İzmir’in Buca ilçesinde valilik, bir okula “Esat Oktay Yıldıran” adını vermiş. Bu kararla, katilleri aklama, halk düşmanlarını koruma icraatlarına bir yenisi daha eklenmiş oldu. Çünkü adı bir okula verilen Esat Oktay Yıldıran, onlarca yurtseveri öldürmüş, binlercesine en insanlıkdışı işkenceleri yapmış bir katildir.
12 Eylül ve Amed zindanı
Diyarbakır Askeri Cezaevi, 12 Eylül yıllarında en ağır işkencelerin uygulandığı cezaevidir. Kürt halkının ulusal kurtuluş mücadelesini yoketmek ve asimilasyon politikalarını uygulamak için bir odak haline getirilmiştir bu cezaevi. Esat Oktay Yıldıran da, bu vahşet politikasının simge ismidir. Diyarbakır işkenceleri, Esat Oktay Yıldıran’sız düşünülemez, anlatılamaz.
Yıldıran 12 Eylül cuntasından birkaç ay sonra, 24 Şubat 1981’de bu özel görevle, Yüzbaşı rütbesiyle gönderildi Diyarbakır’a. Öncesinde varolan saldırı ve işkence politikaları, bu tarihten itibaren misliyle katlandı, en vahşi, en insanlıkdışı biçimlere büründü.
1980-84 tarihleri arasında 34 tutsak bu işkenceler sonucunda öldü, öldürüldü. Bazı kaynaklar, bu sayının 50’yi aştığını söylüyor. İşkenceler nedeniyle sakat kalanların, işkencede kalıcı hasar yaşadığı için sonrasında yaşamını yitirenlerin sayısı ise bilinmiyor. PKK’nin önderlerinden Mazlum Doğan, Kemal Pir, Hayri Durmuş gibi isimler, Diyarbakır’da şehit düşen isimler arasındalar.
İşkenceleri yaşayanların anlatımları ise, oradaki vahşeti gözler önüne seriyor. Bu vahşeti doğrudan yaşayanlardan biri olan HDP’li Ahmet Türk “Beni çırılçıplak soydular, 200 asker coplarla dövmeye başladı. Bu bir günlük bir şey değildi, her gün yaşıyorduk bunları” diyor mesela.
Kürt siyasetçi Altan Tan, babası Bedii Tan’ın 45 gün boyunca dövüldüğünü, dışkı yedirilmesinin ardından yaşamını yitirdiğini anlatıyor.
Tutsakları, içeri girdikleri ilk gün lağım dolu bir hücreye atıyorlar mesela. Cezaevinin ilk katının ilk hücresini tamamen lağımla doldurmuşlar, bu lağımda saatlerce, bazen günlerce bırakıyorlar tutsakları. Çoğunu lağımın içine başaşağı sokuyorlar. Açlık, susuzluk, havasızlık yaşamın bir parçası olarak normalleştiriliyor.
Mahkemeye giderken dayak, dönerken dayak… Gece ani baskınlarla esas duruşa kaldırmak… Havalandırmaya çıplak çıkarılmak, buz üzerinde süründürülmek, copla tecavüze uğramak… Ve belki de en kötüsü, tutsakları birbirini dövmeye zorlamak… Tek ayağından zincire asmak ve bayılıncaya kadar askıda tutmak… Copla, zincirle, kalasla sınırsız falaka… Gece ani baskınlarda “ranza altı” komutuyla tutsaklar ranza altına girmeye zorlayıp; hepsi alta sığmadığı için, ranzanın dışında kalan kol-bacaklara copla-kalasla vurma… Havalandırmada insan kulesi oluşturup “yıkıl” komutunun ardından tutsakların rastgele düşerken kırık-eziklerle yaralanması… Kadınlara dönük cinsel tacizin ise haddi hesabı yok.
Esat Oktay Yıldıran’ın “Co” adında bir Alman çoban köpeği var. Bu köpek de işkencelerin bir parçası. Mesela tutsakların cinsel organını ısırmak üzere eğitilmiş. En küçük bir şeyde bile hemen saldırtılıyor. Tutsakların bu köpeğe de selam durması isteniyor.
İşkencede ölenlerin cenazesini almak bile mümkün olmuyor. Tabutlar, gece karanlığında asker tarafından defnediliyor. İşkenceyi ya da işkenceden ölümü mahkemede söylemeye çalışan tutsak, açıkça canını ortaya koyuyor; çünkü mahkeme dönüşünde kendisinin de ağır işkencelerle ölmesi sözkonusu.
Sadece fiziksel işkence değil, tutsaklara yapılan. Yüzbaşı Yıldıran, “size öyle bir program uygulayacağım ki, buradan çıktığınız zaman kendinizi tanıyamayacaksınız” diyor. Kendisinin “5 No.lunun Allahı” olduğunu ileri sürüyor. “Türkçe bilmeyen tutuklulara bir gecede İstiklal Marşı, Andımız, Gençliğe Hitabe ezberletti” diye anlatılıyor onun yaptığı işkencelerin ne kadar korkunç olduğunu ifade etmek için.
İşkencelerin bir hedefi mücadeleyi yoketmek ise, daha büyük hedefi Kürt kimliğini yoketmek. TC’nin en ırkçı, en şoven marşları tutsaklara ezberletilirken, Kürtçe konuşmanın cezası ölümcül dayaklar. Görüş kabinlerinde Türkçe bilmeyen ailelerin bile Kürtçe konuşmasının bedelini tutsaklar en ağır biçimde ödemekle karşı karşıyalar.
İşkenceye karşı Mazlum Doğan’ın Newroz ateşini yakması, ardından 17 Mayıs 1982’de Dörtler’in kendi bedenlerini ateşe vermesi, 14 Temmuz 1982’de başlayan ölüm orucunda Kemal Pir ve üç arkadaşının şehit düşmesi gibi eylemler, Diyarbakır’da yaşanan direnişin sembolleriydi.
Bu direnişler ve ailelerin anlattıkları, dışarıda tepkileri büyütünce Esat Oktay Yıldıran’ın tayini İstanbul’a çıkarıldı. Hakkında yapılan suç duyurularının hiçbirisi hakkında dava açılmayan, devlet tarafından özel olarak korunan Esat Oktay, PKK tarafından cezalandırıldı. Diyarbakır’dan ayrıldıktan 4 yıl sonra, Ekim 1988’de İstanbul’da bir halk otobüsünde “Kemal Pir’in selamı var” diyen iki PKK’linin açtığı ateşle öldü.
İşkencecileri aklayamazsınız
Diyarbakır işkencehanelerinde hedef Kürt ulusal kurtuluş hareketini yerle bir etmekti. Ancak yaşananlar, ulusal kurtuluş hareketinin yeni bir ivme kazanmasını sağladı. 1984 Eruh ve Şemdinli baskınlarının ardından, Kürt hareketi kitlesel bir yükselişe geçti.
Bugün Buca’da bir ilkokula bu işkenceci katilin adını verenler, yükselen tepkiler üzerine geri adım atmak zorunda kaldılar. Okula takılan tabela indirildi, isim değiştirildi.
Devletin hiçbir işkencesi halkların kurtuluş mücadelesini yokedemeyecek; hiçbir çabası işkencecileri aklamaya yetmeyecektir.