İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve yanındaki heyeti taşıyan helikopter, 19 Mayıs günü, Azerbaycan sınırına yakın dağlık bir bölgede düştü.
Reisi, Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile birlikte, Nahcıvan sınırında Aras Nehri üzerinde iki ülke tarafından ortaklaşa inşa edilen Kız Kalesi ve Hudaferin barajlarının açılışını yapmıştı. Ardından Tebriz’e dönmek üzere helikoptere binmişti. Kazada Reisi’nin yanısıra, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, Doğu Azerbaycan Valisi Malik Rahmeti ve Tebriz Cuma İmamı Ayetullah Ali Haşim de yaşamını yitirdi.
Kaza haberi, büyük tartışmalar başlattı. Komplo teorileri peşpeşe yağdı. Özellikle İsrail ya da ABD’nin bir saldırısının olup olmadığı, İran’la sorunlar yaşayan Azerbaycan’ın dahlinin bulunup bulunmadığı en çok tartışılan konuydu. Keza içte bir “iktidar kavgası” ihtimali de gündeme geldi.
Yaşanan tutarsızlıklar ve göz göre göre yapılan hatalar zinciri, helikopterin düşmesinin basit bir kaza olmadığını gösteriyordu zaten.
En başta, bu tür seyahatlerdeki protokole aykırı biçimde, Cumhurbaşkanı ile Dışişleri Bakanı aynı helikoptere binmişti. Toplamda 3 helikopterle seyahat ediliyordu ve Cumhurbaşkanının bindiği helikopter, içlerindeki en kötü, en eski, bakımsız olandı. (Zaten kaza sonrasında Putin, yolculuğu kazasız tamamlayan 2 helikopterin kendilerine ait ve sağlam araçlar olduğunu açıklamıştı.)
İran, Ortadoğu genelindeki savaş ortamıyla doğrudan alakalı bir ülke olmasına rağmen, ordu komutanları bile Tahran’da gezerken onlarca korumayla hareket ederken, Cumhurbaşkanı dağlık bir alanda, yanında yeterince koruma ve güvenlik önlemi olmadan yalnız bırakılmıştı. Hava koşulları kötü olmasına rağmen yola çıkma kararı alınmıştı. Reisi’nin bindiği helikopterin 72 saat sinyal veren bir sistemi olmasına rağmen, bu sinyal sistemi kapalıydı; çalıştırılmamıştı.
Tüm bunların üzerine, kaza sonrasında İran devletinin sürekli çelişkili açıklamalar yapması da ayrıca dikkat çekiyor. Yanısıra, arama-kurtarma çalışmaları 15 saat sürüyor, helikopter kendi rotasından sapmadan ilerlediği ve rotası üzerinde kaza yaptığı halde, enkazı bir türlü bulamıyorlar.
Bu tablo, Reisi’nin “dış güçler” tarafından değil, İran’ın kendi içindeki iktidar kavgalarının bir sonucu olarak gözden çıkartıldığı ihtimalini güçlendiriyor. Yanısıra, Reisi’nin ölümünün İran’ın dış politikasında bir değişiklik getirmesi beklenmiyor. Bu da, gözlerin iç politik dengelere dönmesinin bir başka nedeni.
Bu ihtimaller dışında, yıllardır süren yaptırımlar nedeniyle hava araçlarının bakımının yapılamadığını, kötü hava koşullarından dolayı yaşananın basit bir kaza olduğunu ileri sürenler de var. Elbette yaptırımların İran’daki yaşam kalitesini fazlasıyla etkilediği doğru. Ancak askeri açıdan ABD’ye ve İsrail’e rahatlıkla kafa tutabilen, füzeleriyle ve Ortadoğu’daki başka ülkelerde yürüttüğü savaşlarla göz dolduran İran’da, salt bu nedenle cumhurbaşkanının ölmesi, akla yakın gelmiyor. Keza bu savunu, yukarıda bahsettiğimiz çelişkileri açıklamaya da yetmiyor.
İran’da en gerici yönetimin sembolü Reisi
2021 yılında cumhurbaşkanı seçilen Reisi’nin ölümünün ardından sadece başkentte değil, birçok kentte görkemli cenaze törenleri düzenlendi. Ancak halkın gözünde Reisi, halka dönük ağır baskıların ve devlet terörünün simgesiydi.
New York merkezli İran İnsan Hakları Merkezi İcra Direktörü Hadi Ghaemi, “Reisi, devlet politikalarını eleştirmeye cesaret ettikleri için insanları hapse atan, işkence eden ve öldüren bir sistemin temel direğiydi. Ölümü, işlediği pek çok suçun ve devlet zulmünün hesabını vermekten kaçmasını sağladı” dedi.
Sözkonusu baskı politikaları en somut olarak, 2022 yılında yaşanan, kadınların saçının açılması konusundaki eylemlerde görünmüştü. Eylemlerin başlangıç noktası, Mahsa Amini adlı genç kadının, saçı göründüğü için ahlak polisi tarafından gözaltına alınması ve işkence ile öldürülmesiydi. Bu haberin duyulmasının ardından, İran’ın pek çok kentinde kitlesel eylemler başladı. Sokak eylemlerinin yanısıra, üniversite öğrencilerinin gösterileri, esnaf protestoları ve petrol sektörü başta olmak üzere işçi grevleri ile, dalga dalga büyüyen bir kitle hareketi yükseldi. Reisi yönetimi, bu eylemlere karşı hızla devlet terörünü yükseltti, vahşi biçimde saldırdı. Bu saldırılar nedeniyle en az 500 kişinin öldüğü sanılıyor. Binlercesi ise hapse atıldı, işkence gördü.
Reisi’nin suçlandığı bir başka konu ise, 1988 yılındaki idamlardı. İran Halkın Mücahitleri üyeleri dahil binlerce siyasi tutuklu, birkaç dakikalık keyfi yargılamalarla idama mahkum edilmiş ve 3 ay içinde idam edilmişti. Bu konuda resmi açıklama olmadığı için idam edilenlerin sayısının en az 5 bin en fazla 30 bin olduğu tahmin ediliyor. İdam kararları 4 kişilik “Ölüm Komitesi” tarafından alınmış ve uygulanmıştı; Reisi de bu komitenin içindeydi ve lakabı “cellat”tı. Reisi, sonraki yıllarda da açıkça bu idam kararlarını savunan açıklamalar yapmaktan çekinmedi. Keza görev süresi boyunca solcuları ve rejim muhaliflerini hapis ve işkencelerle cezalandırmaya devam etti.
İran’ı ne bekliyor
Reisi 2021 yılında, iktidar tarafından her aşaması planlanmış bir süreç ile seçimleri kazanmıştı. Güçlü bir rakibi yoktu, çünkü rakipler önden elenmişti. Seçim öncesindeki hazırlık süreci, 85 yaşındaki dini lider Hamaney sonrası için Reisi’nin hazırlandığı yorumlarını da güçlendirmişti.
Ancak Reisi’nin halk desteği yoktu. 90 milyona yakın nüfusu olan İran’da, sadece 18 milyon oy ile kazanmıştı. Kitlelerin rejime güvensizliği, meclis seçimlerine de yansımıştı. Seçimlere katılım oranı birinci turda yüzde 41 iken ikinci turda ise yüzde 8’lere düşmüştü.
İran rejimi uluslararası planda güç ve etkisini artırırken, ülke içinde genel olarak halk desteğini kaybediyordu. Ambargoların yarattığı ekonomik baskıların yanısıra, dini ve siyasi baskılar da kitlelerin zaman zaman güçlü kitle hareketleri ile patlamasına yol açıyordu. Reisi böyle bir dönemde, halk üzerindeki baskıları artırarak kontrolü sağlamak üzere seçildi. Hızlı biçimde, kitleler üzerindeki ekonomik ve siyasi baskıları artırdı. Mesela fabrikaların özelleştirilmesi hızlandırıldı; grev ya da eylem yapan işçiler işten çıkartıldı, hapsedildi, kırbaç cezasına mahkum edildi. Kitleler daha da yoksullaşırken, ülkenin ekonomik kaynakları nükleer santrallere ve başka ülkelerdeki (Yemen, Irak, Suriye başta olmak üzere) savaşları ve askeri faaliyetleri finanse etmeye ayrılıyordu. Hapis ve diğer cezalar genel olarak çok artırıldı. Son 24 yılda idamların en çok arttığı dönem, Reisi dönemi oldu. Tüm muhalifler üzerinde baskılar büyütülürken, kadınlara dönük saldırganlık tahammül edilemez boyutlara ulaştı. “Ahlak Devriyeleri” hızla yaygınlaştırıldı ve “tesettür ve iffet yasası”nın daha sert biçimde uygulanması talimatı verildi.
2022’de Mahsa Amini’nin ölümünün ardından eylemler, bu atmosfer üzerinden patlamış, kadın hareketi gibi gösterilmeye çalışılan eylemler, tüm toplumun ekonomik-siyasi protestolarını açığa çıkarmıştı. Petrol ve çelik fabrikalarında grevler, esnafların kepenk kapatma eylemleri, tüm halkın öfkesini ifade ediyordu. Aylarca süren protestolar, Şahlık rejiminin 1979’da devrimle yıkılması ve İslam Cumhuriyet’nin kurulmasından bu yana, dini önderlere karşı “en ciddi meydan okumalardan biri” olarak tanımlandı. Sonrasında Reisi yönetimi ölüm ve hapis cezalarını da içeren biçimde bu hareketin bastırmayı başardı. Ancak tamamen kontrol altına alamadı. Sokaklarda yürüyen sarıklıların sarıklarına vurulması gibi, kendiliğinden hareketleri de içerecek biçimde, hoşnutsuzluk ve öfke belirtileri sürmeye devam etti.
* * *
Reisi’nin ölüm haberinin ardından Tahran sokaklarında havai fişekler patlatarak kutlama yapanlar, sokakta tatlı dağıtanlar da vardı ve halkın gerçek duygularının ifadesiydi bu. 1988’de idam edilenlerin anneleri tarafından kurulan ve bugüne kadar mücadeleyi sürdüren “Havaran Anneleri” adlı muhalefet hareketi de, helikopter haberinin ardından “Reisi’nin en derin acılarla bu hayata veda etmiş olmasını diliyoruz” açıklamasını yaptı.
Reisi’nin kendisine verilen görevi; baskı ve zor aygıtını sertleştirerek halkı kontrol altına alma görevini yerine getiremediği, tam tersine İran tarihinin en önemli kitle hareketlerinden birine yol açtığını söylemek mümkün. Bu sebeple “görevine son verilmiş” olma ihtimali de düşük değil.
Şimdi İran’da 28 Haziran’da yapılacak olan seçimlere hazırlanılıyor. Kitlelerin öfkesini yatıştırmak için reformcu bir adayın mı, yoksa daha saldırgan politikalar izleyecek birinin mi göreve getirileceği henüz belli değil. Egemenler bir taraftan kitleleri kontrol altına alacak aday bulmaya çalışırken diğer taraftan kendi iç iktidar savaşlarını yürüteceklerdir.