Bahçeli’nin 1 Ekim’de yeni yasama yılının açılışında, DEM Parti milletvekilleriyle tokalaşması ile başladı her şey…
“Düğün değil, bayram değil” diyerek, Bahçeli’nin bu hamlesinin tartışmaları sürerken, Bahçeli 22 Ekim’de yaptığı grup konuşmasında, Öcalan için “umut hakkından” bahsedip “DEM Parti grup toplantısında konuşabileceğini” söyleyince, ortalık iyice alevlendi.
“Yeni bir çözüm süreci” mi başlıyor derken, 31 Ekim sabahı Esenyurt Belediyesi’ne kayyum atanması ile, umuda kapılanlar kendilerine geldiler.
1 Ekim ile 31 Ekim arasında yani bir ay içinde bir uçtan bir uca savrulan sarkaçla, yeni bir döngünün içine girmiş bulunuyoruz. “Biz bu filmi seyretmiştik” duygusu ve “dejavu” etkisi, bu kez hızlı çekim oldu. Ya da filmi sondan başlattıkları izlenimi doğurdu.
Hızlı ya da sondan da başlasalar, egemenlerin tarzından özsel bir değişim yok! “Barış dediler… kardeşlik dediler- sevgi dediler / Hatta kurşun yağmuru akşamlara karşı / Yalnızca gül ve güvercin dediler / Sonra sığındıkları gizli beyler / Defne dallarıyla tutuşturup ateşleri / Güvercinleri pişirmeden yediler…”
Eski tas, eski hamam…
Yeni kayyum saldırısı Esenyurt’la başladı; Mardin, Batman, Hafeti ile devam etti.
Urfa-Halfeti, Öcalan’ın memleketi olmasıyla dikkat çekti. Son yapılan 31 Mart 2024 yerel seçimlerinde DEM Parti’den Mehmet Karayılan yüzde 40 civarında bir oyla eşbaşkan olmuştu. Öcalan, Mehmet Karayılan’ın Türkmen kökenli olmasına atıfta bulunarak, böyle birinin kendi memleketinde başkan olmasına sevindiğini belirtmişti. Öcalan’a çağrılar yapan AKP-MHP blokunun, onun övdüğü bir başkanı görevden alması, “havuç-sopa” politikasının bir başka göstergesiydi.
Keza Mardin Belediye Başkanı Ahmet Türk, önce Demokrat Parti’den sonra CHP’den milletvekili olmuş, eski bir Kürt siyasetçiydi. “Barış yapılacak son kuşağız” diyen ve sürekli ılımlı mesajlar veren bir kimliğe sahipti. Yeniden “barış”, “çözüm” denildiği bir dönemde Ahmet Türk’e bile darbe yapıldı.
Batman Belediye Başkanı Gülistan Sönük, Türkiye genelinde en yüksek oy oranıyla seçilen bir kadın başkandı. Oyların yüzde 64.5’unu almıştı. Muhafazakar bir aileden gelen, köyünde üniversiteye giden ilk kadındı.
Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer ise, son yerel seçimlerde CHP ile DEM Parti arasında yapılan “kent uzlaşısı” politikasının bir ürünü olarak seçilmişti. Ahmet Özer, 2009 yılında profesör unvanı alarak Süleyman Demirel Üniversitesi’ne rektör olmuştu. ‘90’lı yıllarda başını Cem Boyner’in çektiği “Yeni Demokrasi Hareketi”nin kurucuları arasındaydı, daha sonra SHP’den Van Büyükşehir Belediye Başkan adayı oldu. Başta ABD olmak üzere farklı ülkelerde araştırmalar yaptı, kongre ve sempozyumlar düzenledi. Birçok kurumda görev aldı vb…
Sonuçta bu başkanların hepsi “PKK ile ilişkili” olduklarından dolayı görevden alındılar! PKK lideri Öcalan’a çağrılar yapan, “barış eli” uzattığını iddia eden bir yönetim tarafından…
Bu kentlerin ve belediye başkanlarının seçilmesi tesadüf değildir. Son yerel seçimlerden sonra ilk olarak Van’a kayyum atanmıştı, fakat direnişle bu saldırı püskürtüldü. Ardından Hakkari’ye kayyum atandı. Kayyum atanan yerlerde siyasi saikler dışında ekonomik nedenler de bulunuyor. AKP-MHP blokuna yakın kesimlerin rant çarkına çomak sokulması, kayyumun sebeplerinden biri. Hakkari gibi sınır bir kentten kaçak ürünler sokanlar ya da Esenyurt’ta bina üzerine bina diken inşaat firmaları, değirmenlerin suyu kesilince feryat-figan AKP-MHP yönetiminden kayyum dileniyor.
Fakat aslolan Erdoğan yönetiminin burjuva demokrasisinin kurallarını, kendi anayasalarını bile hiçe sayan yönetim tarzıdır. Seçimlere yaptığı müdahaleler ve hileler yetmemiş, muhalefeti bastırarak yönetimde kalabilmek için kayyum siyasetini devreye soktu. Ezici çoğunluğu HDP’den olmak üzere yüzlerce belediyeye kayyum atadı.
HDP’nin 24 Nisan 2021’de açıkladığı “İrade Gaspı ve Kayyım Gerçekleri” adlı rapora göre, 19 Ağustos 2019’dan beri 72 Kürt belediye eş başkanı göz altına alınmış, 19’u kadın olmak üzere 37 belediye eş başkanı çeşitli tarihlerde cezaevlerinde tutsak edilmişti. Seçimin sonuçlarına göre 3’ü büyük şehir, 5’il, 45’i ilçe ve 12’si belde belediyesi olmak üzere 65 belediyeyi kazanan HDP’nin 3’ü büyük şehir, 5’i il, 33’ü ilçe olmak üzere tam 48 belediye başkanlarının yerine kayyumlar atandı.
30 Mart 2014 yerel seçimlerinde Demokratik Bölgeler Partisi (DBP) listesinden seçilen 89 Kürt eşbaşkan artarda tutuklandı, bu partinin kazandığı 103 belediyeden 83’üne kayyum atandı. 1432 belediye meclis üyesinden 1408’si de görevden alındı. (O seçimlerde milletvekilleri HDP’den, belediye başkanları DBP’den seçilmişti.)
Kayyumlara karşı mücadele
elzemdir
2016 yılından bu yana, üç yerel seçimde, HDP başta olmak üzere muhalif partilerin belediyelerine kayyum atanıyor. Belediyelerle başlayan kayyum siyaseti, üniversitelere ve diğer alanlara yayılmış durumda. Bunda en önemli faktör, kayyuma karşı birleşik ve çok ciddi bir mücadelenin yürütülmemiş olmasıdır.
Başta HDP olmak üzere muhalif güçler, ilk kayyum atamalarında doğru-düzgün bir direniş göstermediler. Sonrasında ise cılız ve kesintili bir direniş sergilendi. Kayyuma karşı ilk ciddi ve uzun süreli mücadeleyi Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, öğretim üyeleri gerçekleştirdi. Muhalif partiler ise, son yerel seçimlerin ardından Van’da birleşik ve güçlü bir direniş sergilediler ve karşılığını aldılar.
Esenyurt ile başlayan yeni kayyum furyasında ise, ilk tepkiler güçlü oldu. Esenyurt Belediye Başkanı DEM Parti’nin adayı olsa da CHP’den seçilmişti. Dolayısıyla kayyum CHP’nin bir belediyesine atanmıştı. Bu durum CHP’yi harekete geçirdi. CHP milletvekilleri ve belediye başkanları Esenyurt Belediyesi önünde birçok eylem yaptılar, nöbet başlattılar. Başlangıçta belediyeye alınmayan CHP’li meclis üyelerinin polis barikatlarına yüklenen direnişleri etkili oldu ve içeri girmeyi başardılar. CHP genel olarak son derece zikzaklı bir hat izlemekle birlikte, eylem yapmak zorunda kaldı. Ayrıca Ahmet Türk’ün başkanlığını yaptığı Mardin’e de CHP genel başkanı Özgür Özel ile Ekrem İmamoğlu giderek, bizzat destek verdiler.
Kısacası CHP ve DEM Parti, son kayyum saldırısına birlikte tavır aldı. Aksi halde kitlelerin tepkisi bu partilere yönelecekti. Çünkü kitlelerin AKP-MHP yönetimine tepkisi had safhada. Özellikle hayat pahalılığı çok can yakıyor. Buna yeniden kayyum darbesi eklenince, kitleler sokağa döküldü. Sadece Esenyurt’ta değil, Mardin, Batman ve Halfeti’de de günlerce eylem yaptılar. Kayyumların başladığı 31 Ekim’den bu yana eylemler halen sürüyor. Fakat CHP ve DEM Parti, eylemleri kendi kontrollerinde tutmaya “nöbet”lerle sınırlamaya başladı.
Burjuva demokrasinin en temel özelliği, yöneticilerin göstermelik de olsa seçimle işbaşına gelmesidir. Kaldı ki, “seçme-seçilme hakkı”nı elde edebilmek ve genişletebilmek için, işçiler, emekçiler, ezilen halklar ve ırklar çok büyük mücadeleler verdi. Dolayısıyla bu hak da burjuvazinin lütfu değildi. Şimdi egemenler bu temel hakkı da rafa kaldırıyor. Türkiye dahil pek çok ülkede seçimler giderek daha fazla göstermelik hale geldi. Fakat kayyumlar, bunun ilerisine gitmek anlamına geliyor. Anti-demokratik her tür uygulamaya, baskı ve şiddete, hile ve entrikaya rağmen kazanan belediye başkanlarını görevden almak, “seçme-seçilme hakkı”nın ruhuna rahmet okumak demektir. Faşist diktatörlüğün geldiği son noktadır.
Kayyumlara karşı mücadele, demokratik hak ve özgürlükler mücadelesinin en önemli alanı haline gelmiştir. Bir kez daha “seçme-seçilme hakkı” için mücadele önplana geçmiş bulunuyor. Bunu siyasi partiler ve seçim yasasıyla birlikte ele almak gerekir. Ve her ne olursa olsun seçimlere katılma düzlüğünden, burjuva demokrasisine tapınmaktan vazgeçerek; seçim sürecini bu yasaların tartışıldığı ve mücadelenin yükseltildiği bir döneme çevirmek, olmazsa olmazdır.
Sonuç yerine
AKP-MHP yönetiminin sözde yumuşaması, çözümden, barıştan dem vurması, yeni kayyum saldırısıyla tuz-buz oldu. Fakat bu demagojilerden vazgeçmeyecekler. Aynı şekilde birçok liberal, reformist kişi ve kurum da bu demagojilere teşne olacaklar.
Nitekim kayyum saldırısından sonra, eski ÖDP başkanı Ufuk Uras ile Bahçeli’nin MHP Genel Merkezi’nde görüştüğü ortaya çıktı. Uras, Bahçeli’den sonra DEM Parti eşbaşkanları ve Ahmet Türk’le de görüştüğünü belirti. Belli ki, yeni dönemin “arabulucu”su olmaya soyunmuştu! Bahçeli’nin sürece son derece pozitif baktığını, Erdoğan’la uyum içinde olduklarını söylemesi de bunu gösteriyor.
Ufuk Uras’ın böyle bir görevi üstlenmesi şaşırtıcı değil. Bugüne kadar ortaya koyduğu pratik, buna uygun çünkü. 2010 Anayasa referandumunda “yetmez ama evet”çiliğin başını çekerek AKP’nin elini rahatlatan olmuştu. İşçi ve emekçiler, ezilen halklar en çok bu “solcu” görünen işbirlikçilerden çekti.
Bir kez daha belirtelim; dünyada ve ülkemizde emperyalist “çözüm” ve “barış” süreçleri, her zaman halklara daha fazla kan ve gözyaşı getirdi. Savaşarak elde ettiği kazanımların masa başında kaybına yol açtı. Şimdi papaz rolüne bürünen cellatlara ve onları aklamaya çalışan “sol” görünümlü işbirlikçiler asla kanmamak gerekiyor.
Yukarıda dizelerine yer verdiğimiz Adnan Yücel’in şiirinin devamıyla noktalayalım: “Biliyorduk ki, güle hançer / Barışa hançer / Saplayan eller / Kırılmak zorunda birer birer. / Hangi ışıktı o karanlık gecede / Hangi sevgi – hangi gül / Hangi barıştı onca ölümler içinde… / Ne açlık – ne zulüm – ne de kan / Ancak biz kazandığımız zaman!”