Son birkaç hafta içinde, Suriye’deki dengeleri altüst eden önemli gelişmeler yaşandı. 30 Eylül günü, Rusya Suriye’deki savaşa doğrudan dahil oldu ve Esad muhaliflerini bombalamaya başladı. Ardından Esad, 20 Ekim’de Rusya’ya bir ziyaret gerçekleştirdi ve Rusya ile birlikte dünyaya verdiği mesajda, Suriye’nin geleceğinin kendisi olmadan kurulmayacağını gösterdi.
Aynı tarihte, Moskova’da PYD’nin de katıldığı bir toplantı düzenlendi. Bu toplantıya PYD temsilcilerinin yanısıra DTK eşbaşkanı Selma Irmak ile Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi eşbaşkanı Fırat Anlı ve DHP Dış İlişkiler Sorumlusu Nazmi Gür’ün de katılması önemliydi.
Ardından, Rusya’nın çağrısıyla Rusya, ABD, Suudi Arabistan ve Türkiye’nin dışişleri bakanları 23 Ekim günü Viyana’da dörtlü zirve gerçekleştirdiler. Bu zirveden sonra Viyana katılımcılarının sayısı 14 ülkeye çıkarıldı ve 30 Ekim’de Viyana’da toplanan devletler, Suriye’nin geleceğini tartıştılar.
Esad’ın yeniden siyaset sahnesinde görünmesi ve güç kazanması, sadece Rusya’nın desteğiyle gerçekleşen birşey değildi. BRİCS ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) Esad yönetimine artık daha fazla destek veriyor, daha açıktan tutum ifade ediyorlar.
ABD ise, sadece Suriye’de değil, Ortadoğu genelinde kendi politikalarına ağır bir darbe anlamına gelen bu tabloyu değiştirmek için yeni manevralar geliştirme peşindedir.
Rusya Suriye’de ve Ortadoğu’da
güç kazanıyor
Rusya’nın 30 Eylül günü Suriye’de başlattığı bombardıman, adeta Esad’ın yeniden hayata dönüşünün habercisiydi. Öylesine hızlı ve etkili bir bombardımandı ki bu, yaklaşık bir aylık süre içinde, IŞİD mevzilerine, ABD’nin bir yılda yaptığından daha fazla zaiyat verdirdi. Ve bu saldırılar kesintisiz biçimde sürecek.
Görünen o ki, Rusya öncelikle Suriye’nin orta ve kuzeybatı bölgelerini IŞİD ve her türden muhalif islamcı çeteden temizlemeyi, onları kuzeydoğu ve doğu bölgelerine sıkıştırmayı hedefliyor. Lazkiye, Hama, Halep ve İdlib gibi stratejik bölgelerin ve çevresinin IŞİD’den tamamen temizlenmesi, Rusya’nın sürdürdüğü savaşın ilk ayağı.
Ancak Rusya’nın Suriye’ye bu girişi, sadece Suriye’de askeri operasyonlar yapmakla sınırlı değil. Tersine, uluslarasası kamuoyu nezdinde hem kendisine, hem de Esad yönetimine meşruiyet oluşturmak, öncelikli hedefleri arasında.
Zaten Rusya’nın Suriye’deki varlığı da bu meşruiyete dayanıyor. Esad yönetimi, Suriye’yi halen BM’de temsil eden meşru yönetim olma niteliğini koruyor. Ve Rusya, meşru Suriye yönetimi tarafından askeri yardıma çağrılan tek ülke. Bu yanıyla, Suriye’de ABD başta olmak üzere diğer ülkelerin varlığı, gerçekte uluslararası yasalara aykırı.
Rusya ise, Esad yönetiminin varlığını daha da güçlendirmek istiyor. 20 Ekim’de Esad’ın Moskova’da görkemli bir törenle ağırlanması, dünyaya bir mesaj niteliğindeydi. Ülkede çatışmalar başladığından bu yana Suriye’nin dışına çıkmayan, çıkarsa geri dönemeyeceğinden korkan Esad, Moskova’da muzaffer bir devlet başkanı gibi ağırlandı ve sonrasında ülkesine geri döndü.
Ardından, Rusya’nın çağrısıyla 23 Ekim günü Viyana’da bir toplantı düzenlendi. Suriye’nin geleceğinin tartışıldığı bu toplantıya, Esad yönetimi de, Rojava’nın temsilcileri de katılmadı. Emperyalistler sofrasında Suriye paylaşımıydı sözkonusu olan. Bu yanıyla Kürt hareketinden ağır eleştiri de aldı.
Fakat diğer taraftan, bu toplantı Rusya’nın Suriye’nin kaderini belirleme konusunda attığı önemli bir adımdı. Rusya, ABD, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın katıldığı bu toplantıdan bir karar çıkmayacağı belliydi. Rusya, Suriye’yi parçalamaya çalışan üç ülkenin karşısında tek başınaydı. Buna rağmen son derece önemli bir diplomatik zafer elde etti. Toplantının genişletilmesi, İran başta olmak üzere bölgede söz sahibi ülkelerin katılması kararını aldırmayı başardı.
30 Ekim’de gerçekleşen ikinci Viyana toplantısında da, yine Suriye ve Rojava temsilcileri yoktu. Rusya ise ağırlığını koymuş durumdaydı. Toplantı sonrasında açıklanan Viyana Bildirisi’ne bakmak, Rusya ve Esad’ın kazanımlarını görmek açısından yeterlidir.
Viyana Bildirisi Rusya ve Esad’ı
güçlendiriyor
En başta İran’ın Viyana’ya davet edilmesi, ABD’nin Suriye’de belirleyici olmaktan uzaklaştığının göstergesidir.
İkincisi, Esad için 6 aylık bir geçiş süreci öngören ABD planı, İran’ın müdahalesi ile bildiri metnine giremedi. Bu durum Amerikancı basın tarafından “Viyana toplantısı sonuçsuz kaldı” olarak duyuruldu. Gerçekte ise, ABD’nin politikasının reddedilmesi anlamına geliyordu.
Üçüncüsü, bildirinin 8. maddesi “Suriye’nin geleceğine Suriye halkı verecektir” olarak yazıldı. Bu ABD açısından en önemli kayıptı.
Dördüncüsü, geçen 5 yıl boyunca Suriye yönetimine karşı savaşan bütün grupların “muhalif” olarak tanımlanması değiştirildi. Bu örgütler için yeni bir kriter oluşturuldu: Buna göre, “laik Suriye’ye bağlılık” ve “siyasi çözüme yakınlık” içinde olan gruplar “muhalif” olarak tanımlandı, diğerleri “mağlup edilmesi gereken teröristler” olarak tasnif edildi.
Böylece Rusya, radikal islamcı bütün örgütler ile, Esad yönetimini yıkmak isteyen bütün örgütleri (Fetih Ordusu ya da İslami Cephe gibi ABD’nin doğrudan destek verdiği örgütler dahil) bir defada “terörist” kategorisine sokmuş ve bunu da ABD’ye kabullendirmiş oldu. Gerçekte bu tanımlamada, PYD dışında hiçbir örgüt “muhalif” statüsü kazanamıyor.
30 Eylül’den itibaren yaşanan tüm gelişmeler, Rusya’nın Suriye’ye yerleştiğini, Esad yönetiminin ise 2011’de savaşın başlamasından bu yana en önemli siyasal hamlesini gerçekleştirdiğini gösteriyor.
Diğer taraftan Rusya, sadece Suriye değil, Irak ile de yeni ve ABD’yi tehdit eden ilişkiler kuruyor. “IŞİD’e karşı mücadele” amaçlı, Rusya, İran, Irak ve Suriye’nin katıldığı bir “operasyon odası” kurulması, son derece önemli bir gelişme.
ABD’nin 8 yıldır işgal altında tuttuğu Irak, askeri ve siyasi ilişkilerini Rusya ile kuruyor artık. Hatta “ABD’nin silah satışının geciktirildiği” gerekçesiyle Rusya’dan silah satın alıyor, IŞİD’e karşı savaşta “operasyon odası”ndan gelen istihbaratı kullanıyor. Irak uçakları, bu istihbarat ile IŞİD mevzilerini vurabiliyor. En son Beyci rafinerisinin Irak tarafından ele geçirilmesi, Rusya ile kurulan bu ilişkinin ürünü.
ABD inisayitifi kaybediyor
2015 yılının ilk yarısı, ABD’nin Suriye’de adım adım ilerlemesine tanık olmuştu. Mart ayından itibaren Türkiye-Suudi Arabistan ittifakıyla Fetih Ordusu kurulmuş, bu ordu Suriye topraklarında ilerlemeye başlamıştı. İdlib’in ele geçirilmesi, Halep’in kuşatılması gibi gelişmeler, Esad’ı iyice sıkıştırmıştı. Mayıs ayında ise PYD Tel Abyad’ı ele geçirdi ve Rojava’nın iki kantonunu birleştirdi.
İşler ABD açısından iyiye gidiyor görünürken, Rusya’nın müdahalesi dengeleri altüst etti. ABD’nin Suriye topraklarındaki varlığı bile tartışmalı bir halde geldi. Hem askeri olarak, hem de siyasi olarak Rusya’nın gücü arttıkça, ABD’nin işi daha da zorlaşıyor.
Bu koşullarda ABD, yeni manevralara ihtiyaç duyuyor. Ancak bu da kendi içinde handikapları taşıyor.
ABD’nin bugün Suriye savaşında en önemli dayanağı PYD. Tek başına PYD’yi destekliyor görünmemek için, PYD’nin önderlik ettiği “Suriye Demokratik Güçleri” adında bir örgüt kurdu ve buna bazı islamcı örgütleri de dahil etti. Elbette “Suriye Demokratik Güçleri” (SDG) denilen şey, gerçekte PYD. ABD bu örgüte oldukça önemli düzeyde silah yardımı yapıyor. SDG, 31 Ekim’de Haseke’yi IŞİD’den temizleme harekatına başladı ve ABD bu harekata 50 ton silah göndererek destek oldu. Bu, yeni ve önemli bir adımdı.
Keza ABD, 50 kişilik bir özel harekat birliğini, PYD’ye “dayanışma ve yardım” amacıyla Suriye’ye gönderme kararı aldı. Ve bundan sonra PYD’nin harekatları, İncirlik’ten kalkan uçaklarla, daha etkin biçimde desteklenecek. Bu nedenle, İncirlik üssüne olağandışı bir silah sevkiyatı da başlamış durumda. Hatta Türkiye’de yeni askeri üsler açılması da gündemde.
Diğer taraftan, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar, ayrı ayrı ve değişik dozlarda Rusya’yı tehdit ettiler, Suriye’de bir savaşa girmeye hazır olduklarını belirttiler. Bunun kolay bir olasılık olmadığını hepsi de biliyor. Fakat bunlar, ABD’nin savaşta yeniden inisiyatif kazanmak için denemeler yaptığı anlamına geliyor.
ABD açısından, çözülmesi zor bir sorun var. PYD ile Türkiye’nin talepleri ve beklentileri birbiriyle örtüşmüyor, tersine çatışıyor. Üstelik PYD, ABD’nin “paralı askeri” değil. ABD ile askeri işbirliğini sürdürmekle beraber, Rusya ile de görüşmeler yapıyor, toplantılara katılıyor, Moskova’da büro açmaya hazırlanıyor. Türkiye ise, PYD’nin Suriye’deki ilerleyişini, kendisine dönük en büyük tehdit olarak ele alıyor.
Bu koşullarda, ABD’nin yaptığı her hamle, yeni bir handikapa dönüşüyor.
Türkiye kara harekatına giriyor mu?
Suriye savaşının başında, başaktörlerden olan Türkiye, artık giderek mevzi kaybediyor. AKP’nin son yıllarda daha yüksek sesle talep ettiği “Suriye hava sahasında uçuşa yasak bölge” ve “IŞİD’den arındırılmış güvenli bölge” müdahaleleri, doğrudan Rusya tarafından gerçekleştirildi bile. Rusya, Suriye’nin hava sahasını da kontrol ediyor, IŞİD’i de sürüyor.
Şimdi AKP, kendisine yeni bir “kart” bulma çabasında. Mülteci sorunu tam da bu noktada AKP tarafından bir “kart”a çevrilmeye çalışılıyor. Merkel’in seçimlerden hemen önce gerçekleştirdiği ziyaret bu kartın belli bir etki kazandığını gösteriyor. Avrupa, kendisine akmakta olan 2 milyon Suriyeli ve milyonlarca Afganistanlı, Pakistanlı vb. göçmeni durdurmak için, Türkiye’den yardım istiyor. Bu koşullarda AKP ve Erdoğan, yeniden AB için yararlı hale geliverdi. Ve AB, 3 milyar euro, Türk vatandaşlarına Schengen Bölgesi’nde vize muafiyeti, dondurulan üyelik müzakerelerinde bir-iki başlığın açılması gibi bedeller karşılığında, mülteci akınını durdurma görevini Türkiye’ye devrediverdi.
Şimdi AKP, bu “görev”i gerçekleştirmek için, “tampon bölge” talebini yeniden hatırlatmaya başladı. Mülteci kampı kurmak için Suriye topraklarına girmek, gelen Suriyelileri kendi topraklarında durdurmak ve bu alanda güvenliği TSK’nın yapmasını sağlamak amacıyla, emperyalistlere “tampon bölge” dayatmasını güçlendirdi.
Diğer taraftan, AKP hükümeti, ABD’nin İncirlik’i kullanması için kapıları sonuna kadar açarken, PYD’nin güçlenmesini sınırlandırmak için de uğraşıyor.
Tel Abyad’ın “özerk bölge” ilan etmesi ve Kobane kantonuna bağlanması, AKP açısından en önemli mevzi kayıplarından biriydi. Zira, Tel Abyad 2012’de Türkiye’nin desteğiyle cihatçıların, 2014’te ise IŞİD’in eline geçmişti. Ve Tel Abyad IŞİD’e sevkiyat gerçekleştirdiği önemli güzergahlardan birisiydi. YPG’nin Tel Abyad’ı ele geçirmesi AKP açısından zaten kötüydü, bir de özerklik ilanı ve Kobane’ye bağlanması, bardağı taşırdı. 24-25 Ekim günlerinde TSK Tel Abyad’a 5-6 atış gerçekleştirdi, ardından “PYD Fırat’ın batısına geçmesin” söylemi yeniden ısıtıldı.
Türkiye’nin Suriye’de bir kara harekatına girişmesi, yenileceği baştan bir savaşa girmesi anlamına geliyor. Rusya’nın bu konudaki tehditleri, AKP’yi her zamankinden daha fazla sıkıştırıyor.
Ancak PYD’nin batıya doğru ilerlemesi ve Cerablus-Mare hattını ele geçirmesi, AKP açısından oldukça önemli bir tehdit. Türkiye’nin Suriye sınırı tümüyle Kürt hareketi tarafından ele geçirildiğinde, birincisi, IŞİD’e silah ve cihatçı sevkiyatı duracak ve AKP’nin Suriye’deki en önemli ayağı olan IŞİD gerçek bir güç kaybı yaşayacak. İkincisi, IŞİD ile AKP arasında yürütülen petrol kaçakçılığı kesilecek ve AKP’nin bundan elde ettiği devasa gelir bitecek. Hepsinden önemlisi, Türkiye’de yürütülen Kürt ulusal mücadelesi, Suriye’deki zaferleri ile güç kazanıyor ve Kürt halkının talepleri artıyor; AKP bu talepleri bastıramaz hale gelecek.
Bu nedenle Suriye savaşı, AKP açısından da giderek daha büyük bir açmaza dönüşmektedir. ABD ile yaptığı anlaşmalar üzerinden PYD’nin ilerlemesini durdurmaya çalışmaktadır; ancak ABD de, PYD’nin Rusya ile işbirliği geliştirmesi tehlikesini göze alamadığı koşullarla karşı karşıyadır. AKP doğrudan Suriye’ye kara harekatı başlattığında, Rusya ile savaşmak durumunda kalacaktır.
Bugün sözlü tehditler en üstten savrulmakla birlikte, tercihlerin nasıl şekilleneceğini, savaşın seyri belirleyecektir.
Sonuç yerine
Esad bugün sadece Rusya’nın değil, Çin’in de artan desteğine sahiptir. Bir Çin donanma gemisinin Süveyş Kanalı’ndan Akdeniz’e geçtiğine, güdümlü füze bataryalarının da bulunduğu bir Çin uçak gemisinin Suriye’nin Tartus limanı açıklarında görüldüğüne dair haberler peşpeşe geliyor.
ABD bir taraftan silah yığınağı yapıyor, diğer taraftan PYD ile Türkiye’nin arasındaki çelişkilere rağmen, ikisini de savaşta ortağı haline getirmeye çalışıyor.
Rusya Moskova’da düzenlediği toplantıdan Suriye’de yapılan gizli görüşmelere kadar pekçok alanda PYD ile ittifak kurmak istediğini gösteriyor. Bu arada Irak ve İran’ı yanısıra Hizbullah’ı da devreye katarak, hem Suriye’de sonuçalıcı bir mücadele vermeye, hem de savaşı Irak’a da taşımaya uğraşıyor.
Suriye’de “kurtlar sofrası”nda pay kapma mücadelesi bu kadar keskinleşmişken, AKP “kara harekatı tartışmalarını yeniden açarak, Suriye savaşında kaybettiği prestijini geri kazanmaya uğraşıyor.
AKP’nin girişmek istediği savaş, bugüne kadar hem kitlelerin savaş karşıtı tepkilerinin büyüklüğü, hem de Suriye’deki emperyalist dengelerin yarattığı “bataklık” nedeniyle gerçekleşmedi. Şimdi ABD’nin son kozlarını oynamasıyla bu yönde yeni atraksiyonlara giriyor.
Bir kez daha savaşa ve faşizme karşı mücadeleyi yükseltmek, bu maceracı dış politikayı durdurmak gerekiyor.