15 Temmuz darbe girişimine dair görüşlerimizi 18 Temmuz 2016 tarihli bildirimizde kısaca özetleyip faşizme karşı birleşik mücadelenin önemi üzerinde durmuştuk. Çubuğu bükmemiz gereken asıl yön burasıydı ve halen de burasıdır. Hatta aradan geçen her gün, bunun önemini daha da arttırmaktadır.
Bununla birlikte 15 Temmuz darbe girişimine dair kafa karışıklığının sürmekte olduğunu görüyoruz. Bu durum, faşizme karşı mücadeleyi de etkiliyor doğal olarak. Buradan hareketle darbe girişimine dair görüşlerimizi en özlü bir şekilde bir kez daha maddeler halinde sıralıyoruz.
1- 15 Temmuz darbe girişimi, ağırlıklı olarak Gülen Cemaati’ne mensup subaylar tarafından gerçekleştirildi. AKP’nin Cemaat’i ordudan tasfiye etmek için adımlarını hızlandırması, bu durumu koşulladı. Bir yerde darbecileri “erken doğum”a zorladı. Darbenin başarısızlığında, bu zorlama ve son anda dönenlerin olması, önemli bir rol oynadı. Darbe girişiminde görülen “acemilikler” de bunun doğal sonucu oldu.
Buradan hareketle, darbenin bir “tiyatro” olduğunu iddia eden görüşler doğru değildi. Zaten geçen bir haftada böyle olmadığı net bir şekilde ortaya çıktı. Dedektiflerin bir cinayeti “kimin işine yaradı” diyerek çözmeye çalışması gibi yaklaşmak, her zaman doğru sonuçlar vermez. Sözkonusu olan siyasi gelişmelerse, bir çok faktör devreye girer. Dolayısıyla bu darbe girişiminin AKP’nin ve Erdoğan’ın işine yaraması, onun Erdoğan tarafından tezgahladığı anlamına gelmez.
2- Türkiye’de hiçbir darbe, emperyalistlerden bağımsız olmamıştır. Hele ki yeni bir emperyalist paylaşım savaşının hüküm sürdüğü, bunun Ortadoğu’da yoğunlaştığı ve Türkiye’ye önemli roller biçildiği koşullarda bu imkansızdır. 15 Temmuz darbe girişiminin de arkasında ABD vardır. Gülen Cemaati’nin ABD’ye bağlı bir şekilde çalıştığı zaten biliniyordu. Ayrıca darbe girişimi sırasında ABD ve AB ülkeleri uzunca bir süre sessiz kaldılar. Hatta ABD ilk açıklamasında, “tarafları soğukkanlı olmaya çağırıyoruz” diyerek, iki tarafı eşitleyen bir dil kullandı. Ne zaman ki, darbenin başarısızlığı kesinleşti, darbeyi kınayan açıklamalar yapılmaya başlandı. Bu açıklamalarda bile, “aşırıya gidilmemesi” uyarıları yapıldı, yani asıl olarak darbecileri korumaya çalıştılar.
Darbenin başarısızlığı üzerinden “bunun ABD ile bağı yoktur, olsaydı başarılı olurdu” demek; hem darbenin emperyalistlerden bağımsız olduğunu söyleyerek onu aklamak olur, hem de ABD’nin yenilmez olduğu mitine inanmaktır.
3- Darbenin zeminini AKP hükümeti yaratmıştır. Gülen Cemaati’nin ordudan polise, yargıdan bürokrasiye, devletin tüm kurumlarında kadrolaşması, esas olarak AKP döneminde gerçekleşti. Her ne kadar bu cemaatin oluşumu ‘60’lı yıllara dayanmış ve 12 Eylül’le birlikte gelişmişse de, “altın çağı”nı AKP döneminde yaşadı. “Ne istediniz de vermedik” deyişi, bunun en önemli kanıtıdır.
Ne zaman ki, 17-25 Aralık operasyonu ile AKP’li bakanların ve Erdoğan’ın yolsuzlukları ortaya çıktı, AKP ile Cemaat ittifakı tümden çöktü. Elbette bunda Gezi direnişi ile başlayan AKP’nin inişe geçiş süreci önemli bir rol oynadı. AKP, 17-25 Aralık sonrası başta polis teşkilatı olmak üzere devletin çeşitli kademelerinde çöreklenen Cemaatçi kadroları tutukladı, görevlerinden aldı. Bunun son ayağı ordu içinde temizlik olacaktı. Darbeciler, öyle ya da böyle tasfiye edileceklerini anlayınca harekete geçtiler.
4- Yaşanan darbe içinde darbedir. AKP’nin yaptığı “sivil darbe”ye, Cemaatin “askeri bir darbe” ile karşılık vermesidir. Anayasa başta olmak üzere hiçbir yasa ve kural tanımayan ve bunları açıkça ilan eden Erdoğan ve AKP, gerçekte sivil bir darbe yapmıştı. Sözde seçimlerle işbaşınaydı ama seçimlerde kullandığı hile ve entrikalar, ayyuka çıkmıştı. Buna rağmen 7 Haziran seçimlerinde tek başına hükümet kuracak oyu alamayınca, seçimleri de tanımadı. Dolayısıyla seçimle gitmeyeceğini göstermiş oldu. Kendi kanunlarını bile çiğneyen bir hükümet olarak hiçbir meşruluğu da kalmadı.
Bu durum, onu bu noktaya getiren emperyalistleri ve işbirlikçilerini de rahatsız etmeye başladı. Esasında Gezi direnişinden bu yana kitlelerin öfkesini üzerinde toplayan AKP, Ortadoğu’daki emperyalist savaşta kendine biçilen misyonların dışına da çıkmaya başlamıştı. ABD’nin zayıflamasını fırsat bilerek Rusya başta olmak üzere diğer emperyalistlerle ve işbirlikçileriyle ittifak arayışına girdi. ABD, 7 Haziran sonrası AKP-CHP koalisyonunu zorladı. O da olmayınca askeri darbeyi denedi.
5- AKP ilk yıllarında “askeri vesayete karşı” söylemleriyle başta liberal kesimler olmak üzere geniş bir çevreyi etkisi altına almıştı. Şimdi de “askeri darbeye karşı” görünerek, daralan kitle tabanını genişletmeye çalışıyor. Kaybolan meşruiyetini yeniden elde etmeye uğraşıyor. Keza Erdoğan, askeri darbeyi önleyen kişi olarak sivriltiliyor, “başkomutan” sıfatıyla yüceltiliyor. Kısacası askeri darbeye karşı sivil darbeyi daha da pekiştirme yolunu izliyorlar. OHAL kararı ile gerçekte bir kez daha darbe içinde darbe yaşanıyor.
Diğer yandan ortalığa saldığı paramiliter güçlerle kendisine karşı olan herkese korku salıyor. “Darbeyi halk önledi” diyerek, bu paramiliter güçleri meşrulaştırıyor. Bunların gerçekte IŞİD çeteleri, SADAT ve Osmanlı Ocakları gibi gerici-faşist vurucu güçler olduğunu gizlemeye çalışıyor. Bu güruhların, teslim olan askerleri nasıl linç ettikleri, birinin boğazını kestikleri, üniformalarını soyarak kemerle dövdükleri bilindiği halde, haklarında hiçbir soruşturma yapılmayarak cesaretlendiriliyor.
6- Bir başka manipülasyon, medya hakkında yapılmaktadır. “Darbeyi medya önledi” diyerek, burjuva medyaya övgüler dizilmektedir. Erdoğan’ın darbe gecesi ilk olarak CNN Türk aracılığıyla kitleye seslenebilmesi, medyaya övgüleri arttıran en önemli faktör olmuştur. Oysa AKP dönemi medya üzerinde baskıların en fazla olduğu, en çok gazetecinin tutuklandığı, dövüldüğü, kurşunlandığı bir dönemdir.
Burjuva medyanın askeri darbe girişimine karşı yayın yapması da bu darbenin “emir-komuta zinciri” altında olmadığını ve başarısız olacağını anlamalarından dolayıdır. Eğer darbeciler başarılı olsalardı, hiç şüphesiz darbeciler önünde boyuneğer, onları alkışlarlardı. Daha önceki darbelerde yaptıkları gibi…
Şimdi “kahraman” kesilen, “demokrasi aşığı” gösterilen başta CNN Türk olmak üzere burjuva medyanın, Gezi direnişi sırasında ne yaptıklarını biliyoruz. “Penguen medya” ismini bu ülkeye CNN Türk’ün yayın çizgisi kazandırdı. Bu medyayı “özgür medya” diye pazarlamaları, yaşanan onca gerçeği karartamaz.
7- İlk kez bir darbede TBMM de bombalanmıştır. Bu bombalar, darbecilerin kullandığı savaş uçaklarıyla mı, yoksa o saatlerde darbecilere karşı havalanan diğer uçaklar tarafından mı atıldı; halen muğlaktır. Ancak TBMM’nin bombalanması, meclisteki tüm partileri askeri darbeye karşı birleştiren önemli bir etken olmuştur. Keza darbecilere karşı tepkiyi arttıran bir rol oynamıştır.
Bunun bir diğer yansıması TBMM’de bulunan tüm partilerin ilk kez ortak bildiri yayınlaması oldu ve bu “çok olumlu bir gelişme” olarak sunuldu. Muhalefet partileri bir kez daha silik bir profil çizdiler. TBMM’de gerçekleşen toplantıda, askeri darbeye karşı oldukları gibi, sivil darbeye de karşı olduklarını açıkça söyleyemediler. AKP ile Cemaat’in ortaklığını hatırlatıp onun mahkum etmediler. Bu tutumları AKP’yi aklamaya ve güçlendirmeye yaradı. Meclisin de arkasında olduğunu göstererek, daha pervasız davranabildiler.
8- Darbe girişiminin ardından bir hafta geçti. Bu süre içinde devletin çeşitli kademelerinde çalışan 60 bini aşkın kişi, görevden alındı. Onbinlercesi gözaltında ve binlercesi tutuklandı. Darbeci olarak damgalanan generaller, ordudaki generallerin üçte birini oluşturuyor. Son üç yıl içinde temizlendiği söylenen polis teşkilatında bile 8 bin kişi görevden alındı. Aynı durum “yüksek yargı” dahil, tüm yargı için de geçerli.
Bu durum, devletin kurumlarının ne halde olduğunu da ortaya koyuyor. Ordu, polis, yargı gibi en temel kurumlarının kendi içinde nasıl çatırdağını gösteriyor. Ve daha önemlisi, askeri darbenin önlenmiş olmasının, devletin yaşadığı krizi bitirmediğini, aksine derinleştirdiğini görüyoruz.
AKP ve Erdoğan, ne kadar güçlü görünmeye çalışsa da, en güçsüz düştüğü dönemi yaşıyor. Erdoğan’ın darbe girişimini, MİT ve Genelkurmay’dan değil de “eniştesinden” aldığını söylemesi bile, altının ne kadar boş olduğunu gösteriyor.
9- Darbeci olarak tutuklanan subaylara yapılan işkenceler, teslim olan askerlere linç girişimleri, AKP’nin gerici-faşist yüzünü tüm çıplaklığı ile ortaya koydu. Bunların sosyal-medyaya servis edilmesi, kitleler üzerinde dehşet ve korku yaymak içindir. Aynı şekilde günlerdir sokakları, meydanları dolduran gerici-faşist güruhlarla, tekbir sesleriyle, emekçi semtlere saldırılarıyla bunu amaçlamaktadırlar. Kitle gösterilerinde “idam isteriz” sloganları attırılarak, bu gözdağı sürdürülmektedir.
OHAL kararı da, Cemaatçi’leri tasfiyeden ziyade, işçi ve emekçiler üzerinde terör estirmek ve oradan yükselecek bir tepkiyi bastırmak içindir. Zaten OHAL’in ilk işi, işçi direnişlerine saldırmak olmuştur. Bunu kıdemin gaspı ve 657 sayılı yasanın kaldırılması izleyecektir. Elbette OHAL’e karşı güçlü bir direniş gerçekleşmediği koşullarda…
Sonuç olarak; ne klikler arası çatışma bitmiştir, ne de faşizmin halka karşı savaşı durmuştur. Aksine daha büyük bir çatışma dönemi başlamıştır. Bütün bunlar, faşizme karşı birleşik mücadelenin önemini ve aciliyetini bir kez daha ortaya koyuyor. Darbe karşıtlığı üzerinden AKP’nin ve IŞİD’ci çetelerin güçlenmesine izin vermeyelim! Bu ortaçağ kalıntısı faşist-gerici bloku, layık olduğu yere tarihin çöplüğüne atalım!