Ankara’daki Çayırhan Termik Santrali’nde çalışan maden işçileri, 20 Kasım’da kendilerini maden ocağına kapattılar. Bu eylemi özelleştirmeye karşı yaptıklarını söyleyerek…
Çalıştıkları maden ocağının özelleştirileceğini duymuşlar ve ona karşı eylemlere başlamışlardı. Daha önce özelleştirme karşıtı bir miting de yaptılar. Fakat bir değişiklik olmayınca, 500 işçi maden ocağına indi. Özelleştirme kararından dönülmediği koşulda, açlık grevine başlayacaklarını bildirdiler.
Maden işçileri, özelleştirmenin ölüm olduğunu Soma’dan, Ermenek’ten biliyorlar. Sınıf kardeşleri, özelleştirilen madenlerde can verdi. Diğer yandan çalıştıkları maden özelleştirildiğinde, hem sosyal hakların gaspedilmesi, hem de işten atılmakla yüz yüze gelecekler. Örneğin halen lojmanlarda 800 işçi kalıyor. Bu işçilere 4 ay içinde lojmanı boşaltmaları bildirilmiş şimdiden. Ayrıca kaç kişinin işten çıkartılacağını ve daha hangi hakların gaspedileceğini bilmiyorlar. Fakat özelleştirme gerçekleştiğinde önemli bir kesimin işsiz kalacağı, diğerlerinin de düşük ücretle ve iş güvenliği olmadan çalıştırılacağı aşikar. İşsiz kalarak veya iş cinayetlerinde ölümü beklemek yerine, madene kapanarak veya kitlesel açlık grevi yaparak ölümüne direnişi yeğliyorlar.
Özelleştirmenin ölüm ile özdeşleşmesi boşuna değil! Bugüne dek özelleştirilen tüm alanlarda bu gerçek somut biçimde görüldü, yaşandı… Örneğin son aylarda açığa çıkan, yenidoğan bebeklerin ölümü de sağlıkta özelleştirmenin sonuçlarından biridir. “Paran kadar sağlık” anlayışı, bugüne dek birçok ölümün nedeni olmuştur.
Aynı şekilde eğitimin özelleştirilmesiyle hem öğretmenler, hem öğrenciler çok ciddi sıkıntılarla karşı karşıya kaldılar. Okulların temizliği bile yapılamıyor, yoksul çocuklar her yönden sağlıksız okullara gitmek zorunda kalıyorlar. Öğretmen fazlası oluşturan sistem, KPSS-mülakat tüneline soktuğu öğretmenleri nefessiz bırakıyor. “Atanamayan öğretmenler” ordusu, özel okullara düşük ücretle, güvencesiz biçimde sunuluyor. Geçtiğimiz günlerde bir öğretmen daha canına kıydı. KPSS’de yüksek puan almalarına rağmen AKP-MHP yandaşı olmadığı için “mülakat”tan geçemeyen kaç öğretmen intihar etti. Neredeyse her yıl madenlerde katledilen onlarca, yüzlerce madenci var…
* * *
1980’lerin başında tüm dünyada hız kazanan özelleştirme, Türkiye’de 1984 yılında Turgut Özal dönemiyle başladı. Fakat asıl olarak AKP’li yıllarda zirveye ulaştı. AKP öncesi dönemde özelleştirmeden elde edilen para 8 milyar dolar iken, AKP’li yıllarda 60.4 milyar dolardır. Yani özelleştirmeden elde edilen toplam 68.4 milyar doların 60.4 milyar doları AKP döneminde gerçekleşti. 220’den fazla kamu kuruluşu satıldı. Bunların arasında İsdemir, Kardemir, Eti Maden gibi çok büyük ve stratejik önemde maden kuruluşları da vardı.
Özelleştirmeye karşı tepkileri yumuşatmak, kitle desteği oluşturmak için, KİT’lerin zarar ettiği, özelleştirme ile daha kaliteli hizmet sunulacağı, ayrıca özelleştirmeden elde edilen gelirin sağlık, eğitim gibi halkın ihtiyaçlarına ayrılacağı yalanını uydurdular. KİT’leri zarara sokan da kendileriydi halbuki. Özelleştirmeden elde edilen gelirler de tabii ki halkın ihtiyaçlarına ayrılmadı; sağlık, eğitim paralı hale geldi.
Özelleştirme, taşeronlaştırma ile atbaşı gitti. Taşeron işçisi her türlü sosyal güvenceden yoksun biçimde düşük ücretle çalıştırıldı. Üstelik grev ve direnişlerin kırılmasında, kadrolu işçilerin ücretlerinin düşürülmesinde ve çalışma koşullarının ağırlaştırılmasında patronların öne sürdüğü bir koz oldu.
Özelleştirme, taşeronlaştırma, esnek çalışma, aynı zamanda sendikasızlaştırma demekti. Özelleştirme öncesi sendikalı işçi sayısı yüzde 58 iken, bugün yüzde 10 civarındadır. Kamuda çalışan sendikalı işçilerin büyük çoğunluğu, özelleştirme ile birlikte işten atılmıştır. OECD ülkeleri arasında sendikalaşma oranı en düşük ülke Türkiye’dir.
Kamuya ait işletmeler özelleştirme furyası ile emperyalist tekellere peşkeş çekildi. Emperyalist tekeller de kendi çıkarlarını kollayacak hükümetleri istediler. AKP’nin işbaşına gelmesinde emperyalist tekellerin önemli bir payı vardır. 2004 yılında IMF’nin hazırladığı “özelleştirme planı” doğrultusunda, AKP özelleştirme furyasını başlatmıştır.
* * *
Aynı IMF bugün asgari ücrete fazla zam yapılmamasını istiyor! IMF Türkiye Masası Şefi James Walsh, IMF-Dünya Bankası yıllık toplantısında Reuters’a yaptığı açıklamada, Türkiye’de asgari ücrete “bu yıl yüksek artışın yapılmamasını umduklarını” ve asgari ücrete yapılacak zammın “enflasyon beklentileri için büyük bir çıpa oluşturduğunu” söyledi.
AKP sözde IMF’ye karşı! Oysa Mehmet Şimşek yönetimindeki ekonomi, “IMF’siz IMF politikası”nı uyguluyor. Asgari ücretin zam oranını bile onlar dikte ediyorlar.
Temel ihtiyaç maddeleri yıl içinde yüzde 300 artarken, işçiye ancak yüzde 25 zam verebileceklerini söylüyorlar. Gerçekleşen enflasyon oranı değil de “hedef enflasyon” diye uydurdukları bir şey üzerinden zam oranı belirliyorlar. Hiç bir zaman tutmayan “hedef enflasyon”ları bile yüzde 40’ları aştığı halde, işçiye yüzde 25 zamdan sözedebiliyorlar. Üstelik işçi ücretlerinin enflasyonu arttıracağı yalanıyla…
Bu pervasızlığı hiç kuşkusuz işçi sınıfının örgütsüz oluşundan alıyorlar. İşçi sınıfının yüzde 90’ı sendikasız; varolan sendikaların çoğu da işbirlikçi olunca, bu oranları rahatça telaffuz edebiliyorlar. Yani “taşları bağlamış, köpekleri salmış” durumdalar…
İşçilerin bu duruma gelmesinde özelleştirme saldırısının büyük bir rolü var. Özelleştirmeye karşı mücadele, işsizliğe, düşük ücrete, sendikasızlaştırmaya karşı mücadeledir aynı zamanda.
Çayırhan maden işçileri, özelleştirmeye karşı bayrak açarak, çok önemli bir misyonu yerine getiriyor. İşçi sınıfı bir kez daha “özelleştirmeye hayır” diyerek gaspedilen hakları için mücadeleyi yükseltmeli! “Sürünerek, diz çökerek yaşamaktansa ölmek yeğdir” diyen maden işçilerinin yolunu izlemeli!