Hatay için üçüncü kez yola çıktık. İnsan dayanışmaya giderken hüzün dolu olur mu? Kalbi dayanışma için atarken, acı içinde kıvranır mı?
Yıkılmış bir şehrin insanlarıyla konuşmaya, onların yaşadıklarını görmeye zor dayanıyoruz. Dayanışmaya gidiyoruz ama kendimizi yetersiz hissediyoruz. Eksik kalıyoruz çünkü. Yerle bir olmuş şehrin neresine, onbinlerce depremzedenin kaçına yetişebileceğiz!…
Yollar daha sakin, şehir küsmüş gibi sessizliğe bürünmüş. İnsanlar artık durumu kabullenmiş gibi. İlk gittiğimizdeki gibi değiller. Daha sakin görünüyorlar. Birçoğu evlerden eşyalarını çıkartmaya başlamış, “hasar görmüş evden ne alabilirsek” diyorlar. Doğup büyüdükleri şehri terk etmek zorunda kalanlar, içleri kan ağlaya ağlaya, eksilmiş olarak gidiyorlar. Bu durum zorlarına gidiyor.
Yardımları dağıtıyoruz, dağıtırken insanlarla sohbet etmeye çalışıyorum. Ama devam ettiremiyorum. Öyle acılar yaşıyorlar ki, öyle ağıtlar dinliyoruz ki, bir korku filmini istemsizce izliyor gibiyim.
Hele ki çocuklar… Bu korkunç olayın en masumu onlar… Artık çocuklukları da bitti. Bir gecede büyür mü çocuk, büyüdüler işte…
Yardım etmek için durduğumuz bir yerde, çocukları gördük. Şakalaşıyorlardı aralarında. Boncuk gözleriyle baktılar bize. Çok şey anlatıyorlar, konuşmadan. Üstlerinde mont yok, kışın ortasında çorapsız ayaklarına terlik giymişlerdi. Eğildim, dokundum birinin ayağına, buz tutmuştu. “Hani senin çorabın” dedim, “yok ki abla” dedi. Gülümseyerek “size çorap getirdim” deyince, gözlerindeki mutluluğu anlatmak mümkün değil. Tabi kaç gün yetecek vereceğim çorap? Kaç gün ısınacak o ayaklar? Daha önemlisi, yaşadıkları acıyı, hissettikleri korkuyu nasıl unutacak bu çocuklar? Öyle mahcuplar ki, ikincisini verdiğimde “biz aldık abla” diyorlar.
Bir kadın gülerek yanımıza geldi, kucağında ve karnında çocuğu var, onlar için oyuncak istiyor. Bu anne bebeğini nasıl dünyaya getirecek? Kucağındaki çocuğun korkusunu nasıl yenecek? Cevabını bilmediğim binlerce soru…
İhtiyaçlar artıyor ve her defasında değişiyor. İlk gittiğimizde ekmek-su-kıyafet istediler. İkinci gittiğimizde gıda-soba-odun oldu. Üçüncü kez gittiğimizde ise, tüp-tencere-kahvaltılık dediler. Artık yaşamlarına devam etmek istiyorlar.
Şehirde arama-kurtarma çalışmaları durmuş. Geç kaldıkları yetmezmiş gibi, şimdi de yıkıma başlamışlar. Cansız bedenler denk geldikçe, yıkarken çıkaracaklar herhalde…
Yıkılan ve her gidişimizde biraz daha boşalan Hatay’a sanırım son gelişimiz bu. Ama yardıma devam edeceğiz. Yaşadığımız şehirde depremzedeleri bulup ihtiyaçlarını gidermeye çalışacağız. Yeniden hayata tutunmaya çalışanlara, biz de imkanlarımız ölçüsünde destek olacağız. Çünkü biz yardımsever, paylaşımcı, vicdanlı bir halkız. Ne kadar parçalamaya çalışsalar da bizi biz yapan güzel özelliklerimizi yitirmedik. Depremde ortaya çıkan büyük dayanışma, bunu bir kez daha kanıtladı: Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerden!