“Emek ve Özgürlük İttifakı”nı oluşturan parti ve kurumlar, bu seçimlere Yeşil Sol Parti (YSP) çatısı altında giriyorlar. (İttifak bileşeni olan TİP 52 bölgede kendi adayını çıkarıyor.)
YSP’nin milletvekili aday listesinde Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’in bulunması bir şaşkınlık ve tepki yarattı. Hem de Diyarbakır ve İstanbul gibi HDP’nin güçlü olduğu bölgelere ve seçilecek yerlere yerleştirilmişlerdi.
Fakat bu duruma HDP içinden veya bileşenlerinden doğru düzgün bir tepki gelmedi. Örneğin TİP’in kendi ismiyle seçimlere katılmasına itiraz ederek günlerce tartışanlar, C. Çandar ve H. Cemal’le ilgili bir tartışma başlatmadılar. HDP’nin adaylarını önceden biliyorlar mıydı, yoksa herkes gibi açıklandığı zaman mı haberdar oldular, bilemiyoruz. Ama herhangi bir karşı çıkışları olmadığını biliyoruz. Ki bunlar arasında kendilerini “sosyalist”, “devrimci” görenler de vardı.
Onlar böylesine sus-pus kesilmişken, Cengiz Çandar daha ilk demecinde Türkiye devrimci hareketine olan düşmanlığını kustu. Gazeteci Ruşen Çakır’ın “medyascope” adlı internet yayınında, HDP’yi Kürtlerin partisi olarak tanımladıktan sonra, HDP içinde yeralan diğer kurumları “dekorasyon” olarak niteledi. “Türkler yok mu bu partide, birtakım sol kuruluşlar da var. Bunlar biraz dekorasyon gibi. Partiye nereden bakarsanız oy potansiyeli olarak da, söylemi olarak da, geçmişi olarak da, kimliği olarak da Kürt partisi tabii ki. Türk dekoratif unsurlar da var bu partide.”
Cengiz Çandar’ın HDP’den milletvekili adayı olmasına sessiz kalanlar, onunla aynı partide milletvekili adayı olmayı içine sindirenler için bile, “dekorasyon” sözü rahatsız ediciydi. Bunun üzerine Çandar geri adım atıyormuş gibi davrandı: “Kurumsal olarak kastetmedim, bireylerden sözettim; kendimi ve Hasan Cemal’i dahil ederek konuştum. Dekorasyon malzemesi olmayı da kötü anlamda kullanmadım” gibi kıvırtmalar yaptı. HDP bileşenlerinden özür bile dilemedi. Sadece Figen Yüksekdağ üzerinden ESP’nin katkısından söz etti.
* * *
Oysa demecinde Çandar, HDP bileşenlerini açıkça aşağılıyor, kendisini ve H. Cemal’i bu bileşenlerden ayırıyordu. “Türk dekoratif unsurlar da var bu partide” dedikten sonra, “ama biz, Hasan Cemal ve ben, dekorasyon unsurları olmaktan öteye, bu sorunla çok yakın ilişki kurmuş, hem siyasi aktörleriyle hem sahadaki insanlarla, bölgenin insanlarıyla çok kalbi ilişkiler kurmuş insanlarız” diyordu.
Yani kendisini ve Hasan Cemal’i “Türk etnik kökenden” olmasına rağmen, “dekorasyon” olarak görmüyordu. Zaten “ama” bağlacıyla devam etmesi, bunun içindi. “Dekorasyon unsurları olmaktan öte” diyerek, “fark”larını, niteliklerini sıralamıştı.
“Farkları” neymiş? “Bu sorunla (Kürt sorunuyla –nba) çok yakın ilişki kurmuş, hem siyasi aktörleriyle hem sahadaki insanlarla, bölgenin insanlarıyla çok kalbi ilişkiler kurmuş”larmış! Bir başka ifadeyle Çandar’a göre “diğer bileşenler” Kürt sorunuyla, Kürt halkı ve siyasetçileriyle kendileri gibi yakın ve “çok kalbi” ilişkiler kuramamışlar!
“Kaş yapayım derken göz çıkarıyor.” Ya da “özrü kabahatinden büyük” laflar ediyor. Hem HDP’yi hem bileşenlerini zor duruma sokacak nitelemeler yapıyor. HDP’nin kurucuları yıllardır kendilerinin “Kürt partisi” değil, “Türkiye partisi” olduğunu iddia ettiler, bunun mücadelesini verdiler. Keza HDP içinde yeralan diğer kurumların kendilerini “Türk etnik kökenli” olarak gördüklerini, “fark”larını buradan koyduklarını düşünmüyoruz.
Ama HDP bileşenlerinden buna bile bir itiraz duymadık.
Sadece HDP eşbaşkanı Mithat Sancar, bir televizyon kanalındaki söyleşide Cengiz Çandar’ın sözleri sorulduğunda, “HDP seçmeninin büyük kısmını Kürt halkı oluşturuyor ama HDP’yi HDP yapan, buna bileşenlerinin katılmış olmasıdır” diyerek, HDP’nin “Kürt partisi” olarak gösterilmesine karşı çıktı. HDP bileşenlerini de “esas olan sayı değil niteliktir” sözleriyle savundu.
* * *
Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’in siyasal geçmişleri, siyasetle ilgilenen hemen herkesin az-çok bilgisi dahilindedir. Uzun yıllar AKP’yi ve Fettullah Gülen Cemaati’ni destekledikleri, 2010 yılındaki Anayasa referandumunda “yetmez ama evet”ciliğin başını çektikleri en çok bilinen yönleridir. Bunlar yakın tarihte yaşandığı için akıllarda kalandır. Bu yönleriyle C. Çandar ve H. Cemal’e bir kısım CHP’lilerden Vatan Partisi’ne kadar uzanan “şoven-ulusalcı” kesimler de tepki gösterirler.
Bu iki ismin, Türkiye siyaset tarihinde bugüne kadar oynadığı rolü iyi bilen devrimci kesimlerin karşı çıkışı ise çok daha köklüdür. Her iki isim de “döneklik” denildiğinde, ilk akla gelen isimlerdir çünkü.
Cengiz Çandar, orta ve lise eğitimini Amerikan kolejlerinde bitirdikten sonra üniversite yıllarında Doğu Perinçek’in başını çektiği TİİKP içinde yeralıyor. Yani anti-Amerikacı! Sonrasında aslına dönüyor, Turgut Özal’a “danışman”lık yapıyor; Hürriyet, Sabah, Yeni Şafak gibi gazetelerde yazıyor. Dahası, Amerikan Dışişleri’nin ve NATO’nun değişmez seminercilerinden oluyor, ABD’nin Ortadoğu politikalarının sözcülüğünü üstleniyor, Pentagon ve CIA ajanlarıyla yakın ilişkiler kuruyor ve bununla övünüyor.
Hasan Cemal’in de ondan pek farkı yoktur. 60’lı yıllarda askeri darbe ile düzeni değiştirme yanlısı Doğan Avcıoğlu’nun yanında yer alıyor. “Sol cunta” hayalleri yıkılınca liberal solculuğa evriliyor. 12 Eylül’ün mimarları Evren ve Özal’ın yağcılığını yapıyor. “Demokrasi” adına AB savunuculuğunu üstleniyor. Erdoğan’ın “Hasan abi”si oluyor, ona akıldanelik yapıyor. ABD’nin Ortadoğu’ya biçtiği “ılımlı İslam”ın ve onun Türkiye ayağı olan AKP’nin gelişip büyümesinde önemli bir rol üstleniyor.
Her ikisi de, bir ABD darbesi olan 15 Temmuz darbesi öncesinde Türkiye’yi terk ediyorlar. Darbenin başarısız olması halinde başlarına gelecekleri bildiklerinden, kendilerini sağlama alıyorlar yani. (Ahmet ve Mehmet Altan kardeşlerden Nazlı Ilıcak’a kadar FETÖ’cü olarak bilinen gazetecilerin yıllarca hapis yattıkları düşünülürse, öngörülü davrandıkları anlaşılır. ABD’nin 15 Temmuz öncesi yurtdışına çıkardıkları arasında yeralmaları ise, onlara verilen önemi gösterir.)
Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’in ABD-AB emperyalistlerinin çıkarları doğrultusunda hareket eden, ülke içinde onların sözcülüğünü üstlenen gazeteciler oldukları herkesin bildiği bir gerçektir. Başlangıçta AKP’yi desteklemeleri, “çözüm süreci”nde aktif bir rol oynamaları da, bunların arkasında ABD’nin olmasındandır. ABD’nin AKP ile arasının açıldığı noktada, bu kişilerin de AKP ile arası açılmıştır. Dolayısıyla bu kişiler, örtük ya da dolaylı değil, açıktan emperyalizmin uşaklarıdır.
Onlar kendilerini “liberal” hatta “demokrat” olarak tanımlayabilirler, ama kimse, bu kişileri halka ve “sol” kesimlere bu şekilde pazarlayamaz!
* * *
Gerçekler apaçık ortadayken, HDP neden bunları -hem de en üst sıralara koyarak- milletvekili adayı yaptı? Dahası, gelen tepkilere rağmen -zamanı olduğu halde- niye geri çekmedi?
AKP sonrası “millet ittifakı” döneminde yeniden “çözüm süreci”nin başlayacağı, bu kez İmralı ile değil, HDP üzerinden ve TBMM’de bu sürecin götürüleceği söyleniyor. Belli ki, Çandar ve Cemal gibilerine yeni görevler düşecek! Ve belli ki, ABD-AB, bu döneme kendisine bağlılığını kanıtlamış kişilerle başlamak istiyor.
HDP’nin dün olduğu gibi bugün de bu kişilerle hareket etmesinde esasında şaşılacak bir durum yok. Suriye’deki gelişmeler başta olmak üzere son dönemki politikalarına uygun hareket ediyorlar.
Peki ya kendilerine “sosyalist”, “Marksist-Leninist” diyen HDP bileşenleri? Asıl sorumuz onlara. ABD ve AB’yi açıktan savunan, CIA ve Pentagon’la ilişkileriyle övünen bu kişilerle aynı listede yeralmak hiç birini rahatsız etmiyor mu? Anti-emperyalizm ilkesi bu kadar mı ayaklar altına alındı? HDP’nin bileşeni olmak, en ilkesel konularda bile ona boyuneğmeyi mi gerektiriyor?
Bir çift sözümüz de, Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’e verip veriştiren, onların şeceresini ortaya döken ama HDP’ye ve bileşenlerine tek söz söylemeyenlere olacak. Bu kişilerin kimlikleri zaten ortada! Onlar “takiyye” yapmadılar, farklı görünmeye çalışmadılar, değiştiklerini iddia etmediler. Yıllardır yurtdışında, Türkiye halklarından kopuk biçimde yaşamlarını sürdürdüler.
HDP bütün bunları bilerek listesine aldı. Bu nedenle asıl eleştiri, onları kendi listesinde milletvekili adayı gösteren HDP’ye ve bu duruma açık bir tutum almayan bileşenlere yapılmalıdır. Devrimci-demokrat olma iddiasındaki her kişi ve kurumu asıl ilgilendiren yön burası olmalıdır.
Sonuç olarak HDP bileşenleri ve HDP’ye oy verecek herkes, Çandar ve Cemal’in milletvekili adaylığına karşı çıkmalıdır. Hem de sadece kınamakla kalmamalı, bir tavır ortaya koyabilmelidir. Onlarla aynı partiden aday olmayı reddederek milletvekili adayı olmaktan çekilebilirler. En azından Çandar ve Cemal’in aday oldukları yerlerde oy kullanmayacaklarını ilan edebilirler. Aksi halde HDP politikalarına eklemlenme ve kendi kimliğini kaybetme konusunda gerçekten çok vahim bir noktaya geldikleri sonucu çıkar. Bu da onların tarihlerine “kara leke” olarak düşecektir.