“Bir sözle kuruldu dünya! Hep o sözü aradım ve buldum: Emek”

Sennur Sezer’den alıntıladığım bu dizelerle başlamam gerekiyordu yazıya. Türkiye’nin gündelik ikliminde bu kadar çok yer kaplayıp da üzerine düşünmek ve konuşmakta zorlandığımız, çekindiğimiz şey “emek”.

Özel sektörde çalışan eğitim emekçilerinden biriyim ben de. 2015 yılından beri içinde olduğum bu sektörde kurs ve okullarda çalıştım birçok arkadaşım gibi. Birbirimizden habersiz ne derece sömürüldüğümüzün bile yeterince farkında olamadığımız bir çarkı döndürmeye çalışıyoruz yıllardır. Öyle hızlı ve acımasız dönüyor ki, düşünmene fırsat vermiyor gibi. Günün sonunda evde koltukta dinlendiğini hayal edebildiğin bir kabullenmişlikle sıkışık ve hep aynı günlerin izdüşümünde geçen günler, haftalar ve yıllar…

“Az kazanıyoruz, kötü yaşıyoruz” gerçeğini, birileri söylemek için kapını yumrukladığında anlamaya başlıyorsun. En azından benim için öyleydi. Daha önce örgütlü bir mücadelede bulunmamış biri olsam da Öğretmen Sendikası’nın kurulduğunu öğrenir öğrenmez hiç düşünmeden, sorgulamadan üye olduğumu hatırlıyorum. Kapım yumruklanmış gibi. Yoğun çalışma koşullarımız sendikada daha fazla var olmayı maalesef engellese de bir şekilde o kapıyı açmak gerekiyor her fırsatta. O günden bugüne kendimi daha güçlü hissediyorum. Sektördeki sömürü, kadın öğretmenler üstünde daha başka tepindiği için şimdi daha güçlü hissediyor olmak benim için çok önemli.

Birçok kişiden duyduğum şeylerden biri “korkmuyor musunuz?” oluyor. Korkuyoruz tabii ki nasıl korkmayalım? Çoğumuz eriyen orta sınıfın kalıntılarıyız ve beyaz yaka sıfatına görece daha yakın öğretmenlerin korkması, kaygılanması kadar normal bir şey yok. Fakat olay korkmak ya da korkmamak değil, farkında olmak; kötüleşen yaşam koşullarında sistematik olarak daha da aşağı çekildiğimizi görmek gerekiyor.

Her meslek gerekli verimliliği sağlamak için belli motivasyonlar taşır. Özel sektördeki öğretmenler olarak motivasyonlarımızı geri istiyoruz. Talep etmek, hak aramak sanki suçmuş gibi algılandığımız sokak eylemlerimizin insanı ürküten bir yanı olsa da kendini ifade edebilmek, bunu yanındaki diğer emekçilerle birlikte yapmak, kazanmaya çok yaklaştığımızı da hissettiriyor. Bir gecede değişen kanunlarla atıldığımız torbadan çıkmak kolay olmayacak tabii ki, ama burada başka bir şey var kazanımların önüne geçmesi gereken. Yıllarca sindirildiğimiz bu baskı ve güvencesizlik içinde sınıflarda bile yeterince varlık gösteremediğimiz bir noktadayız. Ucuz iş gücü haline gelmek, meslek itibarımızı da elimizden aldı. Onu yeniden ayağa kaldırmak için haykırmak, slogan atmak, yürümek, yüzbinler olduğumuzu göstermek zorundayız.

Temel taleplerimizden biri olan “Taban Maaş”ımızı geri almak için defalarca gittiğimiz Ankara’dan elimiz hiç boş dönmedik aslında. Her eylem sürecinden sonra daha da güçlü çıktığımızı gözlemliyorum. Kararlılığımız artıyor ya da inatçılığımız. Hak arayışımız aynı zamanda çok öğretici bir yol aslında. Örgütlenmek insana çok güzel dersler veriyor. Son 26 Mayıs sürecimizde bunu çok daha net görebildim. Küçük ve önemsiz gibi görünen sorumluluklar sonucu ortaya büyük ve kusursuz bir eylemlilik çıkıyor. Bazen her şey yolunda gitmediğinde, anlık alınan kararlarla eyleme devam ettiğimizde, sendikanın aklına güvenmenin ne kadar iyi geldiğini de görüyorum.

26 Mayıs günü Ankara’da önlüklerimizi giyip aynı kararlılıkla bir arada olmak, tek ses halinde yürümek korkularımızı alıp götüren anlardandı. O yüzden bir araya gelebilmek önemli. Ötede durduğumuzda gerçekten savunmasız ve güvencesiziz. Biz o gün polis barikatlarını aşmayı başardık. Bu öylesine bir şey değil, çünkü aynı zamanda bir irade ve kararlılık göstergesiydi. Basında, kamuoyunda bu kadar yer almamızı ve ilgi görmemizi sağlayan şey de, aslında barikatların aşılabileceği hatta aşılamasa da her şeyi göze alabildiğimizin, yani artık korkmaktan korkmadığımızın görülmesiydi.

Genç, dinamik ve kendi değerinin farkında, mücadelenin gerekliliğine inanan binlerce insanız. Umut etmek yerine direnmeyi tercih ediyoruz. Benim için aynı zamanda bir okul işlevi gören Öğretmen Sendikası ile yolda olmak her anlamda çok öğretici. Eğitim öğretim hayatımızdaki o tekdüzelik, o güdümlülükten beni çekip çıkardığını söyleyebilirim. Örgütlü mücadeleye, direngenliğe kendini yakıştırabilmeli insan. Sokaklara çıkabilmek bir cesaret değil farkındalıktır. Daha da kötüye gitmemek, güçlü olup eğitimde her konuda söz sahibi olabilmek için, önce temel taleplerimizin peşinden gitmeliyiz. Bunu başarabilmek için tüm özel sektör öğretmenleri bir araya gelebilmeli. O kadar imkansız hissettiğimiz Taban Maaş, bir zamanlar elimizdeydi; bunu hatırlamak bile mücadelenin gerekliliğini gösteriyor hepimize. Fakat uzakta durup bekleyerek olmaz.

Öğretmen Sendikası kurulduğu günden beri çok güzel işler başardı. Bakanlık tarafından muhatap alınmıyor gibi görünsek de aslında en çok bizi görüp bizi konuşuyorlar. Çok meşru bir yerde duruyoruz, aynı zamanda alışılmamış bir inatçılığa da sahibiz. Haklarımızı bu inadımız, direngenliğimiz ve birbirimizden alacağımız güçle yeniden kazanacağız.

Hep hatırlamalıyız “Öğretmen Sendikasıyla Güçlü!” Mücadele dersini biz öğretmenler veriyoruz! Yaşasın Öğretmen Sendikamız!..

Özel sektör eğitim emekçisi

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …