Devrimci, demokrat kurumlar Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun (SMF) çağrısıyla, yerel seçimleri konuşmak üzere İstanbul’da iki kez toplandı. Toplantı öncesinde SMF birçok kurumla “siyasi gelişmeler, ittifaklar, yerel seçimler” gündemli görüşmeler yapmış, bu görüşmeler üzerinden ortak bir toplantı yapma fikri kabul görmüştü.
İlk toplantı 26 Eylül 2023 tarihinde Kadıköy Dila Otel’de gerçekleşti. Toplantıya toplam 24 kurum katıldı. Çağrıcı olarak SMF kısa bir konuşma yaptı. TİP, Sol Parti ve SMF’den bir “moderatör grubu” oluşturuldu.
Gözlemci olarak katıldığını bildiren Devrimci Parti dışında, 23 kurum söz alarak görüşlerini ifade etti. Her kuruma en fazla 15 dakika zaman verildi. Konuşmalar ağırlıklı olarak son yapılan (14-28 Mayıs) seçimlere odaklandı. Seçimde yapılan hatalar, seçim sonrası genel durum, halkın yaşadığı hayal kırıklığı ve yerel seçimlere nasıl gidilmesi gerektiği üzerinde duruldu. Devrimci ve sol güçlerin bu konular üzerine toplanıp görüş alışverişinde bulunmasının bile çok değerli olduğu belirtildi.
Toplantıya SMF, Proleter Devrimci Duruş, Devrimci Parti, Partizan, Kaldıraç, YSP, ESP, Partizan, TKP, TİP, TKH, Sol Parti, Halkevleri, EMEP, TÖP, EHP, DİP, SEP, EÖC, Devrimci Hareket, Devrim Hareketi, DSİP, TSİP, Köz ve Alınteri katıldı. Ayrıca Dersim Belediye Başkanı Fatih Mehmet Maçoğlu da toplantıya katılarak yerel yönetimler pratiğine dair bir sunum gerçekleştirdi.
Yaklaşık 5 saat süren toplantının sonunda, yerel seçimlere dönük ortaklaşma çabasının sürdürülmesi kararlaştırıldı.
İkinci toplantı ise 10 Kasım 2023 tarihinde İstanbul-Şişli’de Elektrik Mühendisleri Odası’nda gerçekleşti. Toplantıya SMF, Sol Parti, TİP, TKP, TKH, HEDEP, EMEP, EHP, TÖP, Halkevleri, PDD, EÖC, Köz, Devrim Hareketi, Devrimci Hareket, BDSP katıldı. BDSP söz almadı, Devrimci Hareket gözlemci olarak katıldıklarını belirtti. Diğer kurumlar söz alarak görüşlerini ifade ettiler. Birinci toplantıya katılan bazı kurumlar ikinciye gelmemişti. Bunlardan Devrim Partisi ve ESP, HEDEP’in kendilerini temsil edeceğini söylerken, Özgür Gelecek ve Alınteri, Suruç mahkemesinden dolayı katılamayacağını belirtmişti. Yeni Demokrasi ise, yerel seçimlerde aday göstermeyeceklerini, devrimci gördükleri adayları destekleyeceğini sözlü olarak iletmişti. Mücade Birliği, boykot taktiği izleyeceğini söyleyerek her iki toplantıya da katılmadı.
İkinci toplantıda kurumlar, seçimlerde ortak hareket etmenin önemini bir kez daha vurguladılar. Yanı sıra Can Atalay kararı başta olmak üzere ülkemizde ve dünyadaki gelişmeler karşısında ortak tavır almak gerektiği belirtildi. Yerel seçimler konusunda birinci toplantıdan farklı olarak somut öneriler ifade edildi ve bunlar tartışıldı. Merkezi toplantıların konferans, çalıştay biçiminde sürmesi; yerellerde her yerelin kendi sorunları temelinde toplanması; merkezle yereller arasında bağlantının güçlendirilmesi konusunda hemfikir olundu. Yerel yönetimler konusunda bugüne dek yaşanan deneyimler üzerinden alternatif bir program ve ilkelerin oluşması, bu doğrultuda bir konferans düzenlenebileceği konuşuldu. Merkezi temelde ikili ve çoklu görüşmeler yapılarak adayları ortaklaştırma, birbirini destekleme çalışmalarının yapılması istendi. Somut olarak yerellerdeki toplantıların Aralık ayı içinde tamamlanması, ihtiyaç dahilinde merkezi bir konferans düzenlenmesi, ortaklaşılan ilke ve programın yazılı hale getirilmesi kararlaştırıldı.
PDD olarak, çağrıcı kurum olan SMF ile merkezi toplantı öncesi ikili görüşmeler yaptık. Yerel seçimlere yaklaşımımızı belirttikten sonra devrimci demokrat güçlerin birliğine verdiğimiz önemden dolayı bu girişimi önemsediğimizi, sürecin daha hızlı ve somut adımlarla ilerlemesi gerektiğini ifade ettik. Her iki merkezi toplantıda bu görüşlerimizi yineledik ve asıl olarak “kayyumlara karşı mücadele” üzerinde durduk. Yerel seçimler öncesi bir “mücadele hattı”nın örülmesi, bunun da başında kayyumların yer alması gerektiğini, “kazanılan mevziler direnişsiz terkedilmez” mottosuyla hareket edilmesini vurguladık. Yanı sıra Hatay-Defne örneği üzerinden merkezi toplantılarda alınan kararların yerellere daha hızlı iletilmesini, adayların ortaklaşması doğrultusunda yol ve yöntemlerin belirlenip hayata geçirilmesini söyledik. Devrimci, demokrat, yurtsever kurumların “bağımsız bir güç” olarak birlikte hareket ettikleri taktirde, sadece AKP-MHP yönetimini değil, düzen muhalefetini de gerileteceğini; “AKP’yi geriletme” adına düzen partilerine yedeklenmenin yanlışlığını bir kez daha yineledik.
26 Eylül’de gerçekleşen ilk merkezi toplantıda yaptığımız konuşmayı yayınlıyoruz.
* * *
Yerel seçimlere dönük politikalar saptanmadan önce, Mayıs seçimleri ve sonrasında yaşananlar üzerinde kısaca durmak gerekiyor.
14-28 Mayıs tarihlerinde gerçekleşen genel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri, kitlelerde 20 yıllık AKP yönetiminin son bulacağına dair beklentinin çok yükseltildiği koşullarda gerçekleşti. Bunun nesnel zemini güçlüydü. Gerek yaşanan ekonomik kriz, gerekse 11 ili kapsayan büyük deprem sırasında ve sonrasında yapılanlar, AKP-MHP yönetimine karşı varolan tepkileri doruk noktasına çıkarmıştı. Fakat başını CHP’nin çektiği muhalefet partileri, kitlelerin tepkisini, yine seçimleri adres göstererek ve “bu sefer mutlaka kazanacağız” diyerek bastırmayı başardı. Dolayısıyla kitlelerdeki umut ve beklentiyi en üst noktaya çıkardı.
Ama bir kez daha hayal kırıklığı yaşattı. Bu seferki çok daha derin ve şiddetli oldu. Umut ve beklenti çıtası ne kadar yüksekse, düşüşün şiddeti, hayal kırıklığı ve karamsarlığın derinliği o kadar büyük oluyordu.
Belki de Türkiye tarihinde ilk kez bir seçim sonrası böylesine büyük bir karamsarlık yaşandı, yaşanıyor. Oysa bu sistemde seçimler, kitlelerde yeniden bir umut yaratıp düzene bağlamak için yapılır. Fakat bu seçimler ona hizmet etmedi. Aksine büyük bir umutsuzluk, bıkmışlık, bezginlik yarattı. Hem de sadece AKP-MHP yönetimine değil, asıl olarak muhalefet partilerine karşı…
Kitleler yıllardır süren AKP saltanatının, muhalefet partilerinin yardımıyla gerçekleştiğini daha net görmeye başladı. Daha önemlisi değişimin seçimle olmayacağını anladı. Her ne kadar şu anda farklı bir güç göremese de… Onun yol ve yöntemlerini bilemese de… Yani sezgisel düzeyde kalsa da…
Seçimlerden sonra “artık ne yönetim, ne muhalefet eskisi gibi olmayacak! Yıllardır ‘seçmen’ haline getirilen halk da öyle” demiştik. Aradan geçen 4 aylık süre bunu gösterdi.
Seçimlere ittifak halinde giren ne muhalefet ne de yönetim eskisi gibi! En başta ittifaklar bozuldu. Muhalefet cephesi, yenilginin de etkisiyle tam bir paralize olma hali yaşıyor. Başta CHP olmak üzere tüm muhalefet partileri hem birbirleriyle, hem kendi içlerinde sürekli didişiyorlar. Yenilginin suçunu birilerinin üzerine yıkıp sıyrılma telaşı içindeler. Bu yüzden yeni çıkan adayların da hiç bir inandırıcılığı yok! Herkes bu suçu ortak işlediklerini biliyor çünkü. Dolayısıyla muhalif partilerde kaynama ve kanama bitmiş değil.
HDP’nin başını çektiği “Emek ve Özgürlük İttifakı” ile “Sosyalist Güç Birliği”ni oluşturan partiler de seçim yenilgisinden sorumlular. Kitleleri her koşul altında Kılıçdaroğlu’nu desteklemeye yönelttiler çünkü. Bundan dolayı tabanlarında bir tepki oluştu. Fakat her iki ittifak da ayrıntılı bir seçim değerlendirmesi yapmadı, ikna edici bir özeleştiri vermedi. Sonuçta bu ittifakların da geleceği belirsizliğini koruyor.
Böyle bir ortamda Erdoğan yönetiminin çok daha rahat olması gerekir. Fakat o cephede de işler iyi gitmiyor. Erdoğan’ın ortakları, seçim sonrası arş-ı alaya çıkan hayat pahalılığı karşısında kitlelerin tepkisini almamak için, AKP’yi eleştiren açıklamalar yapıyorlar. MHP bile kendisini AKP’den ayırma çabasında. Bir de eski içişleri bakanı Soylu üzerinden çekişmeler devam ediyor. Soylu ekibinin Emniyet başta olmak üzere tasfiyesi ve Soylu’nun hedefe çakılması MHP’de rahatsızlık yaratmış görünüyor.
Muhalefet partileri seçim sonuçlarını kabullense de kitlelerin önemli bir kesimi, AKP’nin bu seçimi de hileyle aldığını biliyor. Dolayısıyla yönetimin meşruiyeti sağlanmış değil. Üstelik AKP’nin hilelerine rağmen toplumun büyük bir kesimi, bu yönetime karşı olduğunu ortaya koydu. Bunu “iktidar” da muhalefet de biliyor. O yüzden ne yönetim, ne de muhalefet rahat! Her ikisi de halkın öfkesinden, bu öfkenin sokağa taşmasından korkuyorlar.
Elbette bu durum en çok egemenleri rahatsız ediyor. Seçim onlar açısından en hafifinden “zaman kazanma”ya “soluklanma”ya yarar; fakat son seçimler ona bile yaratmadı. O yüzden kendilerince çareler bulmaya çalışıyorlar. Muhalefet partilerinde “değişim” rüzgarı estirmek, Erdoğan yönetiminin ekonomi ve dış politikasını değiştirmek, kimi vaatlerle kitle tepkisini bastırmaya çalışmak gibi… Ama bunların hiçbiri çare olmuyor.
Egemenler ve onların partileri açısından durum buyken, işçi ve emekçiler cephesi bir yandan yoksulluğun pençesinde kıvranıyor, bir yandan da öfkesini nasıl ve nereye boşaltacağını bilemiyor. Dışa patlamayan öfkenin içi patlamasının örnekleri görülüyor sıkça. Ya birbirine düşme, ya da kendi kabuğuna çekilme şeklinde tezahür edebiliyor.
Sağanak gibi yağan ekonomik-siyasi saldırılar altında öylesine bunalmış durumda ki, cinayetler, intiharlar giderek artıyor. Bir çıkış yolu bulamıyorlar, kişisel kurtuluş arayışları da duvara toslayınca, kendilerine ve etraflarına zarar vermeye başlıyorlar, çeteleşmeler artıyor.
Ama öfkesini doğru yöne kanalize edenler de var. İstanbul’dan Dersim’e, İzmir’den Antep’e Türkiye’nin dört bir yanında direnişler de büyüyor. Sadece işçiler değil, sağlıkçılar, eğitimciler, toprağına sahip çıkan köylüler, depremzedeler direniş halindeler. Bu direnişlere vahşice saldırılar düzenlense de, yasaklansa da büyük bir kararlılıkla sürdürüyorlar. Üstelik çoğu örgütsüz olmalarına rağmen…
İşçi ve emekçiler kendi deneyimlerinden öğrenerek yollarını açıyorlar. Kurtuluşun seçimde, şu ya da bu düzen partisinde olmadığını giderek daha fazla görüyorlar. Fakat “sol” partiler de dahil hiçbiri onlara umut vermiyor.
İşte bu koşullarda yerel seçimlere gidiyoruz.
Kitlelerin seçimden ve düzen partilerinden, hatta muhalif kesimlerden umudunu yitirdiği bir dönemde, önüne yeniden sandık koyulacak ve yeniden umut diye sandık gösterilecek.
O açıdan herhangi bir yerel seçime gitmiyoruz. Kitleleri sandığa çağırmadan önce kırk kez düşünmek, en doğru tarzı ve biçimi bulmak gerekir.
Düzen muhalefeti, daha seçim yenilgisinin hesabını vermeden kitleleri yerel seçimlere kilitlemeye çalışıyor zaten. Başta CHP olmak üzere muhalif partiler, “kazanılan belediyeleri kaybetmeyelim” diyerek halktan oy isteme yüzsüzlüğü içindeler. Üstelik muhalif belediyeler öyle başarılı bir grafik çizmedikleri halde.
Öte yandan HDP iki yerel seçimde 100’den fazla belediyeyi kazandığı halde, “kayyum”ların önüne geçemedi; kayyumlara karşı büyük bir direniş örgütleyemedi. Bu dönem farklı olacağına dair halka ne söylenecek, ne tür önlemler alınacak, hazırlıklar yapılacak? Üstelik halk seçim yorgunu… Her defasında umutlanıp hayal kırıklığı yaşamaktan bitap düşmüş durumda.
Bu koşullarda hiçbir şey olmamış gibi halkı yeniden sandığa çağırmanın bir anlamı var mıdır? Eskisinden farklı bir şey yapılmayacaksa, “tekrarın tekrarı”, trajedinin komediye dönüşmesi döngüsü kırılamaz.
Bu döngünün kırılması ancak ve ancak devrimci bir çıkışla mümkündür. En başta “kayyum sistemi”ne karşı ciddi bir mücadele başlatılmalı, “kayyum”lara son verilmeden seçimlere girilmeyeceği ilan edilmelidir. Demokratik bir seçimin asgari koşulları sağlanmadan bundan sonraki seçimlere katılınmayacağı söylenmelidir. Hem de yerel seçimlere bir ay kala değil, şimdi söylenmeli, kayyumlara karşı mücadele bugünden başlatılmalıdır.
Bu dönemde muhalefetin en büyük suçu, AKP’nin hileli-sopalı seçimlerine boyuneğmek olmuştur. Özellikle de Gezi sonrası tüm seçimlerde, referandumlarda kör gözüm parmağına hileler yapıldığı halde, hepsini sineye çekmişlerdir. 7 Haziran 2015 seçimleri kritik bir eşiktir. AKP tek başına hükümet olamayacak duruma düşünce, Erdoğan “bu seçimi tanımıyorum” demiş ve 5 ay sonra 1 Kasım seçimlerini dayatmıştı. Bu dönemde Ankara Gar katliamı, Kürt bölgesinde aylar süren abluka ve katliamlar yaşanmış, buna rağmen HDP başta olmak üzere tüm sol muhalefet, 1 Kasım seçimlerine hem de “oylarımızı daha da arttıracağız” diyerek katılmışlardı. Üstelik böyle bir dönemde Davutoğlu başkanlığında “seçim hükümeti”ne iki bakan bile verdiler. Aradan yıllar geçtikten sonra “1 Kasım’da seçimlere katılmak yanlıştı” diyorlar. Ama o dönem biz “katılmayalım” dediğimizde, “katılmamak AKP’ye yarar” diyerek reddetmişlerdi.
Siyasette önemli olan şey, zamanında doğru tavırlar alabilmektir. Aradan yıllar geçtikten sonra verilen özeleştirilerin hiç bir kıymeti harbiyesi olmaz.
Bugüne gelirsek; hiç değilse bu yerel seçimde farklı davranalım! Önce yerel seçimlere katılma koşullarını belirleyelim ve baştan bu koşullar yerine getirilmeden katılmayacağımızı duyuralım. Onun için bu seçimler “koşullu seçim” olmalıdır diyoruz. Bunun da en başında kayyumlar geliyor. Kayyumlar Kürt kentlerinde seçilenleri görevden alarak, hapse atarak halkın seçme ve seçilme özgürlüğünü gaspediyor. Diğer bölgelerde ise, seçimi kazanan belediyeler üzerinde kayyum sopasını sallayarak yapacaklarını yapamaz hale getiriyor veya daha titrek yapıyor.
Sonuç olarak; “aynı yolu izleyerek farklı sonuçlar elde etmeyi düşünme ahmaklığı”ndan kurtulmak isteniyorsa, farklı bir yol bulunmalı ve farklı bir tavır ortaya konulmalıdır. Belediyeler kazanılmasa bile, halkı kazanmanın yolu, bu farkı yaratmaktan geçiyor.
Elbette yerel seçimlere genel seçimler gibi bakılamaz. Ve elbette yerel yönetimleri kazanmak önemlidir. Bunlar genel yaklaşımlardır. Günün özgünlüğünü içermez. Taktikler somut koşulların somut tahlili üzerinden belirlenir. 2024 yerel seçimler taktiğini belirlerken de her siyasal akımın bunu dikkate alması gerekir. Ayrıca komünist ve devrimciler taktiklerini stratejilerine hizmet edecek şekilde belirler. Stratejiye hizmet etmeyen bir taktiksel başarıyı, başarı saymazlar.
Her seçimde boykot taktiği izlemek ne kadar yanlışsa, her seçimde katılmayı savunmak o kadar yanlıştır. Düzen muhalefetinin üzerimizde kurduğu seçim baskısından kurtulalım! Devrimci demokrat güçler olarak bağımsız bir hat izleyelim! Gücümüzün niceliksel sayımızın çok üstünde niteliksel bir anlamı olduğunu bilerek hareket edelim! Erdoğan yönetimini olduğu kadar düzen muhalefetini de zorlayacak kararlar alalım! Bir yaptırım gücümüz olduğunu gösterelim!
Aldığımız kararlar kitlelerin ruh halini anlayan, aynı zamanda onu aşmayı hedefleyen kararlar olursa, kitleleri kazanmamız ve harekete geçirmemiz zor olmayacaktır. Bunu başardığımızda her halükarda biz kazanacağız!
26 Eylül 2023
Proleter DEVRİMCİ DURUŞ