Kadıköy belediye başkan adayı Fatih Mehmet Maçoğlu ile 1 Mart 2024 tarihinde gerçekleştirdiğimiz röportajı yayınlıyoruz.
PDD: Bugüne dek çok soruldu ama biz de “neden Kadıköy” sorusuyla başlayalım.
Fatih Mehmet Maçoğlu: Kadıköy’le ilgili mesele, Türkiye’nin bütün kentlerinde, tam da kapitalist-emperyalist sistemin en yoğun baskı kurduğu alanlarda, sosyalistlerin yönetime gelebileceğini, kendi programlarını yaşama geçirebileceklerini göstermektir.
Bugüne kadar onlarca toplantı, onlarca tartışma yürütüldü. Sadece Maçoğlu üzerinden değil, sosyalistler genel olarak bir tartışma sürdürüyor. Halkın mevcut sistemden kopartılıp yerel meclislerle yönetilmesi, kendi yönetimini kurması, -sosyalizmin böyle gelmeyeceğini biliyoruz elbette- yerelde söz ve karar sahibi olması tartışması yapılarak gelindi. En son 25 Eylül’de 24 kurumun katıldığı toplantıda, seçimlere ilişkin ittifak arayışına girildi. Aynı yerde çakışmalar yoksa, hangi parti giriyorsa onu desteklemek biçiminde; çakışma sözkonusuysa bir havuzda ortaklaşmak biçimiyle çalışmalar sürdü.
Benimle ilgili meseleye gelince, adaylığım açıklanmadan bir buçuk ay önce, ülkenin farklı bölgelerinde anket ve araştırmalar yapıldı. Bu araştırmalarda en yüksek Kadıköy, sonrasında Bakırköy çıktı. Sanırım yüzde 65.4 civarındaydı Kadıköy. Diğer bölgelerde daha düşük çıktı. Hatay da soruldu bu anketlerde, Didim de, başka bölgeler de soruldu. Kadıköy’de yaklaşık yüzbin kişiye soru sorulmuş, bunlardan yaklaşık 4 bini geri dönmüş ve cevaplamış, ki bu anketi yapanlar bunun çok yüksek bir geri dönüş olduğunu belirtiyorlar. Belki ismim öne çıktığından çok konuşuluyorum, ama bugün asıl sevindirici olan, ülkenin pek çok bölgesinde sol, sosyalist, demokrat parti ve kurumlardan, yüzlerce aday gösterilmesidir. Sosyalistlerin, yurtseverlerin, demokratların programlarının ülkede tartışılır olmasıdır. Bir araya gelmemiz çok önemli. Gelemesek bile halkla buluşmak benim için çok önemli.
Kadıköy de bütün bu araştırmalar sonucunda verilen bir karardır. 10 yıllık belediye başkanlığım süresince, “küçük yerlerde bunu yapabiliyorsunuz da, büyük şehirlerde böyle bir yönetim biçimi mümkün mü” sorusuyla çok karşılaştım. Aslında burada bir sol ittifakın başarı ya da başarısızlığının laboratuvarı olacak gibi geliyor bana.
Kadıköy’de yapmayı planladığınız şeyler arasında en çok önemsedikleriniz neler?
Kadıköy’de bir çok önemli soruna sözkonusu. Mesela Kadıköy “yaş alan” büyüklerimizin yaşadığı bir kent ve çok büyük sıkıntıları var; kendi evlerine sıkışmış durumdalar. Eğitim, ulaşım, sokak hayvanlarının durumu. Bunlar gerçekten önemli konular. Haydarpaşa Garı ve Söğütlüçeşme metrobüs alanlarının sorunlarıyla ilgilenmek gerekiyor. Bu şehrin sorunlarıyla, karşı çıkışların örgütlenmesiyle ilgili çalışmalar var. Bütçenin tüm kente eşit olarak dağıtılmasıyla ilgili sorunlar var.
Ama burada gördüğümüz en önemli sorun deprem ve “yerinde dönüşüm” konusu. Yapabildiğimiz oranda sosyal konutlar ve yapı kooperatiflerini güçlendirmek, maliyetine inşaat alanları yaratmak gerekiyor. 4-5 kat binayı 25-30 kata çıkaran o rant alanına müdahale etmek gerekiyor. 4-5 kat binaların belki 1-2 kat yükseltilmesi mümkün olabilir; tabi ki bunun fiziki altyapısını oluşturarak, TMMOB benzeri kurumlarla görüşerek. Yeniden dönüşüm 3 milyona maloluyorsa, belki 400-500 bine malolmasını sağlayarak, insanların yaşam alanlarını düzeltme konusunda tartışmalar sürdürüyoruz. Bunu gerçekten önemsiyoruz.
Diğer mesele kreşler. Her mahallede kreşler kurulmasını planlıyoruz. İnsanların yürüyerek çocuklarını kreşlere götürebileceği koşulları sağlamak istiyoruz. Bir yanıyla trafik sorununu da bir nebze hafifletebilecek, kadınları rahatlatacak “Çocukça Yaşa Kreşleri” kuracağız.
Halk Meclisleri’ni oluşturarak, tüm mahalle birimlerinin, muhtarlıkların, kitle örgütlerinin katıldığı ve kentini yönetebildiği bir model yaratmak gerekiyor. Bürokratik yapıdan uzaklaşan, belediyeyi kendisine ait hisseden halkçı bir anlayışın yaşama geçmesi, aydın-demokratik çalışmaların ileriye doğru geliştirilmesi, bizim çok önemsediğimiz şeylerdir.
Dersim’de halk meclislerini ilk kurduğumuzda, ben çok kaygılıydım, “ne yapacağım”, “nasıl yapacağım” diye. Günü belirledik, çağrımızı yaptık, sonra nasıl yapacağımızı oturup konuştuk; işte divan nasıl oluşturacağız, konuşmaları nasıl yürüteceğiz diye. Ama o gün geldiğinde, bir baktım bana söz kalmadan, divanı belirlediler, başladılar gündemi tartışmaya. Böyle bir olanak çıktığı anda, halk kendi kendisini yönetmeye başlıyor bile.
Birçok konuyu biz bu meclislerde kararlaştırdık. Mesela ulaşımın ücretsiz olmasını istedik. Bir arkadaş dedi ki “bağış kutusu koyalım, isteyen atsın.” Sonra bir halk meclisi toplantısında bir kadın dedi ki, “ben otobüse bindiğimde önümdeki kişi 10 lira attı kutuya.” O sırada başka yerlerde otobüs bileti 1 liraydı. “O kişi 10 lira atınca, ben atmayınca kendimi kötü hissettim.” Bunun üzerine bağış kutusunu kaldırdık. Sonra çocuk meclisleri kurmuştuk. Ovacık düz bir yer, bisiklete binmek çok rahat, keyifli. Bisiklet aldık, istedik ki çocuklar bisiklete binsin. “Bedava mı yapalım” dedik, düşündük, otobüs ücretsiz, bisiklet ücretli olmuyor. “Ücretli olsun, saatlerce binmesin çocuklar” dediler. Bir arkadaş dedi ki, “1 saat kitap okuyan çocuk, 1 saat bisiklete binsin.” Başladık böyle yapmaya. Şimdi bir çocuk var, aslında çok zeki, ama çok yaramaz. Almış kitabı eline öyle tutuyor, sayfaları çevirmiyor, bekliyor ki saat dolsun, bisikleti alsın. Dedim ki, “sen kitap okumuyorsun, biliyorum, seni Çocuk Meclisi’nden çıkartacağım.” Ben arkamı döndüm gidiyorum, yanındaki arkadaşına dedi ki, “nasıl çıkartıyormuş, Çocuk Meclisi’nde kararları biz almıyor muyuz, o niye karışıyor?” Bunu duyunca dedim ki, “işte bu!” Biz halkla birlikte yönetmeyi hayata geçirmeye başladığımızda, onlardan gerçekten çok şey öğrendik.
Dersim’den devam edelim. Belediyede temizlik işçisi olarak çalışan 38 yaşındaki Zülfü Çelikdemir, 12 Ocak 2024’te çöp toplama aracından düşerek beyin kanaması geçirdi, 40 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra yaşamını yitirdi. Ailenin size yönelik suçlamaları oldu, bu konuda ne söylemek istersiniz?
Biz aslında arkadaşımızın sağlığına kavuşmasını umuyorduk ve onunla birlikte kamuoyunun önüne çıkarak açıklama yapmayı planlıyorduk. Ancak arkadaşımızı kaybettik, çok üzgünüz. Ailesine, dostlarına başsağlığı diliyoruz. Ailenin suçlamaları ise gerçeği yansıtmıyor. Ben bu işçi arkadaşımızı şahsen tanımıyorum; zaten bütün çalışanları tanımam, nerede çalıştığını bilmem mümkün değil. Saha amiri bilir, o birimin bağlı olduğu belediye başkan yardımcısı bilir. Belki sima olarak tanıyabilirim, ama hakkındaki her şeyi bilmem mümkün değil. Zaten belediye başkanları, işçi alımlarına doğrudan karışmaz. Kural şöyledir: İhtiyaç olan alanlara ilişkin duyurular yapılır ve işçi arkadaşlar da bu alanlara ilişkin başvuru yapar. Bu arkadaş, temizlik bölümündeki işçi alımına başvurmuş, Mart 2017’de temizlik işçisi olarak işe alınmış. Aile, bu işçinin “engelli” raporu olduğunu söylüyor; ancak işe alımda sunduğu sağlık raporunda “ağır ve tehlikeli işlerde çalışamayacağı”na dair bir ibare bulunmuyor. Keza işe alım sırasında doldurduğu başvuru formunda “sağlıkla ilgili olarak görevini devamlı yapmaya engel bir durum olmadığı” yönünde kendi yazılı beyanı mevcuttur. Bugün her belediyede ve her işkolunda kronik hastalıkları olan işçiler, çalışmaya devam ediyorlar.
Bu arkadaş Temizlik İşleri’nde başlamış, sonra Park ve Bahçeler Müdürlüğü’ne geçmiş, orada çalışıyorken Eylül 2019’da kendi talebiyle temizlik işine geri dönmüş, Ağustos 2020’de ise yine kendi talebi ve dilekçesi ile çöp aracının arkasında çalışmak istediğini beyan etmiş. Çöp aracında görevli arkadaşlar, akşam saat 18.00-22.00 arasında çalıştıkları ve tam gün çalışan personelle aynı maaşı aldıkları için, bunu tercih edebiliyorlar. Gündüz tamamen boş kalıp sadece akşam 4 saatlik bir çalışmaları oluyor. Ağustos 2021’de arkadaş yeniden yer değişikliği ve çöp arabasından ayrılma isteğini beyan etmiş; bu konuda belediyenin sunduğu yer seçeneklerini kabul etmemiş. Belediye de, bu seçenekler dışında başka alanlar için koşulların uygun olmadığını, talebinin ileride değerlendirileceğini belirtmiştir.
Aile, yıllardır izin kullandırılmadığını da ileri sürüyor. Ancak işe başladığı andan itibaren kullandığı izinler, belediyenin kayıtlarında var. Sadece bir defa, 70 günlük izin talebi personel eksikliği gerekçesiyle ertelenmiş, sonrasında 6 günlük bir istirahat izni almış, 6 günün ardından 15-20 gün izin kullanabileceği belirtilmiştir. Buna karşın, hem kendisi hem de babası, belediye yetkilileri ile görüşmelerinde, bu izni “kar yağdıktan sonra” kullanmak istediklerini söylemişler, ertelemişler. 6 günlük istirahat izni bittikten sonra işbaşı yaptığı gün kaza oluyor. Kazanın ardından belediyenin yetkilileri ve mesai arkadaşlarının hastaneye gitme ve yanlarında destek olma çabalarını, ailenin tavrı engellenmiştir. Ailenin tepkisel-duygusal yaklaşımına duyulan saygı nedeniyle, cenazeye de katılmamışlar.
Biz arkadaşımızın aramıza dönmesini bekliyorduk; o zaman birlikte açıklama yapacaktık, çünkü kendi el yazısıyla dilekçeleri var. Bu dilekçeler basına da verildi. Ayrıca belediye bünyesinde idari soruşturma başlatıldı. Ama her şey bir yana, yaşamını yitiren işçi arkadaşımız için çok üzgünüz.
Dersim Belediyesi öncülüğünde merkeze bağlı Sütlüce Köyü yakınlarında, 18 hektarlık alana “Entegre Katı Atık Bertaraf Tesisi” kurulması planlanıyor. Bu tesis nedeniyle 55 bin ağacın kesileceği, inanç yerlerinin çöp altında kalacağı, bölgedeki tarımsal ve hayvansal faaliyetlerin son bulacağı söyleniyor ve bazı protestolar düzenleniyor. Bu konuda ne söyleyeceksiniz?
Bu proje 2011’de başlamış ve 2014’te karara bağlanmış bir projedir. Bu tarihlerde Tunceli Belediye Başkanı BDP’li Edibe Şahin’dir. Ben 2019’da belediye başkanı oldum. Bu projenin tüm hazırlığı benden önceki süreçte yürütüldü. Projeyi yapan, AB’den fon isteyen, rapor sürecini işleten parti BDP’dir. Projenin başlangıç aşamasında hiç kimsenin itirazı yok. 8 tane muhtarın onayı var. Bugün en çok itiraz eden muhtar, o gün yerin tespit edilmesi sürecine katılan, mevcut yeri gösteren kişidir. O dönemin belediye başkanı köylülerle, kitle örgütleriyle, kurumlarla, derneklerle, sendikalarla, TMMOB’la toplantılar yapmış; çok şeffaf şekilde süreç yürütülmüş; hiç kimse itiraz etmemiş.
Süreç benim dışımda gelişmiş. Ancak benim görüşüm de bu tesisin kurulmasından yanadır. Çünkü vahşi depolama yöntemi, en kötü, doğaya en fazla zarar veren, en geri dönülmez hasarı yaratan, toprağı, havayı, suyu kirleten yöntemdir. Vahşi depolama yöntemi yerine, geri dönüşümü esas alan çöp depolama yöntemini tercih etmek gerekir. Çünkü bu tür katı atık tesislerinde, çöpün en az yüzde 60’ı geri dönüşüme girmektedir. Evsel atıkların bir bölümü gübreye dönüştürülür; demir, kağıt, plastik ürünler yeniden kullanım için ayrıştırılır, son kalan atık da enerji üretimi için kullanılır. Bu projeyi ben de destekliyorum.
55 bin ağaç kesileceği zaten doğru değil. En son Orman Müdürlüğü ile yaptığımız yazışma ve sayım sonrasında, sahanın tamamında 7 bin ağaç olduğu tespit edilmiş. Ve bunların yalnızca 4 bin kadarının kesilmesi öngörülüyor. Binanın yapılacağı yer orman bölgesinin dışında. Ama daha geniş bir alan çevriliyor ki kurt, kuş, hayvan girmesin, oradan etkilenmesin diye. Tüm ölçümleri ve raporları yapılmış. Hem vahşi depolama nedeniyle ileride verilecek zararları önlüyor, hem de bölgedeki tam 9 vahşi depolama bölgesinin rehabilite edilmesini, o bölgelere yeniden ağaçlandırma yapılmasını öngörüyor. Tesis sayesinde, sadece kağıt dönüşümü üzerinden, önümüzdeki 35 yıl içinde 1 milyona yakın ağacın kurtulduğu bir proje bu. Bugüne kadar çalışması yapılmış, AB projeyi onaylamış, 8-9 yıldır ödemeler yapılmış, belediyeler oraya bütçe aktarmış, çalışanlara ödemeleri yapılmış.
Bize diyorlar ki, “onlar yapmış sen iptal et, başka yerde yap.” Başka yerde yapma ihtimalimiz yok. Yer değişimi için başvuru aptığımızda kabul edilmedi; projenin iptal edilip yapılanların hepsinden vazgeçilip, yeniden projelendirilmesi istendi. Üstelik bu tür projelere artık hibe destekleri yapılmıyor. Projeden vazgeçildiği anda, Dersim Belediyesi kendi bütçesiyle böyle bir projeyi asla gerçekleştiremez. Bugüne kadar 10 kez, 20 kez köylülerle görüşme yaptık; meclise getirdik. Normalde getirmememiz lazım, çünkü bitmiş bir çalışma. Projenin de yüzde 85’i Çevre Şehircilik Bakanlığı ve Avrupa destekli. Çevre Bakanlığı üzerinden yapılıp belediyeye devredilecek. Ortalama 15-16 milyon euroluk bir proje. Bir daha AB’ye böyle bir şey kabul ettirme olanağımız yok. Kamu destekli olmadan bunu hayata geçirme ihtimalimiz de yok. Şimdi bizden önce yapılmış, itiraz olmamış, mahkemeye gitmemiş, sonra bizim dönemimizde mahkemeye gitmişler, kaybetmişler, bağımsız denetçiler bunun “çevre dostu” olduğuna dair raporlar yazmış, çok fazla araştırma yapılmış, araştırmalarda en uygun yer olarak burası tespit edilmiş… Bu aşamada artık vazgeçilmesi, şehrin vahşi depolamaya terkedilmesi doğru değil. O dönem itiraz edilseydi yer değiştirilirdi ve AB’ye sunulan yeni raporlar kabul edebilirdi. Proje bittikten sonra “vazgeçtik” diyemeyiz.
Aslında burada siyasi kurumların bilinçli bir çabası sözkonusu. Ben de şöyle söyleyeyim; 30 gün sonra benim belediye başkanlığım bitiyor, yeni bir yönetim gelecek. Kalan 30 gün için benimle tartışmalarına gerek yok, yeni yönetim iptal etsin.
Belediyenin borçlarına ilişkin ne söyleyebilirsiniz?
Biz belediyeyi teslim aldığımızda bizim ortalama aylık gelirlerimiz 2 milyon TL civarındaydı. Borç ise yaklaşık 69 milyondu, ek olarak bizden hemen önce yapılan kamulaştırmalara ilişkin 5 milyon daha borç çıktı. Toplamda 74 milyona yakın borç vardı. 37 aya denk düşen bir borçtu bu. Yanı sıra belediyenin 5 yıllık geliri içinde olan dükkan kiraları vb. de bizden önce kayyum yönetimi tarafından peşin alınmıştı. Daha seçimden önce, “gelen kim olursa olsun, iş yapamasın, halkın tepkisini alsın” diye bir planlama yapılmış. O dönemin kayyumu zaten bunu açıkça ifade etmiş.
Biz bu borcun tamamını taksitlendirdik ve 3 yıl içinde parça parça ödedik. Bugün bizim halka borcumuz yok, işçiye borcumuz yok. Ama 5 yıllık gelirlerimiz de önden alınmış olduğu için, devlete olan borçlarımızı ödeyemedik. Bugün sadece SGK ve vergi borçları, elektrik borçları kaldı geriye. Bu da toplamda 180 milyon lira borç yapıyor. Rakamla söyleyince borç miktarı daha çok görünüyor. Ama bugünkü kur üzerinde kıyasladığımızda, belediyeyi aldığımız dönemki borç 650 milyona denk düşüyor, bunun sadece 3’te 1’i kalmış. Aylık gelir üzerinden hesapladığımızda, geldiğimizdeki borç 37 aylık gelire denk düşüyordu, şimdi 12 aylık borç kalmış durumda.
Üstelik aynı dönemde biz su bedelini yükseltmedik, ulaşım bedelini yükseltmedik, vergileri yükseltmedik, özellikle esnaf kiracılarımızın kiralarını yükseltmedik. Sonra bize gelen bağışları bloke ettiler. Aynı dönemde işçi ücretlerine büyük zamlar yaptık. Başka belediye olsaydı şimdi borcunun haddi hesabı yoktu. Biz 3 yıl boyunca, sağdan soldan dayanışma ile işçilerin ücretlerini ödedik. Bize ayda 260 bin lira para geliyordu, 1 milyon lira işçi maaşı ödüyorduk.
Aslında işçi ücretleri konusunda belediyeler genel olarak çok zor durumda. Mesela ben Kadıköy Belediyesi ile görüştüm, gelen para 60 milyon, işçi ücreti 125 milyon. Muhalif belediyeler çöküyor, gerçekten çok zor bir durum var. Mesela petrol yüzde 1500 yükseldi, belediyelere ödenek yüzde 100 yükseldi. Bu hesap tutmuyor elbette.
Her seçim öncesinde belediye yasasında değişiklik yapıyorlar. Yine bir değişiklik yaptılar ve sizin de söylediğiniz gibi belediyenin kaynaklarını olabildiğince kısıyorlar. Buna karşı, muhalif belediyeler ortaklaşa bir şeyler yapamaz mı?
1945-46’da yapılmış belediye yasaları var, bu yasalarla artık belediyeler yönetilmez. Bu yasayla halktan aldıkları verginin sadece yüzde 6’sını belediyelere destek olarak veriyorlar. Bundan 30-40 yıl önce yüzde 9-10 civarındaydı. Bununla belediyeler ayakta kalamaz. “Belediyeler Birliği” Türkiye’nin en büyük örgütü olmasına rağmen, hiç ses çıkarmadan pasif biçimde durması, aslında belediyelerin bu hale gelmesinin en önemli nedenidir. Bir serüvendir bu mesele. İktidar yanlısı belediye birlikleri kuruluyor ve çoğunluk kararı alınarak işler bu hale getiriliyor. Biz bununla ilgili çok tartışmalar yürüttük. Ama gelinen aşamada bir şey yok. Çünkü kendi projeleri devlet tarafından kabul ediliyor, hibe destekleri alınıyor. Muhalif belediyelerin büyük bölümüne kayyum atandı. Ses çıkaracak olan kesime kayyum atandı. Diğer belediyeler de sistemle barışık, buna bir müdahalesi yok. Çünkü kendileri başa geldiğinde, kendilerinin de böyle yapacaklarını düşünüyorlar.
Siz Kadıköy’de belediye başkanı seçildiğinizde, böyle bir durumla karşı karşıya kalacaksınız. Doğal olarak bu yasaya karşı mücadele vermek lazım, halka bunu açıklamak lazım. Halk bunu bilmiyor sonuçta.
Bir yasa çıkarmaktan çok genelgelerle yapıyorlar. Avrupa Yerel Yönetim Sözleşmesi var, devletin de altına imza atmış olduğu. En demokratik yön odur. Yerel yönetimlerin güçlendirilmesini öngören bir sözleşmedir bu. Mesela İsviçre’deki kanton yönetimleri, Avrupa’daki başka örnekler. Yerel yönetimlere yetki veriliyor, -valilere, kaymakamlara değil- belediye başkanlarına, halkın seçtiklerinin karar mekanizması olduğuna dair bir çalışma. Ama Türkiye buna çekimser kaldı. Bu çalışmanın harekete geçmesi lazım.
Türkiye’de bir ulusal sorunun olması da kaygılanmalarına neden oluyor.
Kaygıları o zaten. Kendi içinde o eşitsiz siyasetini yürütmesi, özgürlükçü olmaması, bütün alana hakim olma, baskıcı olma, güvenlikçi politikalarını hayata geçirme çabası budur zaten. Özellikle HDP’li belediyelere kayyum atanmasının altında bu yatıyor.
Siz Dersim’de belediye başkanlığı yaparken kayyum atanmadı. Kayyumla karşı karşıya kaldığınızda ne yapacaksınız?
Bunu halkın sahiplenmesi gerekiyor. Kayyum meselesi halkın kendi iradesinin işgal edilmesi, gasp edilmesidir. Mücadelesinin de halkla birlikte verilmesi gerekiyor. O süreçte bizimle ilgili de kararlar alıyorlar. Aslında halktan kaygılanıyorlar, kendi tabanlarından da kaygılanıyorlar. Ama size şunu da söyleyeyim; bizim kurumlarımıza da kayyum atandı. SMF’nin onlarca yeri kapatıldı, kadroları gözaltına alındı. Demokrasi kuvvetlerinin birçok yeri, dernekleri kapatıldı. Bunlar bir yana, bu sistemin bir parçası olmasına rağmen, kendisi gibi düşünmeyen kesimlere bile kayyum atandı. Bu bir hak gaspıdır, kim olursa olsun. Sistem, kendisi gibi düşünmeyen herkese karşı bu tehdidi kullanıyor.
Ovacık ve Dersim belediyecilik döneminden çıkardığınız en önemli sonuçlar nedir?
İlçelerdeki kamu tartışmaları, illere göre çok daha rahat geçer. Önemli olan nüfus değil, ister 1 milyonluk ilçe olsun, ister 40 bin kişilik bir ilçe olsun. İl sözkonusu olduğunda, onlarca kamu kurum ve kuruluşu var ve bunların başındaki yöneticilerin çok büyük bir bölümü iktidar yanlısı. Bunlarla ortaklaşmak bir yana, birlikte çalışma ihtimali bile çok zor. Çalışmalarımızın bir tanesine bile destek verilmediği bir kentten bahsediyoruz. Buralardan geliyoruz aslında. Ben Ovacık’la Dersim’i ya da Türkiye’nin en büyük ilçesiyle Dersim’i kıyaslama yapmak gerektiğinde, gerçekten demokratik açıdan, kamudan yararlanma açısından, merkezler daha zor, ilçeler daha kolay.
Diğer taraftan bizim bölgeler ile buralar aynı değil. Mesela orada insanlar biraraya geldiğinde fişlemeye alınıyordu, insanlar meclislere girmeye çekiniyordu, korkuyordu. Biz kooperatifi ilk kurduğumuz zamanlarda bile sürekli gelip bakıyorlardı, kontrol ediyorlardı ne yapıyoruz, ne konuşuyoruz, nasıl çalışıyoruz diye.
Ama büyük kentlerde bu aşılmış, büyük kentlerde yönetimde olmak isteyen binlerce insan var. Onun için, biz burada bir şey yaratmak istiyoruz. Temel belediyecilik hizmetlerini herkes yapabilir. Bir yolu başkası da yapabilir. Daha iyi yapabilecek olanlar da vardır. Ama esas olan, bir kentte yaşayanların kendi karar alıp, gelecek korkusu yaşamadan o kentte yaşayabilmesidir. Bizim için bu önemlidir. Kadıköylüler mesela, acaba kentsel dönüşümde bizi buradan çıkaracaklar mı korkusunu çok yaşıyorlar. Biz “yerinde dönüşüm” ile herkesin kendi sokağı ve mahallesinde kalacağı bir çalışmanın parçası olacağız. Bunun tersini Büyükşehir de yapsa, Çevre Bakanlığı da yapsa karşı çıkacağız.
Göztepe’deki seçim merkezinin açılışı sırasında VOA (Amerika’nın sesi) televizyon kanalı sizinle bir röportaj yaptı. Orada İmamoğlu’nu desteklediğinizi söylüyorsunuz. İBB adayı olarak herhangi birine desteğiniz sözkonusu mu?
Bana soru şu şekilde soruldu: “Murat Kurum mu, İmamoğlu mu?” Mevcut iktidarın bu kadar ceberrut yapısının olduğu bir yerde, onun karşısındakinin kazanmasını her vatandaş gibi ben de isterim. Gönül ister ki, devrimcilerin, sosyalistlerin, komünistlerin yönettiği bir belediye olsun. Ben İmamoğlu’ndan çok, Murat Kurum’a karşı konuştum. Bunun doğru olduğunu da düşünüyorum. Yoksa başka bir partinin meselesi, bizim gündemimizde olmayan bir konu. Biz sosyalistiz, nerede kimin destekleneceğine kurumlarımız karar verir. SMF adına ya da Halk Dayanışması adına benim öyle bir açıklama yapma durumum yok, etik de değil. Ben kurum üstü biri değilim. Bir açıklama gerektiğinde kurumlar yapar. Ama bana “bu mu, bu mu” diye sorulduğunda, ben iktidara karşı olanı seçerim. Dün Sözcü TV’de de sordular bunu. İmamoğlu demedim ama, İmamoğlu’na karşı bir konuşma yapmam da doğru değil, o benim bir meslektaşım sonuç olarak. Ben mevcut iktidarın durumuna karşı kim güçlüyse onun kazanmasını isterim. Ama desteklemek daha başka bir şey…
Son olarak çalışmalarınız nasıl gidiyor, Kadıköy’de kazanma şansınız nedir, diye soralım.
Çalışmalar çok iyi gidiyor. Kadıköy’deki dernek, sendika, oda, kooperatif, tüm demokratik kurumları ziyaret ediyoruz; sorunlarını taleplerini dinliyoruz. Biz de kendi yapacaklarımızı anlatıyoruz. Birbirimizden besleniyor, güç alıyoruz. Semt pazarlarına gidiyoruz, Kadıköy’ün caddelerini, sokaklarını dolaşıyoruz. Bir yandan kendi programımızı halka ulaştırıyoruz, bir yandan halkın sorunlarını dinliyoruz. Yolumu kesip şikayetlerini anlatan çok kişi oldu. Provakatif sorular soran da oluyor tabii. Biz hepsine hazırız. Herkese düşüncelerimizi, hedeflerimizi, Kadıköy için projelerimizi anlatıyoruz. Benim halkla ilişki kurmada sorunum olmaz. Çocukla da yaşlıyla da konuşur, anlaşırım. Onların dilinden konuşurum. Bunda bir sakınca görmem. Sevgiyle, saygıyla yaklaşıyorum herkese, karşılığını da alıyoruz.
Kadıköy’de kazanma şansımız giderek artıyor. İlk adaylığım açıklandığından bu yana sokakları dolaşıyorum. O günlerde bir kadın önümü kesti. “Niye buradan aday oldun, buradakiler sana oy vermez, seni harcayacaklar” dedi. Ben de “sen bana oy verecek misin” dedim. “Evet vereceğim” dedi. “Sen ve senin gibiler oy verdikten sonra ben niye harcanayım” dedim. Başlangıçta böyle bir kaygı vardı. Fakat bu kaygı artık bitti.
Arkadaşlar anket yaptırıyorlar. Ayrıca bağımsız kuruluşlar anket yapıyor. Bu konuda profesyonel olan ve bize gönüllü çalışan kişiler var. Bana ulaşan verileri size söyleyeyim; Şubat’ın ortalarında yüzde 30 civarındaydı, Şubat’ın son haftasında yüzde 40’a ulaştı. Kadıköy’de CHP’nin “kimi koysam burada kazanır” yaklaşımına kızanlar çok. Ama biz sadece CHP tabanından değil, başka partilerden de oy alıyoruz. CHP ile henüz kılıçlar çekilmiş değil, yarış yeni başlıyor. Bazı yerlerde pankartlarımızın yırtıldığını duyuyoruz. Saygı çerçevesinde demokratik bir yarış olsun isteriz. Anketçilerin bize söyledikleri şu: Adaylığımızı açıkladığımız andan itibaren sürekli yükselen bir oy grafiğimiz var. Bunun çok önemli olduğunu söylüyorlar. 31 Mart’a kadar bu yükselişi sürdürmemiz lazım. Ben kazanacağımıza inanıyorum. Her konuşmamın sonunda Yılmaz Güney’in sözlerini söylüyorum. “Kazanacağız! Mutlaka ama mutlaka biz kazanacağız!”