Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi üyelerinin görevden alınması için AKP-MHP yönetimi tarafından başlatılan yargı sürecinde, 30 Kasım günü “kayyım” kararı çıktı. Ankara 31. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülen davada, TTB Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı ile Merkez Konseyi üyelerinin görevden alınmasına, yeni bir yönetim atanmasına, yeni yönetimin 1 ay içinde Genel Kurul toplamasına karar verildi.
TTB Başkanı Fincancı duruşma sonrasında yaptığı açıklamada, “Bu mücadele bitmez. TTB’den bizi söküp atmaya hiç kimsenin gücü yetmez” dedi. TTB’nin X hesabından ise şunlar söylendi:
“Siyasi iktidar eliyle egemen kılınmak istenen hukuksuzluk rejimi bir meyvesini daha vermiş; Türk Tabipleri Birliği’ni hedef alan davada, bir yıldan bu yana süregelen hukuksuzluklar silsilesi Merkez Konseyi üyelerinin görevden alınması ile sonuçlanmıştır. Altını kalın çizgilerle çiziyoruz: Türk Tabipleri Birliği için dünden bugüne değişen hiçbir şey yoktur. Merkez Konseyi karar temyizde kesinleşene kadar görevinin başındadır. Eşitlik yoksa, özgürlük yoksa, demokrasi yoksa, adalet yoksa, sağlık yoksa; mücadele haktır! Ve mücadele, Türk Tabipleri Birliği’nin adıdır!”
Fincancı’nın konuşması bahane edilmişti
2022 yılı Ekim ayında Şebnem Korur Fincancı bir haber kanalında yaptığı konuşmada; “TC ordusunun Irak Kürdistanı’nda kimyasal silah kullandığına” dönük görüntüler ve iddialar sorulunca, izlediği görüntülerde böyle bir ihtimalin bulunduğunu, konunun araştırılması gerektiğini söylemişti. Bu konuşmanın ardından AKP-MHP yönetimi Fincancı’ya dönük adeta bir linç kampanyası başlatmış; bunun üzerine Fincancı tutuklanmıştı. 2,5 ay tutuklu kalan Fincancı, “terör örgütü propagandası” yapmaktan 2 yıl 8 ay ceza verilerek şartlı tahliye edilmişti.
Fincancı’nın tutuklanması ve ceza alması sadece iç kamuoyunda değil, dışarıda da büyük bir yankı yarattı. Ve “kimyasal silah kullanımı” gibi bir konu, bu ceza üzerinden daha da gündemleşti. Bu nedenle verilen ceza AKP yönetimine yetmedi.
Erdoğan yıllardır, her türlü saldırıya rağmen TTB’nin muhalif tavrını kırmayı da, seçimlerle TTB yönetimini değiştirmeyi de başaramamıştı. Kimi zaman “TTB kapatılsın” çağrıları yaparak kamuoyu oluşturmaya çalışmışlar, kimi zaman “adından ‘Türk’ kelimesi çıkarılsın” demişlerdi.
Hukukçulara dönük de benzer bir kavga yürüten Erdoğan, “çoklu baro sistemi” saldırısıyla, barolar üzerinde hakimiyet kurmaya çalışmış, ancak “yandaş barolar” zayıf kalınca bu hedefine ulaşamamıştı. Başarsaydı, hekimler üzerinde de aynı saldırıyı gerçekleştirecekti. Bu koşullarda, mahkeme üzerinden kayyım saldırısı dışında bir seçeneği kalmadı.
Kayyıma karşı topyekun mücadele zorunludur
15 Temmuz 2016’da yaşanan darbe girişiminin ardından Erdoğan, darbeyi “Allah’ın lütfu” olarak gördü, her alanda pervasız saldırılara girişti. Darbe sonrasında OHAL döneminde yayınlanan KHK’larla başlayan kayyım saldırıda, 11 Eylül 2016 tarihinden itibaren Kürt kentlerindeki belediyeler hedefe çakıldı.
HDP’nin Ağustos 2020’de hazırladığı “Türkiye’de Kayyum Rejimi” başlıklı rapora göre, toplam 95 DBP’li belediye kayyım saldırısına maruz kaldı. Kayyımla beraber, kamuda ve belediyelerde çalışan 15 bine yakın Kürt işçi ve memur, 300’e yakın muhtar ihraç edildi. 93 belediye eşbaşkanı, yüzlerce belediye meclis üyesi ve il genel meclis üyesi tutuklandı. Bu rakamlar, 2014 yılındaki yerel seçimlerin ardından 2016 yılındaki kayyım saldırısının sonuçlarıdır. 2019 yerel seçimlerinden sonra, kayyım terörü bir kere daha estirildi, HDP’nin kazandığı 63 belediyeden 51’ine el konuldu.
Kayyım saldırısı öncelikle Kürt belediyelerine dönük olarak uygulandı; ancak onlarla sınırlı değildi. OHAL sonrasında Gülen Cemaati destekçisi bazı şirketlere de kayyım atanarak, kapsam genişletildi. 2021 yılında Boğaziçi Üniversitesi’ne kayyım rektör atandı. Keza muhalif gazete ve televizyonlar üzerinde kayyım sopası sallandırıldı. Aralık 2020’de derneklere kayyım atanması için yasa meclisten geçirildi.
Belediyelerdeki kayyım saldırısı Kürt belediyeleri ile sınırlı kalmıştı; ancak kayyım tehdidi, tüm muhalif-ilerici-demokrat belediyeler üzerinde estiriliyordu. Muhalif belediyeler, “aman kayyım gelmesin” diye kendilerine otokontrol uygulamaya, kendi kendilerini sınırlandırmaya başladılar. “Halkçı belediyecilik” politikasının birçok temel unsurları salt kayyım tedirginliği ile geri plana itildi.
Şimdi TTB’ye, üstelik de TTB yasasına aykırı bir biçimde kayyım atanması, saldırının yeni boyutunu gösteriyor. Artık meslek örgütleri de bu saldırının hedefinde!
Kayyım saldırısı, sadece kurumları değil, genel olarak toplumsal mücadeleyi ilgilendiren çok boyutlu bir sorundur ve öncelikli olarak ele alınmalıdır. Öyle ki, yerel seçimler anlamsızlaşmıştır; çünkü kazanılan her muhalif belediye kayyım tehdidi ile karşı karşıyadır. Sendikalar, dernekler, meslek örgütleri ayaklarından prangalıdır; AKP’nin sınırlarını zorladığında kayyım terörüne maruz kalabilirler.
Bu koşullarda kayyım saldırısına karşı topyekun mücadele dışında bir seçenek yoktur.
Yerel seçim politikamızı anlatırken, en başa “kayyıma karşı mücadele”nin yazılması gerektiğini, yazılı ve sözlü olarak belirtmiştik. Bu dönemde, seçimlere ilişkin hiçbir vaat, kayyıma karşı mücadeleden daha önemli ve öncelikli değildir. Çünkü hiçbir kazanım, hiçbir seçim başarısı garanti altında olmayacaktır. Bundan dolayı seçim çalışmalarının ana eksenini kayyıma karşı mücadele oluşturmalı, kitlesel bir baskı yaratarak AKP-MHP yönetimi bu konuda sıkıştırılmalıdır. Seçim öncesi kayyımlara karşı direnileceği konusunda kitlelere güvence verilmelidir. Kazanıldığı taktirde yeniden kayyımla karşılaşıldığında ise, “hiçbir mevzinin direnişsiz terkedilmeyeceği” bakışaçısıyla hareket edilmeli ve bu yaşama geçirilmelidir.
Benzer biçimde TTB’ye dönük kayyım saldırısı da direnişle karşılanmalıdır. Bu dönemin hak mücadelesinin en önemli unsurlarından biri, AKP’nin kayyım saldırısını direnişle püskürtebilmektir.