’84 ÖO şehitleri ve Mehmet Fatih Öktülmüş Yaşıyor!

1984 Ölüm Orucu eyleminin ve ihtilalci komünist hareketin önderi Mehmet Fatih Öktülmüş’ün ölümünün üzerinden 40 yıl geçti. Sadece devrimci tutsaklar açısından değil, tutsak ailelerinin mücadelesi başta gelmek üzere kitle hareketinin yeniden yükselişi bakımından bir “milat” olma özelliği taşıyan bu eylemi unutmuyoruz. Bu eylemde yitirdiğimiz Abdullah Meral, Haydar Başbağ, Mehmet Fatih Öktülmüş, Hasan Telci’yi saygıyla anıyoruz.


FATİH’İ ANMANIN ANLAMI (*)

Lenin, Engels’in ölümünün ardından yazdığı bir yazıda, “Nasıl bir zeka meşalesi söndü/Nasıl bir yürek durdu” diyor, bir Rus şairin dizeleriyle. Esasında aynı dizeleri Fatih için de söylemek mümkün. Engels’le özdeşleştirmek, aynılaştırmak için değil tabii. Bu, Fatih’in mütevazı kişiliğini de incitir. Ama Fatih’in Türkiye Devrimci Hareketi’nde kapladığı yer, -onun tüm alçak gönüllüğüne karşın- ayrı bir değer ve üstünlük taşımaktadır. Bize düşen de bu durumu ortaya sermek, onun hakkını vermektir.

Komünist bir örgütün kurucusu, bir direniş virtüözü, bir döneme damgasını vurmuş, dahası yenilen bir devrimi, ezilen bir devrimci kuşağı yeniden diriltmiş, son eylemi Ölüm Orucu’na önderlik ederek sadece zindanlarda değil, ülke genelinde yenilgi dönemini kapatıp, yeniden doğrulma ve toparlanma dönemini başlatmış bir komünist önder için “Nasıl bir zeka meşalesi söndü / Nasıl bir yürek durdu” denmez de ne denir?

Fatih’in ölümünün ardından TİKB Merkez Yayın Organı Orak-Çekiç’in manşeti “Fatih öldü yoldaşlar! Başlar yukarı!” idi. Biliniyordu ki, Fatih’in ölümü hepimizde büyük bir acı, derin bir sızı yaratacaktı. Sadece bizde de değil, onu tanıyan tüm devrimcilerde, demokratlarda, işçi ve emekçilerde…

Orak-Çekiç’deki bu yazı ne yazık ki elimizde yok. Aklımızda kalanlar ise, Fatih’le örgütümüzün nasıl bir bütün oluşturduğu, Fatih’le simgeleştiğimiz, artık adımızın, amblemimizin, Fatih olduğuydu. Bu sadece Fatih’in ölümünün ardından yaşanan yoğun duygularla kaleme dökülmüş satırlar değildi. Çünkü Fatih, yaşarken de bizim simgemizdi. Onunla her zaman gurur duyduk, onun yoldaşı olmanın, onun örgütünün içinde yer almanın ayrıcalığını hep hissettik. Her işkenceye alınışında, her firarında, her çatışmasında Fatih’le yüceldik, onunla büyüdük. Onun içindir ki, daha yaşarken bile, doğan çocuklara isim oldu Fatih. Ama o, her zamanki mütevazılığı ile buna karşı çıktı ve çocuklarımıza yaşayanların değil, şehitlerimizin isminin konulmasını istedi.

Fatih deyince, ‘mütevazılık’ akla gelir. Onun en belirgin özelliğidir bu. ‘Son mektup’undan akılda en çok kalan ve en yaygın bilinen sözü; “Arkamızdan bizi çok çok övüp, toprak altında yüzümüzü kızartmayın, olmaz mı?“dır. O, yaşamında olduğu gibi, ölüme giderken de son derece alçakgönüllüdür.

Engels, kendisini Marks’la kıyaslayanlara ‘ben ikinci kemanım’ diyerek, kendisini her zaman Marks’tan sonraya koymuştur. Fatih için de Osman Yaşar Yoldaşcan başta olmak üzere diğer önder yoldaşları hep önde gelmiştir. Özellikle Osman’a sevgisi, saygısı, dışarıdan bakıldığında bile gözle görülebilecek kadar belirgindir. Aynı kuşağın devrimcileri -ve aynı zamanda teyze çocukları olan- bu iki seçkin insanın birbirlerine verdiği değer, yoldaşça bağlılığın ve dostluğun en güzel örneğidir. Onlar, mücadelenin her cephesinde zorlukları birlikte göğüsledikleri gibi, en son 29 Eylül’de İstanbul-Bağcılar’da birlikte çatışmışlardır. Fatih yaralandıktan sonra Osman’ı kaybeder, o haliyle çok arar ama bulamaz. Ve Osman, sığındığı bir inşaatı kale haline getirip son kurşununa kadar çatışıp şehit düşerken, Fatih yaralı halde yoldaşlarına ulaşır. Onu bulamamış olmanın acısını hep yüreğinde duyarak…

Fatih, son mektubunda bile Osman’ı anmış, ona ve diğer önder yoldaşlarına verdiği değeri bir kez daha yinelemiştir. Örgütüne kattıklarının azlığından yakınmış, daha fazlasını sunamadan öleceğinden dolayı üzüntüsünü belirtmiştir. Yoldaşlarına bıraktığı ‘son mektubu’, ölürken bile örgütün geleceğine dair kaygıları, umutları, yoldaşlarına karşı derin sevgisi ile doludur. ‘Son mektup’un aynı zamanda bir ‘vasiyet’ olduğunu belirterek, “bizdeki mal-mülk belli, o da siz yoldaşlarımda fazlasıyla var’” diyen sözlerinde, yine örgütüne, yoldaşlarına karşı duyduğu sonsuz güveni buluruz.

O, örgütüne ve yoldaşlarına verdiği değerle, kendisine değer katmış, mütevazılığı ile büyümüştür. Ve bu yaklaşımı, tüm yoldaşlarının, tüm devrimcilerin gözünde, onu daha da yüceltmiş, daha büyük değer kazandırmıştır.

Fatih’te, kapitalist düzenin izlerini devrimci saflara taşıyanların, yanındakileri çekememezliği, rekabetçiliği yoktur. O sadece yoldaşlarına değil, farklı örgütlerde bulunan devrimcilere, işçi ve emekçilere de değer verir ve bunu karşısındakine hissettirir. Gerçek önderlerin, yoldaşlarından, halktan öğrenmesini bilen, yerine göre onların öğrencisi olan kişiler olduğunu en somut Fatih’te görebiliriz.

Fatih, işkencede direnişin simgesidir. Ülkemizde işkencede direniş deyince, Kaypakkaya’dan sonra onun ismi anılır. Bugün hala işkenceciler, işkencede direnen devrimcilere ‘Fatih gibi’ diyorsa ve hala onu unutamıyorlarsa, yarattığı efsanevi direniş yüzündendir. Ama Fatih, bu efsaneyi birden bire yaratmadı. O, her alınışında, her direnişinde yeni dersler çıkardı ve bir sonrakine onu daha ileri taşıdı. Bunu sadece kendi tecrübesi ile değil, diğer yoldaşların tecrübesiyle de birleştirdi. Öyle ki, 12 Eylül sonrası işkenceye alınan bir yoldaşının, gerçek kimliği açığa çıktığı halde sahte kimlikte direndiğini ve hiçbir tutanağa imza atmadığını öğrendiğinde, ‘işte -demişti- bizim direnişimiz böyle olmalı!’ Bir direniş abidesi olan Fatih, bir yoldaşının direnişini örnek gösteriyor ve örnek alıyordu. Ondan sonraki alınışında ise, açığa çıkan kimliğini kabul etmeyip ifade vermeyerek bu tavrı genelleştirdi, örgüt tavrı haline yükseltti.

Aynı tarzı Osman’da da görebiliriz. Adana’da, önce sivil faşistlerle, ardından polisle çatışmaya giren ve yaralı yakalanan Kenan Özbilek, işkenceciler karşısında da direnip şehit düştüğünde, Yoldaşcan bundan çok etkilenir ve “TİKB’li böyle savaşır, böyle ölür!” der. Bu bir slogana dönüşür, afiş olur, duvar yazısı olur ve her yere nakşedilir… Kenan Özbilek, örgütün bir sempatizanıdır. Örgütün önderi, bu sempatizanın tavrını yüceltmiş, onu bir örnek olarak herkesin önüne koymuştur. Ve kendi ölümüyle, bunu daha da ileri taşımış, gelenekselleştirmiştir. İşte bu yaklaşım, “Adana’nın Osmanı ben olacağım” diyen Metin Aydın’ları, Şaban Budak’ları yaratır. ‘Fatih’in direnişini daha ileri taşımak gerekir’ diyen Remzi Basalak’ları çıkarır.

Fatih’in direnişçi ve mütevazı özelliği daha yaygın bilinir de, onun örgütçü yönü, özellikle işçi sınıfı içindeki çalışması pek bilinmez. Oysa Fatih, grup dönemi dahil, tüm devrimci yaşamı içinde, işçi çalışması başta olmak üzere örgütçü özellikleriyle öne çıkar. Özellikle Çukurova bölgesinde, bir çok işçi direnişini, grevleri örgütlemiş, işçi kadrolar yetiştirmiştir. Çukurova işçilerinin, -özellikle de tarım işçilerinin- sendikalaşmasında önemli bir rol oynar. İşçiler arasında çok kısa sürede sevilip sayılan bir önder haline gelir.

Bunu nasıl başarır? Her şeyden önce sade ve alçakgönüllü kişiliği ile… O, onlardan biridir. Birlikte yiyip içer, birlikte yatıp kalkar. Hiçbir biçimde üstünlük taslamayan ama farkını hep hissettirendir. Çalışmada ısrarlı ve sebatkardır. Başladığı bir şeyin sonunu mutlaka getirir. İstediği ‘son’a ulaşmak için, tüm enerjisini ve yaratıcılığını seferber eder.

Bugün de Fatih’in sınıf içindeki çalışmasından ve genel olarak örgütçü özelliklerinden alacağımız çok şey var…

Fatih, ‘geleceğimiz insanının, günümüze düşmüş halidir’. Bu tanım, belki de onu en iyi anlatan cümledir. O yeni tipte insanın, sosyalist insanın bir izdüşümüdür adeta. İnsan ilişkilerinde ve örgütsel çalışmalarda, bu dünyanın değil, ‘geleceğin insanını’ buluruz. Onu, tanıyan herkesin sevgilisi yapan, büyük bir hayranlık ve saygı uyandıran, bu farklılığıdır. Fatih, sosyalist inşanın Stahanov’udur. Onun gibi davasıyla bütünleşmiş, enerjisi ve yaratıcılığı ile geliştirmiş ‘yeni tipte insan’ karakteridir. Onun içindir ki, yoldaşlarında, işçi ve emekçilerde, onunla aynı cezaevinde yatmış devrimcilerde, hatta adli mahkumlar içinde bile, hep ayrı bir yeri olmuştur.

HK ile ayrılık gündeme geldiğinde, ‘Fatih neredeyse, biz o saftayız’ denmesinde de bu farklılığı görürüz. Fatih bir ayraçtır, bir kıstastır çünkü. Bu, aynı zamanda Fatih’e duyulan sonsuz güvendir. Onun doğrudan, haklıdan yana tavır alacağına dair oluşan güçlü inançtır. Buna karşılık Fatih, bu tarzda bir saf tutuşa karşı çıkar ve onlardan, sorunu, ideolojik-siyasi boyutlarıyla kavramalarını ister.

Keza, her tutsak düşüşünde çevresini devrimci tutsaklar sarar. Ondan şube direnişini dinlemek isterler. O, böyle bir durumla karşılaşmanın mahcubiyetini yaşar her zaman. Ona göre direnişinde hiçbir olağanüstülük yoktur, her komünistin, her devrimcinin yapması gerekeni yapmıştır. Direnişini anlatmayı da, ondan övgüyle sözedilmesini de istemez. Onun içindir ki, Fatih’in direnişini anlatmak, hep yanındaki yoldaşlara düşmüştür. İşin bir diğer yanı, Fatih’in direnişini anlatmaya ihtiyacı da yoktur. Çünkü her girdiği cezaevinde zaten bir direniş odağı olmakta ve direnişi somut olarak göstermektedir.

Özellikle 12 Eylül zindanları bunun örnekleriyle doludur. Fatih, cezaevleri idaresince bir ‘baş belası’, tecrit edilmesi gereken büyük bir ‘tehlike’dir. Devrimci tutsaklar açısından ise, büyük bir moral ve direnç kaynağı…

’84 Ölüm Orucu eylemi, Fatih’i tüm yönleriyle ortaya koyan kesitlerden biridir. Her zamanki mütevazılığı, fedakarlığı ile kendini öne atma, direnişin başında yer alma özelliklerinin yanı sıra siyasal kavrayış üstünlüğünü de görebiliriz. Fatih, ’84 ÖO eyleminin bir ‘dönemeç’ olduğunun ilk ayrımına varanlardandır. Eylemin biçiminde ve kendisinin eylemde yer almasında ısrarı da, daha çok bu yüzdendir. ’84 ÖO için Fatih’in “dün erkendi, yarın ise geç kalınacak” sözü, eyleme siyasal bakıştaki farklılığı, tüm yönleriyle ortaya koyar. O güne dek faşizmin her saldırısı karşısında ÖO’yu öneren ve bu tavrıyla ÖO’nun ağırlığını, önemini kaybettiren DS’den de; ÖO’yu, ‘maceracılık’, ‘kişisel kahramanlık’, ‘cinayet’ gören diğer siyasi yapılardan da komünistleri ayıran işte bu bakış açısıdır.

Nasıl ki Diyarbakır zindanlarındaki ÖO eylemi, Kürt ulusal hareketi açısından, yenilen-ezilmiş bir ulusu ve hareketi ayağa kaldırmışsa; 84 ÖO da Türkiye Devrimci Hareketi’ni yeniden doğrultmuştur. ’84 ÖO, zindanlarda teslimiyete karşı direnişin zaferidir ve bir dönüm noktasıdır. Aynı şekilde dışarıdaki harekete de itilim kazandıran, ilk kıvılcımı çakandır. Tutsak aileleri hareketinden işçi direnişlerine, oradan öğrenci eylemlerine uzanan ’80 sonrası dirilişte, ’84 ÖO eylemi, bir ‘milat’ olmuştur.

Bir eylemin içindeyken, o anı yaşarken, onun bir ‘dönüm noktası’ olacağını ve tarihe damgasını vuracağını anlayabilmek kolay değildir. Fatih ve yoldaşları bunu görmüştür. Hem de faşizmin ve oportünizmin topyekün saldırılarını göğüsleyerek… “Parti örgütünün ve bu adı almayı haketmiş parti liderlerinin önemi de…  karmaşık siyasal sorunları çabucak ve doğru çözmek için gerekli bilgileri, gerekli deneyimleri ve -bilgi ve deneyimin yanısıra- gerekli siyasal içgüdüyü edinmekten ibarettir.” diyor Lenin. Biz Fatih’te, bir önderin sahip olması gereken siyasal bilgi ve deneyimin yanı sıra, siyasal içgüdüyü görüyoruz. Kuşkusuz bu sadece ÖO ile sınırlı değildir. Onun tüm dönemeçlerde aldığı kararlarda bu özelliği görmek mümkündür. Onun içindir ki, yaşadığı süre içindeki her ‘dönüm noktası’na damgasını vurabilmiştir.

Fatih, ’84 ÖO eyleminin kalbidir. Eylemin başarısı, onun varlığıyla somutlaşmıştır adeta. Bilindiği gibi bu eyleme iki örgüt katılmıştır. İki örgütün de ÖO ekibinde önder kadroları vardır. Diğer siyasetler bu biçime karşıdır ve en fazla birkaç haftalık açlık grevi ile destekle yetinirler. Ama tüm devrimci tutsakların kalbi Fatih’le çarpar. Fatih’in ÖO birinci ekip içinde yer alması, hepsi için ayrı bir moral kaynağıdır ve direnme şevki verir. Çünkü bilirler ki, o güne dek Fatih’in yer aldığı hiçbir direniş yenilmemiştir. Fatih varsa, zafer yakındır. O da yoldaşlarının ve tüm devrimcilerin bu inançlarını boşa çıkarmaz. Zaferin, ölümle geleceğini bildiği için, tüm ekipte ölüme doğru bir koşu başlatır; ‘ipi ilk kim göğüsleyecek’ yarışıdır bu. Ve diğer ÖO şehitleriyle birlikte buzkıran olur, zaferin yolunu düzler.

’85 sonrası, zindanlarda ve yaşamın her alanında açlık grevi ve ölüm orucunun eylem biçimi olarak yaygınlaşmasında, ’84’ün esinlendirici rolü vardır. Keza zindanlardaki ’96 ve 2000 ÖO eylemlerinde de…

Kuşkusuz her eylemi, kendi tarihsel koşulları içinde ele almak ve öyle değerlendirmek gerekir. Ancak kesin olan şudur ki, ’84 ÖO, her alanda yeni bir dönemi başlatmıştır. Ve Fatih’in ’84 ÖO’daki ‘BİZ KAZANACAĞIZ’ sözü, tüm ÖO’ların sloganı olmuş, ÖO’larla özdeşleşmiştir. ’96 ÖO şehidimiz Osman Akgün yoldaş, ölümünden önce yazdığı mektupta bu gerçeğe işaret ederek, bundan duyduğu mutluluğu ve gururu belirtmiştir. ’96 ÖO şehitlerimiz ve 2000 ÖO eyleminde yer alan yoldaşlarımız, diğerlerinden farklı olarak Fatih’in yoldaşı olmanın hazzını ve gururunu yaşamışlardır. Ve Fatih’in izinde yürüyerek, eylemlerini başarıyla tamamlamışlardır.

Lenin, yoldaşı Sverdlov’un ölümünün ardından; ‘her insanın yeri mutlaka doldurulur, ama Sverdlov’un yerini doldurabilmek, onun tek başına yaptığı işleri yapabilmek için, en az on kişi gerekir’ diyor. Yoldaşları da Fatih’in ardından ‘O, hepimizin toplamıdır’ demişlerdir. Örgütçü Fatih, asker Fatih, direnişçi Fatih… ama illa ki insan Fatih… Onun insanal özellikleri, komünist erdemleri, tüm özelliklerinin üstündedir ve esasında hepsinin kaynağıdır da. Bizim Fatih’ten asıl almamız gereken bu erdemlerdir.

* * *

Fatih’in ölüm yıldönümünde, onu bir kez daha saygıyla anacağız. Ajitasyon-propaganda araçlarımız, etkinliklerimiz, Fatih’le dolacak. Bir kez daha Fatih’in özelliklerini, erdemlerini anlatacağız. Ama bilmeliyiz ki, onun özellikleri saymakla bitmez. O, gerçekten de bir deryadır. Yukarıda anlattıklarımız, Fatih’in belli başlı özellikleridir sadece. Bugüne dek Fatih’le ilgili bir çok şey  yazılmış, anlatılmıştır ama her yazılan, her söylenen, yarımdır, eksiktir. Onun için asıl olarak, ‘bugün Fatih’i anmanın anlamı nedir’ üzerinde durmak gerekiyor.

Fatih, bizim önderimizdir, komünist hareketin kurucusudur. Ama sadece bizim önderimiz, bizim şehidimiz değildir. O, Türkiye devrimci hareketine mal olmuş bir devrim şehidi ve önderidir. ’70’li yıllara damgasını vuran ve tüm TDH’nin sahiplendiği Deniz, Mahir, Kaypakkaya gibi Fatih de tüm devrimci hareketlerin sahiplendiği bir değerdir. Bundan ayrı bir onur duymalıyız ve bu yönünü daha fazla öne çıkarmalıyız. Şunu da bilmeliyiz ki, Fatih, o yılların devrimci önderlerinden çok daha zor olanı başarmıştır. Çünkü Fatih’in içinde bulunduğu 70’li yılların ikinci yarısından itibaren 80’lere kadar uzanan dönem, -68’lerin aksine- TDH’de bölünmüşlüğün ve grupçuluğun had safhada yaşandığı bir dönemdir. Bırakalım birbirine karşı saygıyı, birbirine silah çekecek, adam öldürecek boyutlara varan bir rekabet ve düşmanlık vardır. Fatih işte böyle bir dönemde, tüm devrimci hareketin sevip saydığı bir önder olabilmiştir. Kabul etmek gerekir ki, böyle bir dönemde TDH’ne mal olabilmek, Deniz’lerin yaşadığı döneme kıyasla çok daha zordur. Fatih, o zoru da aşabilen ender önderlerden biridir, belki de tek örneğidir.

Fatih’i TDH’nin bir değeri, onun şehidi olarak, daha fazla işlemeli ve bu yeri daha da perçinlemeliyiz. Onu anma biçimlerimize de bu yansımalı. O, TDH’nin ortak değeri, ortak şehidi, aynı zamanda ÖO şehitlerinin de simgesidir. ’84’ten bu yana Fatih ismi, ÖO şehitlerinin sembolü halini almıştır. Onun içindir ki, Fatih’i anmak, tüm ÖO şehitlerini anmaktır. Fatih’in ölüm yıldönümü olan 17 Haziran, bizim için tüm ÖO şehitlerini anma günüdür. Bunu ne kadar yaygınlaştırır, öne çıkarırsak, o kadar genelleştiririz. Esasında kendiliğinden oluşan duruma, iradi müdahalede bulunmuş, varolanı daha da pekiştirmiş oluruz. Özellikle son yıllarda, Fatih’in ölüm yıldönümlerinde bu mesajları daha fazla öne çıkarmamız, bu yüzdendir.

Fatih’in örgütümüzdeki yeri farklıdır. Onu anma etkinliklerine de her zaman daha fazla önem verilmiş, farklı anlamlar yüklenmiştir… İlk gece, ilk gezi, ilk mezar anması Fatih’in ölüm yıldönümlerinde gerçekleşmiştir. ’98 devrimci kopuşumuzdan itibaren de bu farklılık devam etmektedir. Kopuştan sonra gerçekleştirdiğimiz III. Konferansımız, ilk olarak Fatih’in mezarı başında yapılan anma ile duyurulmuştur. Keza ÖO gazilerimiz, tahliyelerinin ardından ilk olarak Fatih’in mezarı başında toplanmışlar, zaferlerini onunla paylaşmışlardır. Zindanlardaki yoldaşlarımız Fatih’in anmasına her zaman özel önem vermişler, en güzel eserlerini ve bütün hünerlerini o günlerde ortaya koymuşlardır vb…

(…)Onu tüm yoldaşlara kavratmak, yeni devrimci kuşağa tanıtmak gerekir. Bugünün yozlaştıran ve çürüten ortamına ve onun devrimci saflardaki izlerine karşı, Fatih’in komünist erdemlerini, komünist kişiliğini öne çıkarmalıyız. Her yoldaşımız, Fatih’i örnek almalı, onun erdemleriyle donanmayı ve öyle bir komünist olmayı hedeflemelidir. Fatih’in yoldaşı olmanın onurunu, aynı zamanda sorumluluğunu duyumsamalı ve ona uygun davranmalıdır. İşçi ve emekçilerle bağ kuruşunda, yoldaşlarıyla ilişkide, eylemlerdeki duruşunda hep Fatih’in ‘denetleyen gözlerini’ hissedebilmelidir. Onu yaşatmanın, davasını ve o davanın cisimleştiği örgütünü büyütmekten geçtiğini bilmelidir…

O, gerçekten de bir ‘kutup yıldızı’ olarak bize yol gösteriyor, ışık  saçıyor. Bunu anlamak ve değerlendirebilmek ise bize kalıyor… Her dönemeç, yeni Fatih’leri gerektiriyor. Örgütümüz, her dönemeci Fatih’le yeniden buluşarak aşmış; ölüm yıldönümünü, yeni bir dönemin başlangıcı yapmıştır… Fatih’in örgütçü yeteneklerini, işçi ve emekçilerle kurduğu bağları ve onları kadrolaştırma ustalığını, örgütü ve yoldaşlarını her şeyin üzerinde tutan yaklaşımını, yoldaşlarına ve halkına duyduğu derin sevgi ve güveni, buna karşılık düşmanlarına olan büyük nefreti ve bütün bunların altında yatan özü, iyi anlamalı ve anlatmalıyız.

Yeni Fatih’ler olabilmek ve bir dönemi arkamızda bırakabilmek buradan geçiyor.

 

(*) TİKB(B) MK imzasıyla yayınlanan bu yazı, Yediveren Yayınları tarafından 2004 yılında basılan “Kutup Yıldızı” kitabından alınmıştır.

“Filistin evlatları için kan vermek istiyoruz” (*)

“Dışarıda yaprak kımıldasa, içeride yüreği titreyen”lerdendir Fatih.

1982 yılında İsrail’in Filistin halkına karşı giriştiği katliam sonrası Filistinlilerin çektiği acıyı yüreğinde duyan ve ilk çıktığı duruşmada, mahkeme heyetine “Filistin evlatları için KAN VERMEK İSTİYORUZ” diyen bir komünistti. Denizlerin Filistin halkıyla dayanışmasını, 12 Eylül sonrasına taşıyan oldu. Filistin’in gerçek dostlarının kimler olduğunu bir kez daha gösterdi.

Şimdi Filistin halkı yine bir İsrail saldırısıyla karşı karşıya. M. Fatih Öktülmüş’ün ölüm yıldönümünde, onu Filistin halkına seslenişiyle anıyoruz. Ve 15 Temmuz 1982 tarihli dilekçesini kısaltarak yayınlıyoruz.

 

İSTANBUL SIKIYÖNETİM KOMUTANLIĞI

1 NO’LU ASKERİ MAHKEME BAŞKANLIĞINA

İsrailli siyonistlerin, Lübnan’da ABD emperyalistleri ile birlikte planladıkları işgal hareketi sürüyor.

Bugüne dek 34 bini aşkın Filistinli ve Lübnanlı öldürüldü, onbinlercesi yaralandı. Amerikan teknolojisinin en son silahları ile şehirlerde taş üstünde taş bırakılmıyor. Kimyasal silahlar kullanılıyor, kadın-çocuk demeden insanlar katlediliyor.

Bu saldırı Filistin halkına yöneltilmiş bir soykırım hareketidir. ABD emperyalistleri ve İsrailli siyonistler tarafından yürütülen bu saldırılar, Filistin halkının haklı davasının er-geç zafere ulaşmasını engellemeyecektir. Benzerlerinin Nazi Almanyası’nda gördüğümüz Filistin halkına karşı girişilen bu soykırım hareketini nefretle protesto ederiz.

Onyıllardır, “özgürlük bahşedilmez, kanla kazanılır” ilkesinin bilinciyle hareket eden ve tüm bir ulus olarak savaşan Filistin halkı, mücadeleyi kazanacak; özgür, bağımsız, demokratik Filistin gerçekleşecektir. Bu tarihin durdurulamayacak akışıdır. Filistin halkının mücadelesi, başta iki süper devlet olmak üzere emperyalistlerin, İsrailli siyonistlerin, gerici Arap yönetimlerinin, köhnemiş kalelerine vura vura, önüne dikilen engelleri yıkarak zafere ulaşacaktır.

Filistin halkının siyasi ve askeri varlığını sürdürme, yaşama savaşı verdiği bugün, buna inancımızı bir kez daha belirtiriz. Faşizmin zindanlarında tutsak olan bizler, bugün Filistin siperlerinde omuz omuza siyonist işgalcilere karşı savaşabilme olanaklarından yoksunuz.

Katledilen yiğit evlatlarının yanısıra, onbinlercesi de yaralanan Filistin halkının yaralarını sarmasına katkıda bulunmak için KAN VERMEK İSTİYORUZ! İstiyoruz ki, kanımız yaralı Filistin savaşçılarına güç versin. Onlar soylu birer intikam meşalesi olarak, emperyalistlerin ve siyonist işgalcilerin karşısına yeniden dikilsinler.

Zafer, direnen Filistin halkının olacaktır.

(….) Filistin’deki mücadele, sadece topraklarından sürülmüş bir halkın, gaspedilen toprağını geri alma ve kendi ulusal devletini kurma sınırları içinde kalmadı. Filistin, Ortadoğu’da yanan bir meşale oldu. Filistin halkının mücadelesi, genel bir Arap davası haline geldi. Arap ülkelerinde, ulusal ve demokratik bilincin uyanması ve derinleşmesine, emperyalizmin baş mihraklarından ABD’ye karşı derin bir nefretin gelişmesine yol açtı. Ortadoğu’da ve daha birçok ülkede, ulusal ve sosyal kurtuluş mücadelesi veren güçlerin üs noktalarından birisi oldu.

Filistin davası, Arap halklarının yüreğinde yanan bir ateştir. Kim ki, o davaya açıktan yan çizer, o Arap yönetiminin ayakta kalabilmesi güçtür. Nitekim Camp David anlaşmasına imza atan Filistin halkının kaderini onun dışında çizmeye çalışan Enver Sedat’ın sonu bunu göstermektedir. Enver Sedat, Filistin davasını ABD ve İsrail’e satmış bir ulusal haindi. Onun öldürülmesi, hainlere karşı duyulan ulusal nefretin doruk bir ifadesiydi.

İşte bu nedenle gerici Arap yönetimleri, halklarından duydukları korku ile Filistin davasını destekler görünüyorlar. Fakat onun içindeki gerici kanatları ayakta tutmaya çalışırken, Filistin halkının kendi tahtlarını tehdit eden, bağımsız, demokratik Filistin’i yaratma mücadelesinin ezilmesi gizli emelini de yüreklerinde taşıyorlar. 1971 Kara Eylül’ü (Ürdün), 1976 Lübnan iç savaşında Suriye’nin Falanjistlerle birlikte geliştirdiği saldırılar, gerici Arap yönetimlerinin Filistin davasına karşı sinsi emellerinin gün ışığına çıkmış örnekleridir.

Gerici Arap yönetimleri, Filistin halkının örgütlenme ve mücadele düzeyinin yükselmesini kendi tahtlarına karşı bir tehdit olarak görüyor ve bu korkuyla fırsat bulduklarında bilfiil saldırılara girişiyorlardı. Bugün de onlar, İsrail’in Filistin direnişini yoketmek için giriştiği saldırıyı seyirci olarak, sessiz bir sevinçle karşılıyor, ‘ellerinde çiçekler, cenaze törenini bekliyorlar.’

* * *

Askeri faşist cunta, Filistin halkının kurtuluş savaşına karşı ikiyüzlü bir politika izlemektedir. Cunta görünürde İsrail işgaline karşı çıkmakta, Filistin halkının mücadelesini destekler görünmektedir. Gerçekte ise, Filistin halkının yenilgisinden gizli bir sevinç duymaktadır…. Özgür, bağımsız, demokratik bir Filistin, gerici Arap yönetimlerinin yanısıra Ortadoğu’daki tüm emperyalist işbirlikçisi yönetimler ve onlardan birisi olan cunta için de bir korku kaynağıdır. Ayrıca Filistin’in çeşitli ülkelerde ve ülkemizdeki silahlı devrimci hareketlere bir eğitim alanı olması, korkularını büyütmektedir…

ABD emperyalistlerinin Ortadoğu’daki hegemonya planlarının baş destekleyicisi ve uygulayıcılarından olan askeri faşist cuntanın, siyonist saldırganlara karşı Filistinli gerillalarla siperlerde omuz omuza dövüşen Türkiyeli devrimcilere karşı tavrı, onun ikiyüzlülüğünün en açık göstergesidir.

* * *

Filistin halkı savaşın başından bu yana ağır kayıplar verdi. Amerikan teknolojisinin son model silahlarıyla donatılmış ve sayıca üstün düşman karşısında gerilemek zorunda kaldı. Ama bu yenilgi şerefli bir yenilgidir ve daha şimdiden düşmana pahalıya malolmuştur. Filistinli gerillalar tek bir mevziyi dövüşmeden terketmediler ve siyonist işgalcilere ağır kayıplar verdirdiler. Geçmişte Arap ülkelerinin İsrail’e tüm savaşlarda verdirdikleri kayıplardan daha fazlasını verdirdiler. Onların bu destansı direnişi, ABD emperyalistlerinin siyasal ve askeri desteğine sahip ‘yenilmez’ sanılan siyonist işgalcilerin yarınki yenilgisinin habercisidir. Toprağa düşen taze canlar, gelecekteki zaferin tohumları olmuşlardır…

Filistin halkının haklı davası tüm dünyada yankılanacak, özgürlüğe aşık bir halkın destansı direnişi halkların beynine ve yüreğine kazınacaktır.

15.7.1982

Mehmet Fatih ÖKTÜLMÜŞ

(*) “Yargılayan Savunma” adlı kitaptan kısaltılarak alınmıştır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …