Fransa “gece ayakta”!

frasa-gece-ayakta

Fransa’da kitleler Mart ayından bu yana ayakta. Eylemler, direnişler, grevler ve genel grevler, işgaller, boykotlar peşpeşe patlıyor. Öğrenciler, işçi ve emekçiler, kendi direnişlerini gerçekleştiriyor, örgütleniyor, öğreniyor ve eylem yapıyorlar. “Gece ayakta” eylemleri ile, dünya direniş tarihine yeni bir kavram da kazandırdılar.

Eylemlerin nedeni, Sosyalist Parti hükümetinin gündeme getirdiği yeni iş yasası. Çalışma Bakanı’nın adına dayanarak “el Khomri yasası” deniyor. Şubat ayında bu yasa tasarısı kamuoyuna duyuruldu ve 9 Mart günü meclis oylamasına sunulacağı söylendi. Ve o günden buyana, kitleler sokaklarda.

 

Yasa tasarısı ne getiriyor

Mart ayında hükümetin hazırladığı yasa taslağı, Fransız işçi sınıfının büyük mücadeleler sonucunda elde ettiği tarihsel kazanımları gaspetmeyi hedefliyor.

Bu saldırıların en başında, işçilerin işten çıkartılmasının kolaylaştırılması geliyor. Yasa tasarısına göre, patronlar “ekonomik kriz” gerekçesiyle işten çıkarma, maliyetleri kısma ve mesai saatlerini haftalık 35 saatten 44-60 saate çıkarmak gibi saldırıları sorunsuz gerçekleştirebilecek. Tasarı, işten çıkarma, iş mahkemeleri, sosyal ve sendikal haklar gibi konularda, patronların lehine yeni düzenlemeler yapıyor. Buna göre günlük en fazla 10 saat olan çalışma süresi, 12 saate çıkarılacak. Çıraklık eğitimi alan ve reşit olmayan çocukların da 12 saate kadar çalıştırılması kolaylaştırılacak. “İş sözleşmesi”nde değişiklik yapmak (mesela zam talebi) isteyenler işten çıkartılabilecek. Yüzde 25 olan fazla mesai ücreti yüzde 10’a indirilecek. Tazminatsız işten çıkarma kolaylaştırılacak. “Kiralık işçi” uygulaması gündeme gelecek.

Üstelik bütün bu saldırılar, “işsizliği azaltma” demagojisiyle öne sürülüyor. Ekonomik krizin etkisinin sürdüğü ülkede, işsizlik, son 50 yılın en yüksek düzeyine ulaşmış durumda. Genç işsizliği ise rekor kırıyor. Bu koşullarda sınıfın kazanılmış haklarının gaspedilmesi, sadece işçilerin değil, öğrencilerin ve tüm çalışanların geleceğini de tehdit ediyor. Ve bu nedenle, eylemler son derece güçlü, yaygın, kitlesel ve militan biçimler alıyor.

 

Eylem dalgası

Eylemler başlangıçta CGT, FO, Solidaires ve FSU adlı işçi sendikaları ile liseli ve üniversiteli öğrencilerin örgütlü olduğu UNEF, UNL, FIDL adlı öğrenci sendikaları tarafından örgütlendi. Ancak giderek bu sendikaları aşan bir güç ve etkiye ulaştı.

Yeni iş yasasına karşı ilk genel grev, 9 Mart günü gerçekleştirildi. Özellikle ulaşım sektöründeki grev, çok etkili oldu. Liselerdeki boykot eylemlerinde barikatlar kuruldu. Kimi kentlerde hükümetteki Sosyalist Parti bürolarına taşlı ve boyalı saldırılar yapıldı.

Ardından 31 Mart ve 28 Nisan’da iki genel grev daha yapıldı. Bu grevlerin dışında, çok çeşitli eylem ve gösteriler, yasanın gündeme geldiği Mart başından itibaren giderek yükseldi. Banka ve tekellerin önünde blokajlar, militan ve çatışmalı gösteriler, okul boykotları gibi eylem biçimleri, sadece öğrencileri değil, toplumun bütün kesimlerini içine alarak büyüdü. Ve bu süreçte estirilen polis terörü, yaygın gözaltılar, eylemcileri yıldırmak bir yana, eylemlerin militanlaşmasına, polisle çatışmaların artmasına neden oldu.

Mart ayı içinde eylemlerin sürdüğü dönemde, 24 Mart günü yasa meclisten geçirildi. Ancak tepki daha da büyüyünce, hükümet yasanın bazı maddelerinde revizyona gideceğini duyurdu. İşbirlikçi bazı sendikalar bu aşamada hükümete destek verse de, diğer işçi sendikaları ve öğrenci örgütleri, yasanın koşulsuz iptali için eylemleri sürdüreceklerini açıkladılar.

Bu koşullarda gidilen 31 Mart grevi çok daha yaygın ve etkili oldu. Toplu ulaşım (metrolar, trenler, havaalanları, demiryolları, limanlar), okullar ve hastaneler, grevin en güçlü olduğu yerlerdi. İlk greve katılım ülke genelinde 500 bin kişi civarındayken, ikincisinde 1 milyonun üzerine çıktı.

Eylemin gücü ve kitleselliğinden daha önemli olan ise, 31 Mart’tan itibaren hareketin yeni bir rotaya girmesiydi. Başından itibaren gençlik örgütlerinin ve sendikaların kontrolünde gelişen hareket, 31 Mart grevinde, kontrolden çıkmaya başladığını göstermişti.

Bu tarihten itibaren, özellikle öğrenci gençlik, sendikaları ve öğrenci derneklerini aşan bir mücadele ve örgütlenme hattına girdi. Fransa’nın dört bir yanında, kent meydanlarında akşam forumları düzenlenmeye başlandı. Bu forumlara onbinlerce insan katıldı, tartıştı. Buralarda “üniversite kurulları” oluşturuldu ve bu kurullar kendi içinde bağlantıya geçti. Forumlar, “Fransa gece ayakta” (Nuit Debout) eylemlerine dönüştü. Paris’teki Cumhuriyet Meydanı (Place de la Republique) başta olmak üzere, kent meydanları işgal edildi. Her akşam saat 18’den itibaren meydanlara yığılan kitle, sadece yasa tasarısını değil, genel olarak ülkenin tüm siyasi sorunların konuşuyor, tartışıyor, sanatsal etkinlikler düzenliyor. Ve buradaki kitlenin talepleri, yasanın geri çekilmesinin ötesine taşıyor, daha ciddi ve köklü siyasal-ekonomik talepler ileriye sürülüyor.

 

İşçi-öğrenci dayanışması

Eylemlerin en önemli yanı, işçilerin örgütlediği eylemlere öğrencilerin, öğrencilerin düzenlediği eylemlere ise işçilerin destek veriyor oluşu. Böylesine bütün ülkeyi etkileyen hareketlerde, işçilerle öğrencilerin eylemleri genellikle birbirinden kopuk olarak ilerler ve bu kopukluk, yenilginin en önemli nedenlerinden birine dönüşür. Fransa’da ise, güçlü bir etkileşim, kendisini başından beri somut olarak ortaya koyuyor. Üstelik bu, hareketin önderlikten yoksun olmasına rağmen böyle gelişiyor.

Fransa’daki hareket, sendikaları ve örgütlenmeleri aşıyor, kendiliğinden biçimde yeni örgütlenmeler, yeni birliktelik zeminleri oluşturuyor. Ve bunların önemli kısmı yatay örgütlenmeler oluyor. Bu koşullarda, işçi ve öğrenci hareketinin böylesine birleşmesi ve koordine olması, çok daha büyük bir önem kazanıyor.

Hareketin öğrenci cephesinin dinamosunu liseliler oluşturuyor. Bunun en önemli nedeni, yasanın doğrudan onların yaşamına dokunuyor olması. Fransa’da üniversite öğrencilerinin ezici çoğunluğu, aynı zamanda bir işte çalışmak zorunda. Hatta birçok üniversite, bir işte çalışmayan bir öğrencinin kaydını yapmıyor. Ve genç işsizliğin bu kadar yüksek olduğu bir dönemde, yeni iş yasası, gelecek ve işsizlik kaygıları çok yüksek olan liselileri harekete geçiriyor. Liselilerin en kitlesel ve en militan kesimi oluşturmasının bir başka nedeni de, lise öğretmenlerinin önderliği. Öğretmenler öğrencilerini eylemlere katılmaya teşvik ediyor, eylemlerde onların yanında yer alıyorlar. Liselilerin örgütlülüğü, lise öğretmenlerinin örgütlülüğü ile paralel gidiyor.

Benzer bir durumu, 2006 yılında bir kere daha gündeme getirilmiş olan iş yasası (işçi haklarını gaspetme yasası) döneminde de görmüştük. O zaman da liseliler yine en önde savaşıyorlardı. Keza 2007 ekonomik krizinin ardından, emeklilik haklarını gaspetmeye dönük yasa tasarısı gündeme geldiğinde de, liseliler “biz emeklilerin askeriyiz” pankartlarıyla sokaklara dökülmüşlerdi.

 

Eylemin gücü

Fransa’nın “solcu” hükümeti, burjuvazinin çıkarları doğrultusunda hazırlamış olduğu yeni iş yasasını uygulamaya sokmak için her yolu kullanıyor. Ancak eylemin gücü, devlete geri adım attırıyor.

Eylemler başladıktan sonra, hükümet eylemcilerle çeşitli görüşmeler gerçekleştirdi ve belli tavizler karşılığında işgallerin bitirilmesini, meydanların boşaltılmasını, eylemlere son verilmesini istedi. Ancak sokaktaki kitle, taleplerini iş yasasının da ötesine taşımış durumda ve geri adım atmayacaklarını duyuruyorlar. Eylem alanlarındaki gerçek özgürlüğün, gerçek demokrasinin, kolektivizmin, örgütlülüğün tadını almış olmak, kitleleri daha güçlü kılıyor.

“Devrimler ülkesi” Fransa, bir kere daha kitlesel ve militan eylemlerle burjuvazinin karşısında dikilmiş durumda. 2005 yılında patlayan banliyö ayaklanmaları, 2006 yılında dönemin sağcı başbakanı Villepin’in hazırladığı iş yasasına karşı kitlesel grev ve işgaller, devlete korkudan titremesine neden olmuş ve geri adım attırmayı başarmıştı. Bugünkü hareket de, şimdiden tavizler elde etmiş durumda.

Bu kararlılığı ve militanlığı, doğru bir önderlik ve örgütlenmeyle birleştirebildiğinde, Fransa dünya sınıf mücadelesine yeni bir altın sayfa daha eklemiş olacaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …