Aylardır tartışılan milletvekili dokunulmazlıkları, 20 Mayıs’ta mecliste yapılan oylama ile kaldırıldı. AKP’nin önerisi, MHP’nin desteği, CHP’nin omuz vermesiyle HDP’li vekilleri meclisin kapısına kadar ittiler. Şimdi kapıda bekletiyorlar.
Bu işin başlangıç vuruşunu yapan ve her aşamada büyük bir yaygara koparan Erdoğan, önüne gelen dokunulmazlık yasasını günlerdir onaylamadı. 15 günlük onaylama süresini sonuna dek kullanıyor. HDP’li vekillerin Anayasa Mahkemesi’ne itirazları ise, bu ayın başında sonuçlanacak. Halen “atsak mı atmasak mı” tereddütü içinde ve olası sonuçların endişesi ile kıvranıyorlar.
Elbette bu durum uzun sürmeyecek. İlla ki bir sonuca bağlanacak. Fakat HDP’li vekilleri tutuklamanın o kadar kolay olmayacağını çok iyi biliyor. Attıkları adımı son noktaya kadar götürme konusundaki tutukluk, bundan ileri geliyor.
Meclisin sefaleti
Dokunulmazlıkların kaldırılmasıyla ilgili meclis oylaması, “demokrasinin simgesi” olarak gösterilen parlamentonun ne denli sefil olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi.
Sözde “gizli oy-açık sayım” yapılıyordu. Kırmızı-beyaz-yeşil (red, kabul, çekimser) renkli pusulalar verilmişti. AKP’li milletvekilleri kameralara göstererek oy kullanıyor, atmadığı pusulaları getirip grup başkanına teslim ediyor, böylece hangi oyu verdiğini kanıtlamış oluyordu. Daha vahimi ise, AKP’lilerin oy sandıkları önünde gülerek verdikleri pozlardı. Öylesine ciddiyetsiz ve cıvıktılar.
Varlık nedeni şovenizm olan ırkçı MHP’den farklı bir tutum alması beklenmezdi zaten. Kendilerine yakışanı yaptılar. Fakat CHP’nin tutumu, her aşamada ikircimli ve çelişikti.
Kılıçdaroğlu ilk başta “anayasaya aykırı ama yine de evet oyu vereceğiz” dedi. Buna karşın birçok CHP’li milletvekili hayır diyeceğini açıkladı. Anayasa Komisyonu’nda CHP’li vekiller evet oyu kullandılar. Mecliste yapılan birinci oylamada da CHP hayır oyu verdi. Bu haliyle dokunulmazlıkların referanduma gideceği beklenirken (AKP-MHP oyları birleşip 330’u geçtiği için) CHP ikinci oylamada karar değiştirip dokunulmazlıkların kaldırılması için gerekli olan 367 oyun üstüne çıkmasını sağladı. Sonrasında Kılıçdaroğlu’nun bunun için 20 kadar CHP’li vekili ikna ettiği söylendi.
Sonuçta bir kez daha görüldü ki, sözkonusu Kürt sorunu olunca düzen partileri bir noktada buluşuyorlar. Elbirliği ile Kürt milletvekillerini yine meclis dışına itmeye kalktılar. Ama kaldırdıkları taşın ayaklarına düşmesinden de korkuyorlar. Zaten CHP’nin son andaki atağı, bu kararın referanduma gitmesini önlemek içindi. Referandum sürecinin çok daha büyük çalkantılara yol açacağı düşüncesiyle meseleyi meclis-yargı arasında halletmeyi uygun gördüler.
Şimdi ne olacak?
Dokunulmazlıklar kaldırılması, milletvekilliğinin hemen düşmesi anlamına gelmiyor. İşin yasal prosedürü şu şekilde işliyor:
Adalet Bakanlığı’nın açıklamasına göre, yasa yürürlüğe girdiği andan itibaren, işlem yapılacak dosya sayısı 787, milletvekili sayısı ise 148. Bunlardan şimdilik 139 milletvekiline ait 683 dosya, TBMM’ye ulaşmış. Ve 216’sı “terör suçları” işlendiği iddiasıyla hazırlanmış.
HDP’li vekiller hakkında 405 dosya var. 59 HDP milletvekilinden 50’sinin fezlekeleri bulunuyor. Parti başkanları içinde Selahattin Demirtaş, 75 dosya ile birinci sırada.
Bu dosyalar yasanın yürürlüğe girdiği 15 gün içinde savcıların önüne gidecek. Yaklaşık 200 savcının davalara bakacağı bildiriliyor. Vekilliğin düşmesi için, mahkemede kesin hüküm verilmesi ve bu kararın TBMM Genel Kurulu’na bildirilmesi gerekiyor. Karar Genel Kurul’da okunduğu anda milletvekilliği düşüyor.
Hukuksal olarak böyle. Fakat alınan kararın hukuki değil, siyasi olduğu son derece açık. Dolayısıyla bundan sonrasını da hukuk değil, siyasal gelişmeler belirleyecek.
HDP, bu mesele gündeme geldiğinden beri direneceklerini söyledi. Demirtaş mahkemeye “tıpış tıpış gitmeyeceğiz” dedi. Ayrıca “seçeneksiz olmadıklarını” belirtip “halk isterse birden fazla da parlamento kurar” diyerek, Kürt bölgesinde fiili bir meclis kurabileceklerini de ima etti.
Fakat PKK liderlerinden Duran Kalkan, bu sözlerin “siyaseten doğru olmadığı”nı söyledi. “Eğer orada bulunmak gerekmiyorduysa neden gittiler, yok eğer gitmek gerekliydiyse o zaman sonuna kadar mücadele etmeyi bilmeliler, mevziiyi bırakmamalılar” diyerek, bu seçeneği ortadan kaldırdı.
Dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra Demirtaş, halka yaptığı konuşmada, “beni mahkemeye çıkardıklarında ‘söylemedim’ demeyeceğim. Yüksek sesle orada da konuşacağız” dedi. “AKP mahkemelerinde kirpiğimizi kıpırdatmaz öyle dik dururuz” diyerek, yeni bir meclis kurmak yerine “kazanılmış mevziyi direnişsiz terketmeme” yolunu seçtiklerini gösterdi.
Elbette mahkemeye “tıpış tıpış gitmeme” ve zorla götürüldüğünde de düşüncelerini, duruşunu orada da net biçimde ortaya koyma bir direniş biçimidir ve doğru bir tutumdur. Fakat böyle bir saldırı karşısında sadece bununla yetinilmeyeceği de açıktır.
HDP nasıl bir tavır alacak?
Dokunulmazlıklar kaldırıldıktan sonra HDP’li vekiller Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru haklarını kullandılar. Ardından bazı Kürt illerinde milletvekillerinin de katıldığı gösteriler oldu, ancak bunlar devletin saldırısı ile kısa sürede bastırıldı. Diğer illerde ise, basın açıklaması ve zayıf eylemlerle sınırlı kaldı.
PKK adına Duran Kalkan’ın açıklamasında “dokunulmazlıkların kaldırılması bir savaş sebebidir” sözü de var. Zaten aylardır Kürt illerinde savaş en vahşi haliyle sürüyor. Binlerce insan katledildi, yüzbinlercesi evinden-yurdundan oldu. Yeni bir “savaş sebebi”ne gerek var mı? Ya da savaşı büyütmek için yaşananlardan daha büyük bir “sebep” olabilir mi?
Savaş başladığı anda Kürt hareketinin tüm güçlerini harekete geçirmesi gerekmiyor muydu? Tıpkı Kobane direnişi sırasında olduğu gibi hayatı felç etmek mümkündü. Fakat Cizre günlerce abluka altındayken, HDP seçim hükümetine girmekle meşguldü. Oraya günler sonra ve bir grup vekille gittiler. Ardından savaş diğer illere yayıldığı halde, 1 Kasım seçimlerine kilitlendiler. Halk can derdindeyken onlar oy derdine düştüler. Oylarını yüzde 15 ile yüzde 20’ye çıkarma hayalleriyle başları dönmüştü. Ankara katliamı sırasında bile Demirtaş, “Kasım’da diktatörü devirmek başkadır” diyerek, o acılı ve öfkeli kitleye sandığı gösteriyordu.
Halk ölümle karşı karşıya iken, sokağa değil sandığa kilitlenirsen, sana dokunulduğunda halk neden ayağa kalksın? Halkın can ve mal güvenliğinin kalmadığı, en yakınlarını kaybettiği bir ortamda, milletvekilinin tutuklanması çok hafif kalmıyor mu?
Bu noktaya gelinmesinde Kürt hareketinin uzlaşmacı çizgisinin önemli bir rol oynadığı aşikardır. Şimdi HDP içinden veya HDP’yi dışardan destekleyenlerden, 7 Haziran seçimleri sonrası yaşanan başdönmesini eleştiren, 1 Kasım seçimlerine girmekle, “seçim hükümeti”ne bakan vermekle HDP’nin çok yanlış yaptığını söyleyenler olduğunu görüyoruz. Bunlara “günaydın” demek lazım! Sanki HDP’nin bu hatalarına ortak olmamış gibi, şimdi böyle konuşuyorlar.
Gelinen noktada bunları söylemek kolaydır. Önemli olan, yaşanılan anda doğru değerlendirme ile politika belirlemek ve tavır alabilmektir. Bugün HDP’nin hatalarını sıralayanlar, 1 Kasım seçimlerini tanımamak lazım dediğimizde, “seçim hükümeti”ne bakan verilmesine karşı çıktığımızda, koro halinde saldırıya geçmişti.
* * *
Bir kez daha yineleyelim: Parlamentoya girmek de yanlış değildir, parlamento mevzisini korumak da… Yanlış olan; parlamentoyu kitlelere bir kurtuluşmuş gibi sunmak, bir grup milletvekiliyle girince “devrim yaptık” demek ve burjuvazinin ahırını “halkın meclisi” ilan etmektir. Halk can derdindeyken sandığı göstermek, “savaş hükümeti” denilen bir hükümete bakan vermektir.
HDP ve yandaşları bunların hepsini yaptı. Şimdi onun sonuçlarını yaşıyoruz. Bugün yapılması gereken ise, HDP’li vekillere sahip çıkmaktır. Bu, savaşa ve faşizme karşı mücadelenin bir parçasıdır.
Biz bu bakışaçısıyla dokunulmazlıkların kaldırılmasına karşı çıkıyor ve bu yöndeki eylemlere katılıyoruz. Fazlası değil…