“Sosyalist anavatan tehlikede!”
Alman hükümeti, ateşkesi bozup gencecik Sovyet ülkesini işgale kalkıştığında, Parti’nin ve Sovyet hükümetinin, Sovyet emekçilerine yaptığı çağrıydı bu.
Ekim devriminin üzerinden henüz birkaç ay geçmişti. İç karışıklıklar, tümüyle kontrol altına alınamamıştı. Yeni biten bir savaşın tahribatlarıyla ülke ekonomisi felç olmuş, halk korkunç bir sefalet içinde yaşıyordu. Ama Alman emperyalizminin saldırısı, bir anda ülkenin devrimci bir kabarışla muazzam bir seferberliğe geçmesine neden oldu. Ekim devrimini yaratan proletarya, Parti’nin bu çağrısına, Kızıl Ordu alayları oluşturarak cevap verdi. Narva ve Psekov’da Alman ordusu güçlü bir direnişle karşılaştı ve Petrograd üzerine yürüyüşünü durdurmak zorunda kaldı. Alman işgalcilerinin geri püskürtüldüğü gün olan 23 Şubat 1918, Kızıl Ordu’nun doğum günü oldu.
Devrimin ilk yılları, Sovyetler için her yerde savaş anlamına geliyordu. Bir yandan sosyalizmin inşasıyla uğraşırken, diğer yandan savaşmaya devam ediyorlardı. Üstelik, sadece Alman ve Japon emperyalizminin ordularıyla değil; Kolçak ve Denikin gibi karşıdevrimin uşaklarıyla, ülkeyi içten çökertmek için halkı ayaklandırmaya çalışan hainlerle de savaşıyordu.
Kızıl Ordu’nun maddi olarak neredeyse hiçbir şeyi yoktu. Korkunç bir açlık çekiyorlardı. Kimi zaman düşmandan ele geçirilen, kimi zaman Çarlık ordusundan kalan eski üniformaları giyiyorlardı. Doğru düzgün silahları yoktu. Silahı olan birçok birliğin barutu yoktu. Top yok denecek kadar azdı. 1918-22 yılları Kızıl Ordu’nun en zorlu dönemiydi. Savaşçıların pek çok şeyi eksikti, ama önemli bir şeye sahiptiler: Sosyalizm inancına ve başarma kararlılığına.
Bu nedenle bu yıllar, savaşın kan ve ateşi içinde, Kızıl Ordu’nun piştiği yıllar oldu. İlk günlerin, ellerinde derme çatma silahları bile olmayan proleter gönüllüleri, dünyayı dize getiren yiğit savaşçılara, komutanlara dönüştüler. Böyle olması çok doğaldı da. Sosyalizmin savunulması için, gözünü kırpmadan kendini feda edebilecek kitleler sözkonusuydu. Ve başkomutanları, büyük bir askeri deha, sağlam Bolşevik değerlere sahip olan Stalin’di.
İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşında, Almanların bütün saldırılarında başarı kazanmış olan ‘Beşinci Kol’ faaliyeti ve ‘Yıldırım Savaşları’, Sovyet topraklarında hiçbir işe yaramamıştı. Alman ordusu ilerlerken, arkasında dağılmış bir cephe gerisi değil, kolektif çiftçilerin oluşturduğu gerilla birlikleri bırakıyor; bir de bu birliklerle savaşmak zorunda kalıyordu.
Moskova kentinin doğal bir kale biçiminde inşa edilmiş olduğunu, emperyalistler Moskova kuşatıldığında fark etmişlerdi. Moskova kuşatması sırasında doğrudan Stalin’in başında olduğu birlikler, şehrin sokaklarında rahatça manevra yapabiliyorlardı.
Savaş başladığında, ilk 9 haftada Kızıl Ordu’nun kayıpları, emperyalist ülkelerin aklını durduracak kadar çoktu. 7 bin 500 silah, 4 bin 500 uçak ve 5 bin tank. Aynı ordu, 1945 Mayısı’nda Berlin’deki Reichstag binasında (Alman parlamento binası) kızıl bayrağı dalgalandırıyordu.
Kızıl Ordu, 1918’de olabilecek en ağır koşullar altında korumuştu Sovyet ülkesini. 1945’te ise, Alman faşizmini ve dünya gericiliğini dize getirmiş olarak selamlıyordu dünya halklarını. Kızıl Ordu’nun zaferi, sosyalizmin zaferiydi.