Yenilen biz değiliz! Örgütleneceğiz, savaşacağız, kazanacağız!

2023 cumhurbaşkanı seçimlerinin ikinci turu da tamamlandı. Bir kez daha “adam kazandı”! Resmi sonuçlara göre, Erdoğan, oyların yüzde 52,16’sını, Kılıçdaroğlu yüzde 47,84’ünü aldı.

Şimdi bu rakamlara inanmamız isteniyor! Erdoğan’ın halkın yarısından fazlasının oyunu aldığı ve “milli irade”yi temsil ettiği yalanına kanmamız bekleniyor! “Seçim” adı altında oynanan demokrasicilik oyununu kabullenmemiz, yapılanları sineye çekmemiz telkin ediliyor…

Öncesinde söylediğimiz gibi, seçim sonuçlarını doğru kabul edip onun üzerinden “kitlelerin tercihi” diyerek yorumlar yapmayı reddediyoruz… Çünkü sandığa giren oylarla çıkan oyların aynı olmadığını biliyoruz. Çünkü bu düzende belirleyici olanın, “oyları atanlar” değil “sayanlar” olduğunu görüyoruz. Her seçimde bir öncekini aratan baskı ve şiddet, hile ve entrika, yalan ve iftira kampanyaları ile kazandıklarına tanık oluyoruz.

Son olarak Urfa’da yaşananlar mesela… Kadınların yerine oy kullanan erkekler, beş-on tane sahte kimlikle dolaşanlar, bütün bunlara göz yuman görevliler… Müdahale edenlere dönük saldırılar…

CHP milletvekilleri bile saldırıya uğradı, linç girişimiyle karşı karşıya kaldılar. Sadece Urfa’da değil, İstanbul’da, muhalefetin en güçlü olduğu yerlerde bile sahte oy kullananlara rastlandı, gruplar halinde saldırılar gerçekleşti. Ki bunlar açığa çıkanlardı. Açığa çıkmayan daha neler olduğunu tahmin etmek güç değil…

İki hafta önceki seçimlerde de onbinlerce sandıkta usulsüzlük yapıldığı ortaya çıktı. Bunlara güya itiraz da edildi. Ama sonuçları beklemeden “ikinci tur”a razı oldular. Sonra da ağız birliği ederek “itirazlar kabul edilse de sonuçlar değişmiyor” dediler!

Oysa Kılıçdaroğlu ilk turda kazanmıştı. Yapılan hileleri ortaya çıkarıp onun mücadelesini vermek yerine “ikinci tur”u kabul etmeleri, bugünkü sonucu belirledi.

Esasında muhalefet, 7 Haziran 2015’teki seçimlerden bu yana yeniktir. 7 Haziran seçimlerinde tek başına hükümet kuramayan Erdoğan’ın “bu seçimleri tanımıyorum” diyerek 1 Kasım’da “yeniden seçim” dayatmasına boyun eğerek, bugünlere uzanan yolu döşediler. Sonrasında “atı alan Üsküdar’ı geçti”ğinde, mühürsüz oylar geçerli sayıldığında, her seçim öncesi yapılanlara “Anayasa’ya aykırı” demelerine rağmen kabul edildiğinde, bugün yaşananlar kaçınılmaz  oldu.

                               * * *

Bu seçim sonuçları, egemenler tarafından bize dayatıyor. Her şey kapalı kapılar arkasında binbir türlü dolap ve pazarlıkla hallediliyor. Devletin gerçek sahipleri olan işbirlikçi tekelci burjuvazi ve büyük toprak sahiplerinin farklı klikleri arasında yaşanan savaşta kim galip gelirse, onun istediği oluyor. Lenin’ in dediği gibi, seçimler, “bir-kaç yılda bir, egemen sınıfın hangi temsilcisinin halkı parlamentoda temsil edeceğine ve ezeceğine karar vermek” için yapılıyor. “En demokratik cumhuriyetlerde bile burjuva parlamentarizminin gerçek özü” budur. Bizim gibi emperyalizme bağımlı ülkelerde ise, bu klik kavgalarının arkasında emperyalist güçler de bulunuyor.

Son seçimlerde ABD-AB bloku ile Rusya-Çin blokunun kapışması daha açık bir şekilde görüldü. ABD’nin “ılımlı İslam” projesiyle yönetime getirilen AKP ve Erdoğan, bu kez Rusya-Çin blokuna dayanarak ayakta kalmayı başardı. Bu aynı zamanda ABD-AB blokunun zayıfladığının yeni bir göstergesi oldu.

Yüzlerine hangi maskeyi takarlarsa taksınlar emperyalistler için aslolan kendi çıkarlarıdır. Rusya’nın Türkiye’deki çıkarları da Erdoğan yönetimini desteklemesini gerektiriyordu. 15 Temmuz ABD darbesinde olduğu gibi, bir kez daha Erdoğan’ın arkasında durarak onun galip çıkmasını başardılar.

Kısacası seçimler, emperyalist güçlerin ve işbirlikçi kliklerin kendi aralarındaki savaşı biçiminde cereyan ediyor. Kliklerden kim güçlüyse o kazanıyor. Halk da farkında olmadan bu kliklerden birine yedekleniyor. Hele ki örgütsüz ve çaresizse…

                               * * *

Ardından burjuva akademisyenlere, muhalif aydınlara görev düşüyor. Seçimlerin “sosyolojik-psikolojik” analizlerini yaptırtıp sözde bilimsel açıklamalarla halkın kabullenmesi sağlanıyor. Kendisini “sol”da gören birçok kurum ve kişi de bu yorumları tekrarlayıp duruyorlar: Meğerse halk “togg”muş! Meğerse “milliyetçi rüzgarlar” baskınmış! “Faşizmin kitle tabanı artmış”mış!..

Bütün bu yorumlar, egemenlerin değirmenine su taşıyan, nesnellikten kopuk değerlendirmelerdir. Hepsini elimizin tersiyle bir kenara itelim!.. Halk gerçek anlamda bir ölüm-kalım savaşı veriyor; açlıkla-işsizlikle terbiye ediliyor! Karnını doyurmak dışında başka hiç bir şey düşünemez hale getiriliyor. Bir yandan muhalefetin boş umutlarına kanıp sandığa koşuyor, bir yandan “iktidar”ın baskı ve şiddetinden korkup siniyor.

Tuzu kuru yorumcular da “bu halka müstahak”, “halk bunları hak ediyor” deyip duruyor. Önce halkı örgütsüzlüğe mahkum edip tek kurtuluş yolu olarak sandığı gösterenler, sonra sorumluluğu halka yıkıp onu suçluyorlar! Her zamanki aydın ukalalığı, küçük-burjuva üstenciliği ile…

Sanki güllük-gülistanlık bir seçim olacakmış gibi davrananlar; “bir oy ver her şey değişsin”, sonrası “bahar” diyenler, kısacası muhalefet partilerinin sözcülüğünü üstlenenler, kendileri değilmiş gibi…

Her seçim öncesi “bu kez oylara sahip çıkacağız” “bir oyun çalınmasına bile izin vermeyeceğiz” diyerek, boş umutlarla halkı kandırmayı ve sandığa çekmeyi başaran muhalefet sözcüleri de, seçim akşamları süt dökmüş kediye dönüyor. Ya ortadan kayboluyorlar, ya da “sandık sonuçlarına saygılıyız”, “halk bize muhalefet görevi verdi”, “gereken dersleri çıkaracağız” gibi yıllardır dinlediğimiz nakaratları tekrarlayıp duruyorlar… Sanki normal bir seçim yapılmış, demokratik bir yarış yaşanmış gibi…

Kılıçdaroğlu da diyor ki, “son yılların en adaletsiz seçimini yaşadık!” Oysa son yıllarda seçimlerin hiç biri adil ve demokratik değildi. Ama daha önemlisi, bu “adaletsizlik”ler karşısında ne yapıldığıdır. Nasıl bir mücadele yürüttünüz? Halkı arkanıza alıp sokağa çıktınız mı? Sandık dışında başka mücadele biçimlerini gösterdiniz mi, bunları yaşama geçirdiniz mi?

Aksine halkı korkutup sokaktan uzak tuttular, her tür yasadışılığı, keyfi uygulamayı kanıksattılar. Seçimle her şeyin değişeceği yalanına inandırıp bu oyuna ortak ettiler. Ve her defasında halkı yüz üstü bırakarak Erdoğan yönetimine mahkum ettiler.

                            * * *

AKP’nin ittifak politikasıyla Hüda Par ve YRP gibi şeriatçı partiler, katiller meclise girmiş oldu. CHP’nin daha sağa kayarak oluşturduğu seçim ittifakı ise 35 gerici-faşist vekilin meclise girmesini sağladı. Böylece son yılların en gerici meclisi oluştu. Deva, Gelecek, Saadet gibi gerici-faşist partiler mecliste AKP-MHP blokuyla birlikte hareket ederlerse, şaşmamak gerekir.

Böyle bir meclisten ve böyle bir yönetimden kimse “yumuşama” beklemesin! Seçim sonrası Erdoğan’dan herkesi kucaklamasını bekleyenler, yine hayal kırıklığına uğrayacaklar. İcazetle, merhamet dilenmekle hiç bir zaman, hiç bir yerde elde edilen bir hak olmamıştır, olmayacaktır…

Bu seçim sadece hileli değil, “sopalı-silahlı” bir seçim oldu. Urfa’da linç girişimi dışında birçok yerde saldırılar gerçekleşti. Seçim akşamı ise, güya seçim kutlaması yapan AKP-MHP güruhu Ordu’da bir kişiyi öldürdüler. Yani seçimlere kan da bulaştı. Bırakalım “yumuşama”yı, baskı ve şiddetin sömürü ve zorbalığın daha da aratacağı bir döneme giriyoruz.

Seçim öncesinde kim kazanırsa kazansın bizi zor bir dönemin beklediğini söylemiştik. Gerçekler devrimcidir! Biz herkese ve herşeye rağmen gerçekleri söylemeye devam edeceğiz.

Diyoruz ki, bu seçimlerde yenilen biz değiliz! Yenilen halk değil!

Yenilen burjuva muhalefetidir! Onların peşine takılan reformist partilerdir!

Ne yazık ki, her seçim dönemi “bu kez değişecek” diyerek halkı yeniden kandırıyorlar. Halkın örgütsüz oluşuna güveniyorlar. Emperyalistlerden reformistlere kadar hepsinin rollerini rahatça oynayabilmeleri ve “seçim sonucu” diyerek bize bir şeyleri dayatabilmelerinin en önemli nedeni budur.

Seçim sonuçları bir kez daha gösterdi ki, kendi gücümüze güvenmek dışında bir seçeneğimiz yoktur. Denize düşenin yılana sarılması misali “kurtarıcı” diye tutunulan her şey, ölüme sürüklemektedir.

O halde yaşamak için direneceğiz! Sadece nefes alıp-vermek, makarna-bulgurla doymak için değil, insanca yaşamak için örgütleneceğiz, mücadeleyi yükselteceğiz. Kurtuluşumuzun sandıktan değil, mücadeleden geçtiği bilinciyle hareket ettiğimizde, kazanan biz olacağız!

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …