Deprem bölgelerinde güvenlik sorunu

“Güvenlik sorunu” afet bölgelerinde genel olarak yaşanır. Yaşanan büyük depremlerin ardından, Antakya’daki güvenlik sorunu, çok daha boyutlu ve çok yönlü olarak ortaya çıktı.

1- Antakya özelinde güvenlik sorununun başına, “şehre inen” cihatçı çeteleri yazmak gerekir. Suriye savaşının başlamasının ardından Antakya’ya doldurulan silahlı cihatçı çeteler, büyük tepkiler ve verilen mücadelenin ardından etkisini yitirmişti. Bir kısmı başka bölgelere taşınmış, bir kısmı ise gözlerden uzaklaştırılmış, böylece bu sorun gündemden düşmüştü.

Deprem sonrasında, bu cihatçı çeteler yeniden ortaya çıktılar. Mesela 10 Şubat gecesi Antakya’da “baraj taştı, kaçın” provokasyonu gerçekleştirdiler. Armutlu mahallesinde avaz avaz çalan sirenler eşliğinde, üniformalı (kimisi itfaiyeci, kimisi asker-polis kıyafetiyle) bir grup, arkasında tekbirler çeken bir cihatçı grupla birlikte kitlenin içine dalıp, “baraj taştı, hemen kaçın” diye bağırarak, koşarak uzaklaştılar. Yarattıkları panik ortamı, birçok insanın arabalarına atlayarak hemen bölgeden uzaklaşmasına, hatta Antakya’dan çıkmasına neden oldu. Zaten iki büyük deprem, yüzlerce orta büyüklükte artçı yaşayan, bir haftadır sallanmaya ve korkmaya devam eden, aşırı soğuk ve açlık koşullarında hayatta kalma savaşı veren insanlar için, “baraj taştı, kaçın” çığlıkları, büyük bir psikolojik yıkım anlamına geliyordu. Cihatçı çeteler tarafından organize edilen bu provokasyon, kitlesel biçimde Antakya’nın boşalması hedefini taşıyordu.

Cihatçı çetelerin bir diğer saldırısı, yardım tırlarına gerçekleşiyor. Bu konuda sayısız örnek görüldü. Yardım tırlarının önünü kesip, içindekileri tehdit ederek, tırı alıp gidiyor, ya da orada yağmalıyorlardı. Keza silahlı grupların kuyumcu soyduğu haberleri yayıldı.

Devrimci-demokrat kesimlerin “yaşam alanı” oluşturduğu kimi bölgelerde, kendi aralarında Arapça, “denk getirsek de birilerini vurup enkazın içine atsak” diye konuştukları duyuldu.

Toplamda, bugün Antakya’da birçok alanda sakallı, silahlı cihatçı çeteler insanların karşısına çıkıyor ve ciddi bir yaşamsal tehdit olacak çeşitli müdahalelerde bulunuyorlar.

Elbette burada “cihatçı çeteler”le Suriyeli sığınmacıları birbirinden ayırmak gerekiyor. Devletin cihatçıları öne sürüp halkı genel olarak Suriyelilere karşı kışkırtmak, şovenizmi körüklemek gibi bir amacı var. Buna meydan vermeden cihatçı çetelere karşı mücadele edilmelidir. Cihatçı çetelerin arkasında duran AKP-MHP bloku hedefe çakılmalıdır.

2- Bir diğer güvenlik sorunu, ev yağmacıları konusudur. Antakya nüfusunun yaklaşık yarısının göç ettiği düşünülüyor. Yüzbinlerce kişinin enkaz altında kaldığı da tahmin ediliyor. Böyle bakınca, Antakya’da hasarlı ya da hasarsız, boş kalan binlerce ev sözkonusu. Bazı mahallelerde ev eşyalarının çalınıp evlerin kundaklandığı görülüyor.

3-Gözlerden kaçmaması gereken bir başka güvenlik sorunu ise, devrimci-demokrat kesimlerin yaşadığı güvenlik sorunudur. Antakya kaderine terkedilmiş durumdayken, devrimci-demokrat kurumlar gelip orada enkaz kaldırma, arama-kurtarma faaliyeti yürüttüler, aşevleri kurdular, revir açtılar, çadırlar oluşturdular. Antakya halkı enkaz altında kalanları çıkarabilmek için bir vinç bulamamanın çaresizliğini yaşarken, devrimci-demokrat gönüllülerle birlikte gelen aletlerle moloz kaldırıp can kurtarmaya uğraştılar. Devletin terkettiği Antakya, bu büyük dayanışma ile yaralarını sarmaya çalışıyor. Devletin en çok korktuğu şey, işte bu tablodur. Bu nedenle devlet çeşitli biçimlerde devrimci-demokrat kesimleri bölgeden uzaklaştırmak istiyor. Resmi kolluk güçleri geliyor tehdit ediyor, enkaz başında çalışanlar uzaklaştırılıyor, tekbir sesleriyle psikolojik baskı oluşturuluyor; hatta açıktan “kaybetme” tehdidi savruluyor.

(Depremin 4. gününde Armutlu Dayanışma merkezinde 2 Kaldıraç gönüllüsü, devriye gezen ve kendisini TEM polisi olarak tanıtan kişiler tarafından tehdit edildi.

27 Şubat günü ise TÖP Hatay il sözcüsü Hasan Özgün ve arkadaşları, Güzelburç Köyü’nde erzak dağıtımı ve halk toplantısı yaparken, JÖH tarafından silahla tehdit edildiler ve iki saat boyunca fiili gözaltı uygulamasına maruz kaldılar. )

* * *

Tüm bu tehditleri, yine kendi dayanışmamız, kendi gücümüzle aşacağız.

Öncelikle yapılması gereken, savunma komiteleri oluşturmaktır. Antakya’da bir mahallede, evlerin sürekli soyulması ve kundaklanması üzerine mahallenin gençleri, muhtarla irtibat halinde silahlı nöbet tutmaya başladılar. Her türden saldırı ve tehdide karşı, kendi savunma gücümüzü oluşturmamız kaçınılmaz bir zorunluluktur.

Güvenliği sağlayacak, ama önemi çok da fark edilmeyen ikinci konu, kentin elektrik hatlarının hızla tamir edilip açılmasıdır. Yıkımın daha az olduğu bölgelerde bunu yapmak çok daha kolaydır. Sokak aydınlatması, kentin “ıssız” ve “harabe” görüntüsünü bir nebze ortadan kaldıracak en etkili unsurdur. Jeneratörler, sokak aydınlatması ile aynı görevi üstlenmez. Şu anda, herhangi bir ara sokağa girmek mümkün değildir. Bu aydınlatma, hem yağmacıların işini zorlaştırır, hem kitlenin güvenini-rahatlığını artırır.

* * *

Antakya güvenlik sorununu, başka herhangi bir bölgeden çok daha yoğun olarak yaşamaktadır. Gezi Ayaklanması’ndan bu yana Antakya’nın toplumsal yapısı da, bugün devrimcilerin büyük bir gönüllülükle dayanışmaya koşması da, devleti çok rahatsız etmektedir. Ve cihatçı çeteler, başka herhangi bir yerden çok, Antakya için tehdittir. Bu koşullarda, depremin yaralarını kendi kendine sarmaya çalışan Antakya’nın, kendi güvenliğini de kendisinin sağlaması gerekmektedir.

Devrimci-demokrat kurumların kendi içinde “koordinasyonu” sağlaması, hayatı daha yaşanılır hale getirmenin yanısıra artan güvenlik sorununu gündemine alması, özsavunma birimlerini oluşturup nöbet sistemini oturtması acil bir görevdir. Yeni kayıplar yaşamadan vakit geçirmeksizin gereken tedbirleri almak hayati önemdedir.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …