8 Mart’ta depremzede kadınlarla beraberdik

Bu yıl 8 Mart, depremin bir katliama dönüştüğü dönemde kutlandı. Ve doğal olarak 8 Mart kutlamaları da depremzede kadınlarla birlikte yapıldı.

Dünya Emekçi Kadınlar gününü depremzede kadınlarla birlikte kutlamak, 8 Mart’ın ruhuna en uygun olanıydı. Kadınlar bu depremde çocuklarını, ailelerini, yakınlarını kaybetmenin büyük acısı ile kıvranıyor. Yanı sıra bir kısmı “kayıp” çocuğunu, yakınını arıyor. Bir mezar taşı bile koyamadıkları için kahroluyor. Aç ve açıkta kalmanın en büyük sıkıntısını yine depremzede kadınlar çekiyor. Bulaşık, çamaşır gibi temizlik sorunları, en ilkel haliyle kadınların üzerinde yıkılmış durumda. Başta çocukları olmak üzere ailesini bulaşıcı hastalıklardan, depremin yaratacağı travmaya kadar tüm sorunlardan kurtarma yükümlülüğü asıl olarak kadınlara düşüyor. Onların başını sokacak bir çadır, bir konteyner bulabilmek, karınlarını doyurabilmek için çırpınıp duruyorlar.

“8 Mart’ta bulunduğumuz her yerde depremzede kadınların yanında olacağız. Ya bizzat depremin yaşandığı bölgelere giderek, ya da bulunduğumuz bölgelere gelen depremzede kadınlarla birlikte 8 Mart’ı kutlayacağız” demiştik, öyle de yaptık.

 

İstanbul’daki depremzede kadınlar

İstanbul’da 8 Mart günü Esenyurt’ta depremzede kadınların yanına gittik. Deprem olduğunda Antakya’da 13 saat enkaz altında kalan bir ailenin kadınları, bu 13 saat boyunca neler yaşadıklarını, dışarıdaki akrabalarının çabaları sonucunda enkazdan sağ çıkmayı başardıklarını anlattılar.

Sonrasında yaklaşık bir hafta Antakya’da kalmaya devam ettiklerini, ancak hiçbir temel ihtiyaç maddesine ulaşamadıklarını, bu koşullarda İstanbul’a geldiklerini söyleyen kadınlar, Hatay’a geri dönmek istediklerini belirttiler.

Depremzedelerle yaptığımız sohbette, dikkatimizi çeken unsurlar şunlardı: En başta devlete ve devletin tüm kurumlarına büyük bir güvensizlik taşıyorlardı. Sadece kendilerini enkazdan kurtaran birkaç askeri bunun dışında tutuyorlardı; onun dışında hükümet, AFAD, Kızılay, bakanlıklar gibi, devletin tüm kurumlarının kendilerini yalnız bıraktığını, ölüme terkettiğini düşünüyorlardı. “Neden Hatay bu kadar sahipsiz kaldı” diye soruyorlardı.

İkincisi, bedenleri buraya gelmişti, ancak kalpleri, ruhları hala Antakya’daydı. Deprem gerçeği ve herşeylerini kaybetmiş olmaları onları durduruyordu, ancak büyük bir özlemle Antakya’yı anlatıyorlardı. Sürekli geri dönmek üzere konuşuyorlardı, ancak bu dönüşün belirsiz bir tarihe ertelendiği belliydi. Mesela hemşirelik okumakta olan bir genç kız, “okulu bitirdikten sonra” Hatay’a tayin isteyeceğini söylüyordu. Genel yaklaşım olarak “evleri yapıldıktan sonra” dönmeyi planladıklarını söyleyebiliriz. Kaybettikleri evlerinin yerine kendilerine bir ev verileceğine inanıyorlardı.

Küçük çocukların okulu çok büyük bir sorundu. Okul öncesi çocuklar zaten annelerinin yanından hiç ayrılmak istemiyor, ayrıldıkları anda kıyameti kopartıyorlardı; bu nedenle onları kreşe yazdırmak gibi bir düşünceleri yoktu. İlkokul yaşındaki çocuklar ise, okula kaydedildikleri halde gitmemek için direniyor, anneden ayrıldıkları anda büyük sorun çıkartıyorlardı.

İstanbul’da insanların kendileriyle ilişki kurma tarzı iki ayrı uçtaydı. Bir grup insan kendilerine fazlasıyla iyi davranıyor, her türlü yardımı yapmaya çalışıyor, büyük bir sahipleniş gösteriyorlardı. Bir grup insan ise, dışlıyor, uzak duruyor, ev kiralamıyor, açıkça “ötekileştiriyor”du. Kendilerine destek olan herkese karşı büyük bir sevgi besliyorlar, çok değerli bulduklarını anlatıyorlardı.

En büyük sorun ise “yardımlar” konusuydu. “Bizim bir hayatımız vardı” dedi üniversiteli genç kız “herşeyimiz vardı, kimseye muhtaç değildik!”. Şimdi “yardıma muhtaç” olmaktan utanıyorlardı. Üstelik, Hatay’daki depremzedeler, yaşadıkları müthiş yoksunluklar içinde bu türden çekinceleri hızla üzerlerinden atarak, “yardım” konusunu bir “hak” olarak görmeye başladıkları, devletin yokluğunun hesabını sormaya başladıkları halde… Hatay’dan başka kentlere gitmiş olanlar, kendilerini “sadaka alır gibi” hissediyorlar ve bu çok daha büyük bir acı veriyor.

Konuşmanın içinde deprem sonrasında Hatay’da olduğumuzu, orada gönüllü çalışma içinde yer aldığımızı, gözlemlerimizi anlatınca şaşırdılar. Demledikleri sıcak çay eşliğinde, iki saati aşan bir sohbet içinde biz de düşüncelerimizi anlattık, dayanışmanın önemini vurguladık; bu dayanışma içinde Hatay’ın yeniden ayağa kalkması için birlikte çalışacağımızı ifade ettik.

 

Antakya’da depremzede kadınların yanında

8 Mart sabahı FÕKEV temsilcisi olarak Antakya Ekinci Mahallesine gittik. Bir grup kadın, çadırın ve evin önünde oturuyordu zaten. Emekçi Kadınlar Günü’müzü sımsıkı kucaklaşarak paylaştık.

Sorunlar yine aynıydı. Çadırda, deprem günü beli sakatlanan ve geçirdiği ameliyat nedeniyle yürümekte zorlanan genç bir kız ile yaşı ilerlemiş olanlar kalıyordu. Genç kız 8 Mart nedeniyle temiz giyinmek ve saçlarını yıkamak istiyordu. Yürütecini getirdi diğer kadınlar. O tutundu, diğer kadın saçını yıkadı.

8 Mart, koşullar ne olursa olsun kadınlar için böylesine anlamlıydı. Hiç bir şey yapamasa bile yüreğiyle, duruşuyla kutluyordu.

Sohbet gündemi elbette deprem. Ama onlar kendilerinden önce bizi soruyorlardı. “Adana’da deprem olacak, aman bütün önlemlerinizi şimdiden alın” diyorlardı. Kahve içmemiz için ısrar ettiler. Kahvesiz olmuyor gerçekten de. Bu bir yanıyla hayata dönme işareti.

Hemen yan komşularda da aynı telaş. Yemek-bulaşık telaşı, çocukların oyun telaşı. Komşu kadın ne ettiyse arkadaşlarından ayıramadı çocuklarını. Dört çocuk masaya oturmadan önce ellerini yıkadılar. Sonra güle oynaya birbirlerine takıla takıla yemek yediler. Yemekten biraz önce de çocuklar için bir evin bahçesinde yapılan etkinliğe katılmışlar. Evin genç kadınlarından biri, işyerinin eşyalarını taşımaya yardım ediyordu. Kahve sohbetinden sonra mayalanan hamur bezelendi. Telefonlar hiç susmadı. Herkes birbirine ihtiyaçlarını soruyordu.

Gitme vaktimiz geldiğinde Adana’ya araba arama telaşı başladı. İstanbul’a giden Eğitim Sen otobüsü varmış, ona yetişmeye çalıştık. Yine gelme sözüyle kucaklaşarak ayrıldık.

Adana’da kararan havada belediye otobüsüne yetişme telaşı derken, durakta bekleyen bir erkek yolcu, bütün sevimliliği ile “kadınlara bugün ücretsiz, kart basmayın” dedi elimdeki kartı işaret ederek. Adana’nın kadın şoförlerinden birini görünce durur muyuz “emekçi kadınlar günümüz kutlu olsun” dedik. O da aynı şekilde cevap verdi. Otobüste uzun süredir ilk kez yüzler gülüyordu. Herkes kutlama halindeydi.

Bunlara da bakabilirsiniz

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …

Ser verip sır vermeyen yiğit: İSMAİL GÖKHAN EDGE

İsmail Gökhan Edge, Diyarbakır işkencehanelerinde sır vermedi, ser verdi. O, 1953 yılında Eskişehir’de doğdu. İzmir …