Yeni saldırı furyası; TOPLUMSAL GÖZDAĞI

AKP-MHP yönetimi yeni bir saldırı furyası başlattı. En önemli silahı da mahkemeler. Bir kez daha avukatlar, gazeteciler, siyasetçiler, sanatçılar, gözaltına alınıyor, tutuklanıyor. Bunların çoğunun devrimci, demokrat özelliğe sahip muhalif kesimlerden olduğunu söylemeye gerek bile yok sanırız.

AKP hükümetleri zaten yıllardır muhalifler üzerinde estirdiği devlet terörüyle, kendi yasalarını bile tanımayan keyfi-kuralsız uygulamalarıyla ayakta duruyor. Bir dönem “Ergenekon” adı altında Rus-Çin işbirlikçilerine, bir dönem “Fetö” adı altında demokrat, yurtsever, Alevi kamu çalışanlarına, ardından Kürt siyasetçilere dalgalar halinde tutuklama-görevden alma furyası estirdiği gibi, yine muhalif kesimlere saldırarak tüm topluma gözdağı vermeye çalışıyor.

12 Eylül’den sonra, parti başkanlarını tutuklayan ilk hükümet AKP-MHP yönetimidir. Geçmişte HDP eşbaşkanları tutuklanmıştı, halen cezaevindeler. Geçtiğimiz günlerde ise Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ tutuklanarak Silivri’ye gönderildi. İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında hapis cezası istemiyle yeni davalar açıldı.

Ardından menajer Ayşe Barım hakkında “dizi sektöründe tekelleşme” diye başlayan soruşturma, Gezi’ye dönüştü. Barım’ın sanatçıları Gezi Direnişi’ne çağırdığı iddia edilerek, “hükümeti ortadan kaldırmaya teşebbüs”ten tutuklanması sağlandı. 2021’de yaşanan orman yangını ve depremlerde twitter üzerinden yardım istemesi de, “etki ajanlığı” şeklinde damgalandı. Henüz yasalarda olmayan “etki ajanlığı” böylece resmi kayıtlara girdi. Diğer yandan “tanık” olarak Gezi’ye katılan muhalif sanatçılar ifade vermeye çağrıldı; Halit Ergenç ve Rıza Kocaoğlu hakkında ise “yalan tanıklık” iddiasıyla soruşturma açıldı.

Bunlarla da bitmedi; ESP’den -aralarında sendikacılarında olduğu- çok sayıda kişi gözaltına alındı, 34 kişi tutuklandı. Gazeteci Barış Pehlivan ve Halk TV çalışanı Serhan Asker, Seda Selek gözaltına alındılar. İddia yine hukuk-dışıydı. Barış Pehlivan’ın İmamoğlu’nu suçlayan “bilirkişi” ile telefonda yaptığı görüşmeyi yayınlaması, konuya dahil olan tüm Halk TV çalışanlarının gözaltına alınmasının sebebi olarak gösterildi.

Saldırılar gözaltı ve tutuklamalardan ibaret değil. İstanbul Barosu Yönetim Kurulu Üyesi Fırat Epözdemir tutuklandı. Beşiktaş’ın CHP’li Belediye Başkanı yolsuzluk suçlamasıyla tutuklandı, Siirt’in DEM Partili Belediye Başkanı hakkında ise yine “terör” suçlamasıyla ceza verildi ve belediyeye kayyum atandı.

Bütün bunlar son 15 gün içinde yaşanan gelişmelerdir. Bolu-Kartalkaya’daki yangından sonra Bolu Belediyesi’ni suçladılar, belediye yetkililerini gözaltına alıp tutukladılar. Ardından adeta “cadı avı”na giriştiler; arka arkaya gözaltı ve tutuklamaları başlattılar.

Üstelik bu saldırılar, ağızlarına pelesenk ettikleri “barış”, “demokrasi”, “çözüm” gibi kavramların havada uçuştuğu, Öcalan’la DEM Heyeti arasında görüşmelerin başladığı, Bahçeli’nin “Öcalan gelsin, mecliste konuşsun” dediği bir atmosferde gerçekleşiyordu.

 

Zamanlaması ve nedenleri

Geçtiğimiz Mart ayında yapılan yerel seçimlerin ardından “ikinci parti” konumuna düşen AKP, kendini toparlayabilmek için “yumuşama” dönemine girildiği havası yarattı önce. Buna ortak olan CHP’nin “normalleşme” tanımını da kullanmıyor, sözde eskisinden farklı esnek bir yönetim sergileyeceğini ima ederek zaman kazanıyordu.

Özgür Özel’in başında bulunduğu CHP ise, bir kez daha AKP’ye kan taşıdı. Üstelik Erdoğan’la ilk görüşme, 1 Mayıs’ın ertesi günü gerçekleşti. Özgür Özel ve İmamoğlu, Saraçhane’de toplanan binlerce kişiyi polislerle karşı karşıya bırakarak çekip gitmiş, polis barikatlarını aşmaya çalışanlar ise aylarca tutuklu kalmıştı.

Erdoğan’ın “yumuşama” dediği dönemde de muhalif kesimlere saldırılar sürdü. Belediyelere kayyum atanıyor, direnen işçilere saldırılıyor, doğasına sahip çıkanların üzerine ateş açılıyordu. Düşük ücret ve vergi soygunu ile yürütülen ekonomik terörü saymıyoruz bile…

Fakat son bir ay içinde bu saldırıların çapı ve hızı arttı. Suriye’de Esat rejiminin yıkılması, bunda önemli bir faktördür. Erdoğan yönetimi, Suriye’de cihatçı çetelerin yönetimi ele geçirmesini, kendi zaferiymiş gibi kitlelere sundu. MİT Başkanı İbrahim Kalın’ın HTŞ lideriyle Emevi Cami’sine gidip namaz kılması, ardından Dışişleri Bakanı Fidan’ın Suriye’ye giderek HTŞ yönetimiyle görüşmeler yapması, Türkiye’nin yeni Suriye yönetiminde etkili olacağı izlenimini yaratmak içindi. Öyle olmadığı sonraki gelişmelerde daha net biçimde görüldüğü halde, bunu propaganda ettiler. ABD başkanlık seçimini kazanan Trump’ın Erdoğan’a dönük sözleri, (içinde tehdit içermesine rağmen) övgü olarak lanse edildi. Erdoğan’ın uluslararası düzeyde itibarının arttığı imajı yaratıldı.

Aynı günlerde Öcalan ile DEM Parti milletvekillerinin görüşmesi, Öcalan’dan gelen mesajlar, barış, demokrasi, çözüm nutuklarının atılmasına zemin oluşturdu. “Sivil anayasa”, Erdoğan’ın ölene kadar başkan kalması formülleri yeniden gündemleşti. Farklı partilerden AKP’ye transferlerle AKP’nin meclisteki sayısının artması, zayıflayan Erdoğan yönetiminin güçlendiği yanılsamasını yaratmak içindi.

Oysa Erdoğan yönetimi, asgari ücreti ve emekli aylıklarını beklenenin çok altında belirlediğinde, eriyen kitle tabanını daha fazla kaybetmişti. Uluslararası düzeyde de, ülke içinde de itibarı artmıyor, her geçen gün düşüyordu. Bolu’daki yangın, bu yönetimin lime lime döküldüğünü gösteren, halktaki tepkiyi, öfkeyi arttıran son felaket oldu. Bir avuç yandaş dışında, bu yönetimin kimseye değer vermediği, azami kar için her şeye göz yumduğu, insan canını hiçe saydığı bir kez daha görüldü. Kaldı ki, otel yangınında ölenlerin çoğu orta kesim denilen, zengin sayılacak kişilerdi. Sadece yoksulların değil, onların canının da artık çok ucuzladığı yüzlere çarpıldı.

Köşeye sıkıştığı her durumda yaptığı gibi, Erdoğan saldırının dozunu arttırdı. İnsanlar yangındaki ihmalleri konuşmasınlar, yönetimi sorgulamasınlar; aksine kendi canlarının derdine düşsünler diye tutuklama-gözaltı furyasını başlattı. Sanatçı, gazeteci, siyasetçi gibi toplumun bilinen isimlerini tutuklayarak dikkatler o yöne kaydırdı. Muhalefeti “savunma”ya çekti.

Diğer yandan kendine rakip olarak gördüğü İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu yargı yoluyla ekarte etme çabasını büyüttü. Beylikdüzü Belediye Başkanlığı döneminde “ihaleye fesat karıştırdığı” iddiasıyla (sözkonusu ihale 2015 yılında yapılmış olduğu halde) yıllar sonra hakkında yeni bir dava daha açıldı. Öncesinde “ahmak davası” olarak bilinen davada, İmamoğlu 2 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Böylesine komik, iler-tutar yanı olmayan bir dava yerine, “yolsuzluk” gibi ciddi bir suçlamayla yargılamayı daha işe yarar görmüş olmalıydılar. Üstelik her iki davayı da sonlandırmayıp sürekli erteleyerek her an “siyasi yasaklı” olma sopasını, İmamoğlu’nun başının üzerinde sallandırmaya devam etti.

Bütün bunlar, Erdoğan yönetiminin süresini uzatmak içindir. Daha önce bu yöntemler işe yaramıştı. Peki şimdi yarayacak mı?

 

Gezi yine gelecek!

Bu yönetimin 23 yıldır işbaşında kalmasında, “muhalefet boşluğu” belirleyicidir. Devrimci hareketin gerilediği koşullarda reformizmin baskın hale gelmesi ve bu durumun burjuva muhalefet üzerinde rahatlatıcı bir etki yaratması, en önemli faktördür. Burjuva muhalefetin dizginlerini elinde tutan emperyalistler ve işbirlikçileri, savaş ve kriz koşullarında Erdoğan’ı tercih etmiştir. Toplumsal muhalefetin zayıfladığı, parlamentarizmin baskın olduğu bir ortamda bunu başarabilmeleri zor olmadı. Buna rağmen Erdoğan yönetimi, Gezi Direnişi başta olmak üzere işçi-emekçi hareketinin büyüdüğü zamanlarda çok zor anlar yaşadı. Erdoğan’ın Gezi’ye olan öfkesinin hiç bitmemesinin nedeni budur.

Ayşe Barım üzerinden bir kez daha Gezi korkusu ortaya çıktı. Barım’ı tutuklayarak, olası Gezi’leri önleme, tüm topluma gözdağı vermeyi amaçladılar. Demek ki, yeni bir Gezi’den, halk ayaklanmasından korkuluyordu. Ve bu genel bir korku değil, somut, güncel bir tehdit olarak görülüyordu.

Son aylarda artan işçi direnişleri, özellikle madencilerin Ankara yürüyüşü, Polonez işçilerinin kararlı eylemleri, Erdoğan yönetimini zorlayan direnişler oldu. Küçük üreticilerin isyanı, emeklilerin bitmeyen protestoları, toplumun her kesiminde artan öfkenin giderek eylemli biçimlere dökülmesi, AKP-MHP yönetiminin kitle tabanının iyice eridiğini gösteriyordu. Seçim hileleriyle işbaşında kalmanın da bir sınırı vardı ve o noktaya hızla geliniyordu.

Suriye’deki değişim, Erdoğan’a “hayat öpücüğü” gibi geldi. Fakat içte yaşanan derin yoksulluk, artan hayat pahalılığı, ağır sömürü koşulları, dıştaki yanılsamalı zaferle giderilebilecek gibi değildi. Son olarak Halk TV sunucularının alınması üzerine kanalın binası önünde toplanan kitleler, bunun önemli bir göstergesi oldu. Keza işçi direnişleri başta olmak üzere son aylardaki direnişlerde bunu gördük. İşçi ve emekçiler öylesine ağır koşullarda yaşıyorlar ki, polis şiddeti, gözaltı-tutuklanma tehdidi bir noktada işlevsiz kalıyor. Sendikal örgütlülükle bile çok şeyi başarabildiklerini gösterdiler.

Rusya’da 1905 Devrimi yenilgiye uğradığında, Bolşevikler “1905 yine gelecek” diyordu. Yenilgi yıllarında bu söz, boş bir umut gibi geliyordu çoğu insana. Ama 1917’de, 1905’i aşarak dünyanın ilk sosyalist devrimini gerçekleştirdiler.

Bugün “Gezi yine gelecek” dendiğinde, birçoklarına boş bir lakırdı gibi gelebilir. Ama egemenler Gezi korkusuyla hala titriyor ve saldırıyorlar. Zaten bu sömürü ve zorbalık koşullarında direnişlerin, isyanların olmaması mümkün değil. Gezi gibi bir halk ayaklanmasının yine geleceği aşikar, fakat Gezi aşılmak zorunda. Ancak o zaman sadece AKP-MHP yönetimini değil, muhalefeti de sarsan bir niteliğe bürünebilir ve gerçek kurtuluşun yolunu açabilir.

Sonuçta kendiliğinden patlamalar kaçınılmaz. Bütün mesele, bu patlamaların ne kadar örgütlü olduğu ve doğru hedeflere yöneldiğinde. Komünist ve devrimcilerin kendilerini toparlayıp kitlelere önderlik edebilmesinde…

Elbette halk, komünist ve devrimcileri beklemeyecek. Bıçağın kemiğe dayanmakla kalmayıp deldiği koşullarda kendi yolunu bulup akacak. Her zorbalık gibi bu zorbalık dönemi de sona erecek. Erdoğan yönetimini, bu kez saldırı furyası da, “çözüm” aldatmacası da kurtaramayacak…

Bunlara da bakabilirsiniz

ESP Eş Başkanı ve yöneticileri dahil 34 kişi tutuklandı

İstanbul merkezli 6 ilde yapılan operasyonlarda gözaltına alınan ESP, SKM ve SGDF üye ve yöneticilerinden …

Ucuz yaşamlarımız…

Bolu-Kartalkaya’da Grand Kartal Otel’de çıkan yangın, 78 can aldı. 21 Ocak gecesi sabaha karşı başlayan …

ESP operasyonu protesto edildi

ESP’ye dönük gözaltıları protesto etmek için, 22 Ocak günü Kadıköy’de eylem yapıldı. Süreyya Operası önünde …