarını belirledi. Bu kez de öyle yapıyor. İmamoğlu’na verilen cezaya tepkiler yükselince, “bunun istinafı var, yargıtayı var” diyerek, güya hukuksal sürecin devam ettiğini söylüyorlar. Oysa kararların hukuk dışında alındığını herkes biliyor. Burada belirleyici olan, hukuk değil, tepkilerin düzeyidir.

AKP-MHP bloku, İmamoğlu üzerinden muhalefeti test etti. Muhalefetin başarılı bir sınav verdiği söylenemez. Esasında AKP’nin 20 yıldır işbaşında olmasının asıl müsebbibi, burjuva muhalefetin kendisidir. AKP’nin her tür yolsuzluğuna, hukuk tanımazlığına, kuralsızlığına boyun eğerek, bu sistemi birlikte inşa ettiler. O çok övündükleri İstanbul seçimlerinde bile, “tekrar seçim” dayatmasını kabul ettiler. Üstelik aynı zarfa giren 4 pusuladan sadece birinde hile yapıldığı iddiasını sineye çekerek… Sonrasında 850 bin fark atmakla övünüp durdular, ama birçok ilçe belediyesini ve belediye meclisindeki çoğunluğu AKP’ye göz göre göre hediye ettiler. O zaman direnmiş olsalardı, bugün bu hallere düşmezlerdi.

Keza HDP belediyelerine kayyum atanırken gereken tepkiyi göstermediler. Elbette asıl tepki koyması gereken HDP’ydi. Saldırıya uğrayan kesim ciddi bir karşı koyuş geliştirmezse, destekçileri de alt perdeden konuşur. Nitekim öyle oldu. HDP’den eylemli bir duruş gelmeyince CHP’nin karşı çıkışı da çok cılız kaldı.

Bütün bu gelişmelerden muhalefet cephesi gereken dersleri çıkardı mı? Bundan sonra daha direngen bir tutum alacak mı?

AKP-MHP blokunun daha da saldırganlaşacağı, ayakta kalmak için her şeyi yapacağı aşikar. İmamoğlu’nun cezası onanıp başkanlığını düşürebilirler. Sadece İmamoğlu’na değil, diğer muhalif liderlere, yöneticilere dönük yeni saldırılar gündeme gelebilir. Bunu durduracak olan tek güç, halkın gücüdür. Muhalif partiler, halkın harekete geçmesini bugüne kadar olduğu gibi durdurmaya kalkarsa, hem AKP-MHP saldırılarını önleyemez, hem de halkı kaybeder.

Şimdilerde muhalefet cephesi durumu toparlamaya çalışıyor. Kılıçdaroğlu, İmamoğlu kararının onaylanması durumunda “cehennemin kapılarının açılacağı”nı söyleyerek, Akşener “gök kubbeyi başınıza yıkarız” diyerek meydan okuyorlar. Fakat ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz! Kitleleri arkasına almayı başaramayan hiçbir siyasi hareket rakiplerine üstünlük sağlayamaz.

 

Kendi kavgamızı verelim

Erdoğan-İmamoğlu kavgası, burjuva klik kavgasıdır. Bunu bir “demokrasi mücadelesi” veya “halkın iradesine sahip çıkma” kavgası olarak sunmak doğru değildir. Reformist kesimlerin bu argümanlarla İmamoğlu’na destek vermesi, onu bir “demokrat” bir “kahraman” gibi göstermesi, kabul edilemez.

Kapitalist sistemde seçimler hiçbir dönem “halkın iradesini” yansıtmaz. “Seçme-seçilme hakkı” hep göstermelik kalmıştır. Bir işçinin, emekçinin milletvekili aday adayı olması bile neredeyse imkansızdır. Her aşaması binbir engelle doludur. Seçimlerin nispeten en demokratik olduğu ülkelerde bile “halkın iradesi”nin yansıttığı söylenemez.

Kaldı ki son yıllarda sadece ülkemizde değil tüm dünyada seçimler giderek daha fazla göstermelik hale geldi. AKP döneminde tam bir keyfiyet ve kural tanımazlıkla seçimler iptal edildi, tekrarlandı; seçimle gelenlerin yerine kayyumlar atandı, milletvekillerinin dokunulmazlığı kaldırıldı, hapse atıldı vb… Bu koşullarda hala seçimle bir çok şeyin değişeceği, halkın iradesinin tecelli edeceği vaaz ediliyor. Kendisine devrimci diyen kimi kurumlar bile bu koroya katılıyor.

İşçi ve emekçiler bilmeliler ki, gaspedilen hakların hiç biri seçim sonrası geri verilmeyecek. Taleplerin hiç biri kendiliğinden karşılanmayacak. Bunun için yine üretimden gelen gücün kullanılması, sokağa çıkılması gerekecek. O yüzden hangi parti kazanırsa kazansın, biz kendi kavgamızı vermek zorundayız. Burjuva klik kavgasına alet olmadan, sınıf kavgasını yükseltmeliyiz.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …