AB’ye tepkinin sonuçlarından biri: BREXİT

Brexit-cameron

İngiltere 23 Haziran günü, AB içinde kalıp kalmamaya ilişkin oylamayı gerçekleştirdi. Britanya’nın ilk iki harfi ile, İngilizce ‘çıkış’ anlamına gelen “exit” kelimesinin birleştirilmesiyle oluşturulan ve Brexit adı verilen bu süreç, AB’den çıkmak isteyen kesimin kazanması ile sonuçlandı. Referandumda, ayrılma yönünde oy kullananların oranı yüzde 51.9, kalmak isteyenlerin oranı ise yüzde 48.1 olarak açıklandı.

Bu sonuçlar bir anda ortalığı karıştırdı. Her şeye rağmen Britanya’nın AB’de kalmak yönünde oy kullanacağı düşünülüyordu çünkü. İşçi Partisi milletvekili Jo Cox’un, referandumdan bir hafta önce, göçmen karşıtı ırkçı biri tarafından öldürülmesi, Brexit’çilerin desteğini düşürmüş ve AB’de kalmak isteyenlerin oylarını arttırmıştı. Görünen o ki, anket ve araştırmalar, kitlelerin korkularını tespit etmeye yetmedi.

 

Cameron’un kumarı

Referandumun sonuçlarını değerlendirmeye geçmeden önce, sürecin nasıl başladığına bir bakalım. Referandum, İngiltere Başbakanı David Cameron tarafından ortaya atılırken, sonuçların böyle çıkacağı hesaplanmamıştı.

2015 yılında yapılan genel seçimlerin öncesinde Cameron, AB üyeliğinin referanduma götürülmesini seçim vaadi olarak ortaya koydu. Bunun iki nedeni vardı: Birincisi, AB karşıtı kesimlerin desteğini alarak Muhafazakar Parti’nin düşen oylarını yükseltmek; ikincisi, başta göçmen politikaları olmak üzere, AB’nin kararları konusunda “Brexit” kartını kullanarak İngiltere lehine avantajlar elde etmek.

Çünkü Cameron’un başbakan olduğu 2010 yılından itibaren, AB’ye yeni üye ülkelerden İngiltere’ye yoğun bir göç başlamış ve bu göç yerli halk tarafından giderek daha fazla “tehdit” olarak algılanmıştı. Bu tepkileri dile getiren ırkçı partiler, güç kazanıyor, ırkçı söylemler yaygınlaşıyordu.

Başlangıçta, Cameron’un başarıya ulaştığını söylemek mümkün. Hem seçimleri yeniden kazanmayı başarmış oldu, hem de AB göçmenler konusunda İngiltere’nin reform taleplerini kabul eden kapsamlı bir öneri paketi hazırladı. Paket, AB’ye yeni üye olan ülkelerden göçmen hareketi konusunda İngiltere’ye büyük avantajlar tanıyor, böylece Cameron’un beklentilerini fazlasıyla karşılıyordu.

Bu arada, AB’ye tehdit unsuru olarak öne atılan referandum takvimi de işlemeye başlamıştı. O güne kadar şiddetli bir biçimde “AB’den ayrılma” söylemi kullanan Cameron, giderek silik bir biçimde “AB’de kalalım” propagandasına başladı. Kitleleri maniple etmek için kullanılan argümanlar ne olursa olsun, İngiliz burjuvazisi AB’den ayrılmayı istemiyordu çünkü. Tehditler yerine ulaşmış, hedefler karşılanmıştı; artık referandumdan “AB’de kalalım” kararını çıkartıp, daha avantajlı şartlara sahip olarak, AB içinde yola devam etmeyi planladılar.

Ancak bu koşullarda, kitlelerin korku ve tepkileri, kendilerine çizilen sınırları aştı. Yüzde 51.9’luk oy ile, sonuçlar “çıkış”ı gösterdi.

 

Neden ayrılmak istiyorlar?

Referandum sonuçlarını yorumlayanların içinde, “işçi sınıfının tepkisi” sözü ağırlıklı yeri kapsıyor. Oysa, sadece İngiltere’de değil, genel olarak AB ülkeleri içinde, “bağımsızlık” hedefiyle, AB’nin “kemer sıkma politikaları”nın yoksullaştırıcı sonuçlarına tepkiyle ve sol söylemlerle AB’den çıkmak isteyenler olduğu gibi (mesela Yunanistan ve İspanya), göçmen karşıtı politikalar ve ırkçı söylemlerle çıkmayı savunan sağ-faşist kesimler de var. (Hollanda ve Fransa)

İngiltere’deki duruma ise biraz daha yakından bakmak gerekiyor. Referandum analizlerine göre, Londra, Liverpool gibi, genç ve göçmen işçi ağırlığının olduğu metropollerde sonuçlar “kalma” yönünde. Taşrada, eski sanayi kasabalarında oturan, gelir ve eğitim düzeyi düşük ve ileri yaştaki kesimlerin oyları ise “çıkış” olarak şekillenmiş.

Oylar, yaş gruplarına göre de tasnif edilebiliyor. 18-24 yaş dilimindeki gençler arasında kalmaktan yana oy kullananların oranları yüzde 72 iken, çıkmak isteyenler yüzde 19’da. Yaş ilerledikçe kalmaktan yana oy kullananların sayısı azalıyor, çıkmak isteyenler artıyor. 60 yaş üstün kesimde, çıkış için oy kullananların oranı yüzde 63’e ulaşıyor.

Genel tablo içinde, ekonomik krizden daha doğrudan etkilenen kesimlerde çıkış eğilimi fazla iken, sermayenin yeni girmeye başladığı, yeni teknolojilerin kullanıldığı sektörlerde, daha yüksek eğitimli, hareketli ve vasıflı gençlerin yer aldığı kesimlerin AB’de kalma konusunda istekli olduğu görülüyor.

Sorunun odak noktasında ise, ekonomik kriz duruyor. İki taraf da, İngiltere’de etkisi giderek artmakta olan ekonomik krizden etkileniyor ve bu krizden kurtuluşu farklı noktalarda görüyorlar. AB’de kalmak isteyenler, çıkış olduğu koşulda ekonominin yerle bir olacağını, iş, üretim ve ihracat olanaklarının sınırlanacağını düşünüyor, güçlü bir AB içinde yer almanın daha doğru olduğunu savunuyorlar. Çıkmak isteyenler ise, ekonomik kriz ve işsizlik gibi sorunların temelinde AB’nin göçmen politikasının olduğunu ileri sürüyorlar. Bugün 3.3 milyon göçmenin bulunduğu İngiltere’de, AB vatandaşı olan göçmenlerin sayısı 2.1 milyona ulaşmış durumda. 2004 yılında, AB’ye yeni katılan ülkelere Britanya’da çalışma izni verilmesinin ardından AB göçmenlerinde artış başlamış. Üye olan eski Doğu Bloku ülkelerinin insanları, iş olanakları için büyük emperyalist ülkelere akmaya başlamış. Bugün yeni üye adayı ülkelerin varlığı, İngilizleri daha da korkutan bir unsura dönüşmüş. (Burada, Türkiye’nin üyelik tartışmalarının, Avrupa’da büyük bir korkuyla takip edildiğini ayrıca belirtmek gerekiyor.) Ve ekonomik krizin kitleleri bu kadar etkilediği koşullarda, göçmen karşıtı söylemler Brexit’i güçlendiren bir unsura dönüşmüş.

Kitlenin bir kısmı AB’nin yoksullaştırıcı ekonomi politikalarına tepki duyarak, bir kısmı ise göçmen karşıtı ırkçı söylemlere kanarak “çıkış” yönünde oy kullandı ve referandumun sonucu bu oldu.

Gerçekte her iki kesim de, AB ülkelerinde ‘80’lerden bu yana giderek daha yaygınlaştırılan ve yerleştirilen ekonomik saldırı ve hak gasplarına maruz kaldı, daha fazla yoksullaştı. Çalışma koşulları her geçen gün ağırlaşırken, refah düzeyi düştü. 2008 krizinin patlak vermesinden itibaren ise, çok daha ağır koşullara maruz kaldı. Bu nedenle kitlelerin gerçek tepkisi, “küreselleşme” adı altında yoksullaşmaya, “neoliberalizm” saldırısıyla hak gasplarının artmasınaydı.

 

“Çıkış”, ama nasıl

Kitlelerin tepkisi, Avrupa burjuvazisinin beklemediği ve hazırlıksız olduğu bir sonucun ortaya çıkmasına neden oldu. İlk anda ekonomik ve siyasi pek çok gelişme ve tartışma ortalığı sardı.

Sterlin’in değer kaybetmesi, borsanın çökmesi vb. ekonomik sallantılar ilk tepkiler oldu. Sömürgeci İngiltere’nin bugüne kadar bastırmış olduğu alanlarda ise, siyasal çıkışlar patlak verdi.

İskoçya, daha iki yıl önce İngiltere’den ayrılma referandumu yaptığında, salt AB’den çıkmamak adına bağımsızlık talebini geriye itmişti; şimdi yeniden İngiltere’den ayrılmayı gündemine aldı. Kuzey İrlanda, İngiltere AB’den çıktığı koşulda, İngiltere’den ayrılarak, AB üyesi olan İrlanda Cumhuriyeti’ne katılmak isteğini tartışmaya başladı. 1713’te İngiltere’nin İspanya’dan gaspettiği, stratejik öneme sahip Cebelitarık bölgesi bile, İngiltere’den ayrılmak istediğini duyurdu.

Bu arada, “referandumu yineleyelim” tartışmaları da hızla yükseldi, bunun hangi koşullarda nasıl gerçekleşebileceği üzerine fikirler ortaya saçıldı.

Brexit’in kazanmasının, AB’nin çökmesine neden olacağı konusu da, üzerine en çok tartışılan konu oldu.

Ancak referandum sonrasındaki tüm bu tartışmalara soğukkanlılıkla bakmak ve daha geniş bir değerlendirme yapmak gerekiyor.

Birincisi, kararın Brexit olması, İngiltere’nin mutlaka ve en kısa zamanda çıkacağı anlamına gelmiyor. Bugüne kadar AB’den ayrılan tek ülke Grönland oldu; ancak Grönland, Belçika’dan özerlik alarak ayrılmıştı, kendisi doğrudan AB üyesi olan bir ülke değildi. Bu nedenle İngiltere’nin çıkış sürecinin hukuksal-siyasal boyutuna ilişkin bir düzenleme yok. Çıkışın tamamlanmasının 2 ila 7 yıl arasında sürebileceği tahmin ediliyor. Ki bu çok uzun bir süre ve bu süre boyunca her şey olabilir.

Mesela İngiltere referandumu yineleyebilir ve sonuçlar farklı çıkabilir. Diğer taraftan, tıpkı Yunanistan’ın yaptığı gibi, parlamento kararı ile referandum sonuçları iptal edilebilir. Cameron’un istifa etmiş olması, İngiltere’nin referandum sonrası siyasi dengelerinin de oturması için zaman gerektiğini gösteriyor.

İkincisi, sürecin İngiltere’nin çıkması yönünde kesintisiz biçimde ilerlemesi de mümkün elbette, ancak bunun da AB’nin “çökmesi” anlamına gelip gelmeyeceği başka bir tartışma konusudur.

Elbette sadece İngiltere’de değil, AB ülkelerinin birçoğunda ayrılıkçı hareketlerin ve partilerin giderek güç kazanması, AB açısından bir eşiğe geldiğinin göstergesidir. Bugüne kadar kemer sıkma politikalarından ülkelerin iç işlerine karışma yöntemine kadar pek çok konuda AB’nin uygulamaları ve kararları kitlelerin tepkisine neden olmaktadır. AB’nin emperyalist ülkelerinde bile, devletler zenginleşirken halklar giderek yoksullaşmaktadır.fransa-fasist

İngiltere’nin Brexit kararı, kitlelerin bu tepkilerinin somutlanmış halidir. Bu referandum, bugündü konjonktürde bir “çöküşün başlangıcı” değildir elbette. Ancak onyıllardır anlatılan “AB projesinin demokrasi ve refah getirdiği”, “ulus devletlerin çöktüğü” yönündeki demagojilerin “çöktüğü”nü göstermektedir. Ve AB’nin emperyalist ülkeleri, bu tepkileri görmezden gelemeyecek durumdadır artık.

Ancak ne yazık ki bu tepkiler güçlü bir devrimci kitle hareketine dönüşmediği sürece, emperyalist politikalara geri adım attırmak mümkün değildir. Tepkiler ağırlıklı olarak ırkçı-faşist kanallara akıtılmaktadır. Ve devrimci bir önderlik, güçlü bir sınıf mücadelesi olmadığı koşullarda, emperyalistlerin manevra yapma olanakları bitmez, kitleleri maniple etmek için çeşitli yollar, yeni görünen ama eskinin devamı olan araçlar bulabilirler.

Üçüncüsü, sürmekte olan emperyalist savaşın dengeleri, bugün henüz AB’nin parçalanmasını gerektirecek özelliklere sahip değildir. Emperyalist saflaşmada, AB ile ABD’nin durduğu zemin aynıdır; karşılarındaki rakipleri Rusya ile Çin’dir. Her ne kadar AB içinde Almanya ile İngiltere’nin çıkarları zaman zaman çatışıyor olsa da; İngiltere’nin AB’den ayrılması, en başta ABD’yi rahatsız eder. Çünkü İngiltere’nin ayrılmasıyla ABD AB içindeki “Truva atı”nı kaybetmiş olur.

İngiltere’nin Brexit’i Rusya cephesinde büyük bir sevinçle karşılandı. Çünkü Ukrayna, Gürcistan ve Moldova’nın AB’ye aday üyelik süreci, AB’nin yaşadığı bu sarsıntı sonrasında ister istemez askıya alınacaktır.

Keza, Ukrayna’da Rusya ile AB arasında yaşanan çatışma da, AB’nin yaşadığı bu iç sarsıntı sonrasında Rusya’nın avantajlı konuma geçmesine neden olacaktır.

Ancak sarsıntının Rusya’ya yarayacak olması bir yana, emperyalist savaşın dengeleri İngiltere’nin AB ve ABD ile birlikte kalmasını zorunlu kılmaktadır.

* * *

İngiltere’nin Brexit kararının hayata geçmesinin uzun ve zorlu bir süreç olduğunu belirtmiştik. Bu süreç içinde, gerek emperyalist savaşın dengeleri ve ekonomik krizin etkileri, gerekse bunun kitlelere yansıması bugünkü koşullarda kalmayacaktır elbette. Ancak bugünkü koşullar altında, İngiltere’nin AB’den ayrılmadan bir çözüm bulmaya çalışması ihtimali daha güçlü görünmektedir.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …