Saraylar saltanatlar çöker Kan susar bir gün!

ankara katliam

Ankara’da Türkiye tarihinin en kanlı katliamını yaşadık. Her saat artan sayılarla yüreklerimiz bir kez daha dağlanıyor. 105 ölü, 500’ü aşkın yaralı var. Bu katliam, öncekilerden sadece sayısal fazlalıkla ayrılmıyor. Türkiye’nin dört bir yanına giden cenazelerle ülkenin tümünü kapsıyor. Çünkü bu katliam, Doğu’dan Batı’ya, Kuzey’den Güney’e her taraftan Ankara’ya gelen işçi ve emekçilere, devrimci ve demokratlara karşı yapıldı. Kürt-Türk, Alevi-Sünni, savaşa ve faşizme karşı olan herkese karşı yapıldı.

Katliamın ardından, burjuva medyada bu katliamın arkasında kimler olduğu tartışılıyor. Oysa kitle, bombanın patladığı anda “katil devlet” diye haykırdı. Katliamı kimlerin yaptığını çok açık biçimde ilan etti. Çünkü bu kitlenin bir “siyasi hafızası” var!ankara-anma-17ekim

İlk akla gelenin ’77 1 Mayıs’ı olması boşuna mıdır? Şu çakışmaya bakın ki, patlamadan hemen önce halay çeken gençler, ’77 1 Mayıs’a atfen yapılmış “bu meydan kanlı meydan” marşını söylüyor. Ve daha mısrayı tamamlamadan arkada korkunç bir patlama gerçekleşiyor.

’77 1 Mayısı’nda da işçi ve emekçiler, egemenlere karşı güçlerini birleştirmiş ve giderek artan bir kitleyle ayağa kalkmıştı. Orada sivil kıyafetli tetikçiler, daha önceden yerleştikleri yerlerden kitlenin üzerine ateş açmış, ardından polis panzerleri sürülmüştü. Ankara’da ise katliamın tetikçileri “canlı bomba” olarak karşımıza çıktı. Çok yakın zamanda Diyarbakır mitingi ve Suruç katliamlarında yaşandığı gibi…

Yani katliamın biçimi değişmişti. Geçmişte katliamları devlet “kontrgerilla” adı verilen bir örgütlenme ile bizzat kendisi gerçekleştiriyordu. Son yıllarda ise, (Reyhanlı’dan bu yana) adına IŞİD denilen katiller çetesiyle (kimi zaman “canlı bomba” , kimi zaman patlayıcı dolu arabalarla) gerçekleşiyor.

Bu IŞİD çetesini, Ortadoğu’daki paylaşım savaşında kullanmak üzere ABD’nin yarattığını biliyoruz. AKP’nin de ona yardım ve yataklık ettiğini, silahtan gıdaya, eğitimden tedaviye her biçimde besleyip büyüttüğünü… Bunlar ayan-beyan ortaya çıkmış gerçeklerdir.

Şimdi katliamı IŞİD çetesinin üzerine yıkarak, onun arkasında duranları gözlerden saklamak ve işin içinden sıyrılmak mümkün mü? IŞİD’in emperyalizmin ve işbirlikçilerinin maşası olduğunu bilmeyen var mı?

Bizi ilgilendiren, kimlerin tetikçi olarak kullanıldığı değildir. Bunları öğrenmek çok zor da olmaz. Zaten onları kullananlar, özellikle deşifre ederek, kendilerini gizlemeye çalışırlar. Kitlelerin yükselen tepkilerine bağlı olarak yargılarlar bile! Nitekim Ankara katliamının ardından IŞİD’e yönelik operasyonlar başlatıldı!

Fakat bu kez gözboyamayı başaramıyorlar! Cenazelerde kitlelerin en sık attığı slogan “Katil devlet hesap verecek”tir! Açılan pankartlar “Katilleri tanıyoruz” şeklindedir.

Halkımız katilleri tanıyor! Dersim’den, Maraş’tan, Sivas’tan… Roboski’den, Suruç’tan, Cizre’den…

Geçmiş katliamlar bir yana, son katliamda bile, Ankara’da bomba patladıktan sonra, polisin gaz bombası, biber gazı ve coplarıyla saldırması, ambulansların önünü kesip yarım saat geciktirmesi, katillerin kimler olduğunu bir kez daha gösterdi.

 

Yeni katliamları durdurmak için…

Ankara’daki katliamın ardından hemen her yerde protesto gösterileri gerçekleşiyor. Cenazeler kitlesel biçimde kaldırılıyor. Mitingi düzenleyen kitle örgütlerinin 2 gün “genel grev” kararı alması, son derece önemlidir. Uzun yıllardan sonra ilk kez doğrudan siyasi taleplerle greve çıkılacaktır.ankara2

Bu tepkiler çok önemlidir. Ancak daha önemlisi hesap sorma talebinin somut hedefe dönüştürülmesi ve yaşama geçirilmesidir. Unutulmamalıdır ki, önceki katliamlara karşı da tepkiler yükselmişti, fakat katillerden, gerçek sorumlularından hesap sorulamadı. Eğer ’77 1 Mayısı’nın, Maraş’ın, Sivas’ın, Roboski’nin sorumlularını yargılamayı başarsaydık, Ankara’yı yaşamazdık. Şimdi bu katliamın sorumlularından hesap soramazsak, yeni katliamların yaşanmasını önleyemeyiz.

Onun içindir ki, başta genel grev olmak üzere katliama karşı yükselen tepkiler, bir protesto olmanın ötesinde, somut siyasi taleplerle yaptırım gücüne ulaşacak bir düzeye çıkmalıdır.

Katliamın hemen ardından “güvenlik zafiyeti”nden dolayı en fazla İçişleri Bakanı’nın istifası öne çıkarıldı. Oysa kitleler “hükümet istifa” diye bağırmaktadır. En öfkeli atılan slogan da “Hırsız, katil Erdoğan”dır. Haziran ayaklanmasında da öne çıkan bu talep, artık gerçekleşmelidir. Haziran’dan farklı olarak, bu kez Kürt hareketinin “çözüm süreci” gibi bir bahanesi de yoktur. Kürt halkı, zaten günlerdir kurşun ve bomba yağmuru altındadır. Ankara’daki katliamdan sonra Kürt halkı da sokaklara çıkmıştır. Yükselen birleşik mücadele ile, kitlelerin hedeflerine ulaşmasının zemini daha da kuvvetlenmiştir.

Sadece katiller değil, onların arkasında duran “siyasi sorumlu”lar hesabını vermelidir. Bunun somut adı, Erdoğan’dır, AKP hükümetidir. Elbette hükümetler gelir gider, aslolan devlettir. Ve gerçek kurtuluş da devrimle, sosyalizmle gelecektir. Ancak bu durum, hükümetlerin sorumluluğunu ortadan kaldırmaz ve demokrasi mücadelesini yadsımaz. Demokrasi mücadelesi içinde pişmeyen bir işçi sınıfı, devrimi gerçekleştiremez.

Haziran ayaklanmasından bu yana kitlelerin gücüyle hükümetin devrilmesinin önemi üzerinde duruyoruz. Kaldı ki, sözkonusu olan AKP hükümetidir ve devletle içiçe girmede, halka karşı işledikleri suçlarda diğerlerini aratır oldular.

Bugünkü hükümetin adının “seçim hükümeti” olması kimseyi kandırmıyor. Gerçekte AKP’nin “savaş hükümeti” ile karşı karşıya olunduğu açıktır. Öncesi AKP hükümetleri bir yana, bu hükümetin işlediği suçların haddi hesabı yoktur. Ve bunlar sandıkla gitmeyeceklerini en son 7 Haziran seçimlerinden sonra açıkça ortaya koydular.

Hal böyleyken, sadece CHP değil, HDP de, kitleleri 1 Kasım seçimlerine çağırıyor. Ankara’daki vahşi katliamdan sonra bile Demirtaş, “katliamın hesabını 1 Kasım’da soracağız” diyor. Katliama karşı yükselen öfke ve tepkiyi, oya havale etme çalışmak kadar sığ ve faydacı bir yaklaşım olamaz.

Bu seçimlerin Erdoğan ve AKP’nin dayatması olduğunu ve tanımamak gerektiğini önceden ifade etmiştik. Ankara katliamından sonra bu tespit, çok daha önem kazanmıştır. AKP, saltanatını korumak için oluk oluk kan akıtıyor. IŞİD’den, “Osmanlı Ocakları”na, Sedat Peker gibi mafya bozuntularına kadar tüm çeteleri halkın üzerine salıyor. Yakıyor, yıkıyor, öldürüyor…

Bu katliamların hesabı sandıkta sorulmaz! Onları sokakta, mücadele gücümüzle yeneceğiz ve ancak o zaman sanık sandalyesine oturtmayı başaracağız! Yeni katliamları durdurmanın tek yolu da budur.

 

Şehitlerimize andımız olsun…

Kavgamızın şairi Adnan Yücel, “Saraylar saltanatlar çöker / Kan susar bir gün / Bugünlerden geriye bir yarına gidenler kalır / bir de yarınlar adına direnenler” diyordu, 12 Eylül’ün en karanlık günlerinde… Her daim geleceğe olan umutlarını capcanlı tutanların bilinciyle…

10 Ekim günü savaşa ve faşizme karşı olan yüzbinler de, bu duyguyla Ankara’ya geldiler. Ortadoğu’da, ve ülkemizde süren savaşı ve katliamları durdurmak, saraylarını, saltanatlarını başlarına yıkmak için geldiler. Bombalar bunu engellemek için atıldı.

Halkımızın yiğit evlatları, aydınlık yüzlü gençleri, asla yaşlanmayan bir yüreğe ve bilince sahip olan insanlarımız oradaydı. Her milletten, mezhepten insan kolkolaydı. Halayları, şarkıları, sloganlarıyla, geleceğe umut taşıyorlardı. İşte faşizmin tahammül edemediği ve kanla boğmak istediği şey buydu. 9 yaşından 75 yaşına kadar her yaştan, her ulus ve inançtan insanımızı katlettiler. Ülkenin dört bir yanına cenazeler gitti. Her yanımız acı ve öfkeye kesti.

Ama korkutamadılar, yıldıramadılar, susturamadılar!

Çektikleri halay, söyledikleri türkü, haykırdıkları slogan yarım kalmayacak! O kanlı meydanda üzerlerine örtülen pankart ve bayrakları, yeni insanlar ellerine alacaklar ve hesap sormak için sokakları, meydanları dolduracaklar!

Ankara’da yitirdiklerimiz dahil olmak üzere tüm şehitlerimize ant olsun ki, uğruna can verdikleri idealler yaşayacak! Bunun ilk adımı da kanlı AKP’nin ve Erdoğan’ın saltanatını yıkmak olacak!

Kahrolsun faşist diktatörlük!

Hükümet istifa!

Faşizmi döktüğü kanda boğacağız!

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …