Emperyalistler ve işbirlikçileri SURİYE’DEN ELİNİZİ ÇEKİN!

cerablus-harita

Ve beklenen oldu… Türkiye savaşın içine doğrudan girdi…

Türkiye, bugüne dek emperyalist güçlere ve cihatçı çetelere her tür yardımı sunarak destek verdiği savaşa, şimdi kendi uçağı, tankı ve subayları ile girerek, doğrudan müdahil oldu.

24 Ağustos sabahı, “Fırat kalkanı” adı verilen operasyon ile önce Suriye’nin Cerablus kasabasına hava saldırısı düzenlendi; ardından Türkiye’de eğitilen yaklaşık 2 bin civarında cihatçı,Türk tanklarının güvencesi altında Suriye’ye girdi.

Ağustos ayının ilk günlerinden itibaren bu savaşın hazırlıkları adım adım örüldü. 9 Ağustos günü Putin ile Erdoğan arasında bir görüşme yapıldı. Ardından İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, Türkiye’ye geldi. Sonra Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu, İran’a gitti. Diğer taraftan ABD’li generaller üstüste Türkiye’ye geldiler. 2 Ağustos’ta ABD Genelkurmay Başkanı Türkiye’deydi. Geçtiğimiz günlerde ise önce ABD’nin Avrupa Kuvvetler Komutanı, ardından Mesut Barzani ve 24 Ağustos’ta ABD Başkan Yardımcısı Biden Türkiye’ye geldiler.

Bütün bu yoğun trafik, savaşın yaklaştığını gösteriyordu. 20 Ağustos’ta ise, en önemli işaret verildi: Öğlen saatlerinde devletin “güvenlik zirvesi” toplandı. Toplantıda, Cerablus’taki IŞİD varlığının Türkiye için bir tehdit olduğu ve buna karşı önlem alınması gerektiği açıklandı.

Toplantının ardından Gaziantep’te bir düğüne IŞİD’in bombalı saldırısı gerçekleşti. Bu tür saldırıların savaşa kitle desteği sağlamak için yapıldığını biliyoruz. Fransa, İngiltere, Almanya gibi AB ülkelerinde bile IŞİD saldırılarıyla, hem kitleler devletlerinin savaşa girmesine hazır hale getiriliyor; hem de o güne dek kazanılmış haklar birer birergaspediliyor, baskı ve şiddet artıyor.

Türkiye’de de bugüne dek gerçekleşen IŞİD saldırılarının ardından, egemenler bu iki yönde yol aldılar. Son Gaziantep katliamı ise, Cerablus operasyonunun zeminini oluşturmada kullanıldı.

 

Cerablus operasyonunun gerçek nedeni

Bilindiği gibi Türkiye, bir süredir “güvenli bölge” adı altında Suriye’nin kuzeyini işgal etmek istiyordu. Türkiye’de bulunan sığınmacıları ve ülke içinde patlayan bombaları bahane ederek, kendi güvenliğini sağlama adına bu isteğini sıkça belirtti. Gerçekte ise, besleyip büyüttüğü cihatçı çetelere daha fazla yardım edebilmek ve Suriye’nin parçalanma planında söz sahibi olabilmek ve bir pay kapmakderdindeydi. Özellikle de Türkiye-Suriye sınırını boydan boya PYD’ye kaptırma tehlikesini bertaraf etmek istiyordu.

Ancak ABD’nin onayını bir türlü alamadı. Çünkü Suriye savaşı, başladığı yıldan bu yana çok önemli evreler geçirdi. Savaşın başında Türkiye’yi bir “kara gücü” olarak Suriye’ye sokmak isteyen ABD’ydi. Buna karşı çıkan ise, dönemin TSK’sındaki üstdüzey komutanlar ve diğer burjuva klikler olmuştu.

Sonrasında Suriye’nin kuzeyinde özerk bir Kürt yönetimi (Rojava) kurulunca ve ABD bu yönetimle işbirliğine yönelince, işler değişti. Türkiye, kendi sınırlarında fiilen bir Kürt devletinin kurulmasından büyük bir rahatsızlık duydu. Üstelik ABD’nin desteği ile bu alan genişliyor, neredeyse tüm sınırı kaplıyordu.

Bunun üzerine “güvenli bölge” adı altında Suriye’ye girmek istedi. Fakat bu kez karşısına dikilen ABD oldu. PYD ile olan işbirliğinin Türkiye yüzünden bozulmasını istemiyordu. Bu durum Türkiye-ABD ilişkilerinde bir gerginlik yarattı. AKP’yi ve Erdoğan’ı “ılımlı İslam” modeli olarak işbaşına getiren ABD, ayakbağı olmaya başladığı andan itibaren, Erdoğan’dan kurtulmanın yollarını aradı. Son olarak 15 Temmuz’da Gülen Cemaati’ni kullanarak yaptırmak istediği askeri darbe de başarısız oldu.

Darbe girişiminin arkasında ABD’nin olduğu ortaya çıkınca, Türkiye’de zaten varolan anti-Amerikancılık iyice yükseldi. Erdoğan, Rusya ile bozulan ilişkilerini tamir etmeye girişti ve ABD’ye ona mahkum olmadığı mesajını verdi.Ardından bir oldu-bittiyleCerablus’a girildi. ABD, Türkiye’yi tümden kaybetmemek için bu durumu kabullenmek zorunda kaldı.

Hiç kuşkusuz Türkiye’yi Cerablus’a müdahaleye götüren asıl unsur, IŞİD’in elinde tuttuğu bölgelerin PYD tarafından birer birer alınmasıdır. Türkiye’nin bütün itirazlarına rağmen PYD, “Fırat’ın batısı”na geçmiş, bu bölgelerde IŞİD’in işgal ettiği yerleri, en son Menbiç’i ele geçirmiş, “kantonları birleştirme” yolunda önemli bir hamle yapmıştı.

Türk devleti açısından, PYD’nin bu hareketi iki büyük “tehdit” içeriyordu. Birincisi, 911 kilometrelik Suriye sınırında bir Kürt devletinin kurulmasını kabullenmiyordu. İkincisi, Fırat Nehri Suriye’nin en önemli su kaynağıydı ve bu suyun kontrolünün PYD’nin elinde olması, Suriye’nin geleceğinde stratejik bir rol üstlenmesine neden olacaktı. Türkiye, Cerablus’a girerekPYD’nin gücüne ve geleceğine önemli bir darbe vurmayı hedefledi.

Yanısıra, o bölgeyi “Türkmen bölgesi” ilan ederek, masada elini güçlendirmek istiyor. Önümüzdeki hafta ABD ve Rusya Dışişleri Bakanları’nın “Cenevre süreci”ni yeniden başlatmak üzere görüşecekleri biliniyor.  Cenevre’de Suriye’nin geleceği çiziliyor. Doğal olarak savaşta kim güçlüyse, masada onun sözü geçiyor. Fiilen ilan edilenler, resmiyete bürünüyor.

 

Türkiye savaşın hep merkezindeydi

ABD, Türkiye’yi kullanarak Suriye’de iç savaşı kışkırtmış ve yine Türkiye üzerinden giden onbinlerce radikal İslamcı terörist ile Suriye savaşını başlatmıştı. Bu çeteler aracılığıyla kısa sürede Suriye’yi ele geçireceklerini sandılar. Ama öyle olmadı.

Suriye halkının önemli bir kısmı, ülkesinin emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından işgaline karşı direnişe geçtiler. Bunun meşruiyeti ile Esad rejimi,tahmin edilenden daha büyük bir dayanıklılık gösterdi. İran ve Rusya’nın da desteğini alınca, bu gücü arttı. Son olarak Rusya’nın doğrudan savaşın içine girmesiyle, dengeler değişti. Suriye devleti, çetelere karşı üstünlüğü ele geçirmeyi başardı.

Başını ABD’nin çektiği Batı bloku ise, Esad’ı yıkmakta zorlanınca “koalisyon” adı altında Suriye’ye hava saldırılarını başlattılar. Sözde IŞİD’e karşı mücadele adı altında Suriye’yi bombaladılar. Gerçekte ise, sıkışan çeteleri koruyup kolladılar, onları takviye ederek savaşı yeniden büyütmeye çalıştılar.

Bütün bu faaliyetlerde Türkiye işin merkezindeydi. 80 ülkeden yüzbinlerce cihatçının Suriye’ye giriş yaptığı söyleniyor. Bunların önemli bir kısmı Türkiye’den geçti. Türkiye’nin adı “cihatçı otobanı”na çıktı. Sadece giriş-çıkışta kullanılmadı; cihatçıların eğitildiği, yaralıların tedavi edildiği ve yeniden Suriye’ye gönderildiği bir “cephe gerisi” oldu. Ardından başta İncirlik olmak üzere üsler, ABD ve AB’li emperyalistlere açıldı. Oradan kalkan uçaklar Suriye’yi vurdu.

Kısacası Türkiye, Suriye savaşının bölgedeki en önemli gücü olarak, emperyalistler tarafından tepe tepe kullanıldı. Cihatçı çetelerin cirit attığı ve bölge ülkelere saldırının en önemli üssü haline geldi.

Şimdi Türkiye, savaşa girme gerekçesini “IŞİD’e karşı mücadele” olarak açıklıyor. SözdeCerablus’uIŞİD’ten kurtaracaklarmış!Sanki IŞİD’i ABD yaratmamış, Türkiye aracılığıyla semirtilmemiş gibi, insanlığın hafızasıyla dalga geçiyorlar.

Peki IŞİD’e karşı kimlerle savaşıyor? Ahı gitmiş vahı kalmış, yüz parçaya bölünmüş ve hiçbir hükmü kalmamış ÖSO dedikleri cihatçılarla…

Bu çetelerin IŞİD’tenfarkı var mıdır? Cerablus’a girerken çekilen fotoğrafları bile, bir “ordu” değil, dinci-gerici bir çete ile karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Değişik isimler altında toplanan bu çeteler, aynı zihniyete sahip ve halka karşı aynı vahşeti uygulayan emperyalistlerin ve işbirlikçilerinin maşalarıdır.

Cerablus, bir gün içinde işgal edildi! Çünkü IŞİD çok önceden bölgeyi terk etmişti. Yani “danışıklı bir dövüş” sözkonusuydu.

Türkiye, 24 Kasım 2015’te Rus uçağını düşürdüğü andan itibaren, Suriye için kurulan masanın tümüyle dışında kalmıştı. 15 Temmuz sonrası Rusya ile ilişkileri geliştirerek ve Suriye politikasında ciddi değişiklikler olacağının mesajını vererek, böyle bir hamle yaptı. Rusya ve Suriye, bu hamleye karşı açıklamalar yaptıysa da, ciddi bir tepki göstermediler. Zaten Rus uçağı düşürülmeden hemen önce Antalya’da yapılan G-20 toplantısında biraraya gelen Erdoğan ve Putin’in Türkiye’nin bu planını konuştukları ve Putin’in buna zımni destek verdiği sonradan açığa çıktı.Rus uçağının da bu yüzden düşürüldüğü iddia edildi.

Cerablus operasyonu öncesinde Türk yetkilileri, İran ve Rusya ile sık sık görüştüler. Saldırı, bu ülkelerin onayı ile gerçekleşmiştir. Bunun karşılığında Rusya, Halep’te bulunan ve Türkiye tarafından desteklenen radikal İslamcı çetelerin geri çekilmesini istemektedir. Halep’in Suriye Ordusu tarafından ele geçirilmesi, Rusya için hayati önemde olan “Doğu Akdeniz hattı”nın güvence altına alınması anlamına gelecektir.

Verilen tavizler bununla mı sınırlıdır, başka hangi alanları kapsamaktadır şimdilik bilinmiyor. Keza Türkiye’nin Cerablus’u ne kadar elinde tutacağı ve ne kadar derine inebileceği de tartışma konusudur. Şimdilik tankların menzili olan 40 kilometrelik bir alan belirlenmiştir.

 

Kürt hareketini bekleyen tehlike

ABD, Türkiye’yi tümden kaybetmemek için Cerablus operasyonuna göz yummak zorunda kaldı. Yine Türkiye’nin isteği doğrultusunda PYD’nin “Fırat’ındoğusu”na çekileceğini duyurdu. Ardından PYD de bu yönde bir açıklama yaptı.

Elbette bunlar, göstermelik adımlar olacaktır. Zaten ABD, PYD’nin ağırlığında Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) kurarak, PYD’yi bu perde altında gizlemişti. ŞimdiMenbiç’teSDG’nin varlığını sürdürmesi, PYD’nin de varlığı anlamına geliyor. Sonuçta PYD gerçekten çekilse bile, Türkiye-Suriye sınırının yaklaşık 750 kilometrelik bölümünde hakimiyetini kurmuş durumdadır. Türkiye “Fırat’ın batısı” sınırını çekerek, PYD’nin Fırat’ın doğusundaki varlığını kabul etmiş oluyor.

Kürt halkı, yüzyıllardır süren mücadelesi sonucunda Suriye’de önemli bir kazanımlar elde etti. Bunun için büyük bedeller ödedi, halen de ödüyor. Uzunca bir süre hem rejim güçlerine, hem de cihatçı muhalefete karşı “üçüncü yol” adını verdikleri bağımsız bir çizgi izlediler. Bu çizgileriyle başta IŞİD olmak üzere cihatçı çetelere karşı büyük bir mücadele yürüttüler. Ve dünya kamuoyunun, ezilen halkların sempatisini, desteğini kazandılar.

Ancak PYD’ninson dönemde ABD ile işbirliği içine girmesi, hem elde ettiği kazanımları tehlikeye sokuyor, hem de yarattığı sempatiyi, destek ve dayanışmayı azaltıyor. Hiç kuşkusuz Kürt halkının her halk gibi kendi kaderini tayin etme hakkı vardır. Fakat bunu emperyalistlerle işbirliği içinde diğer halkların düşmanlığını kazanarak yapmaya kalktığında, kaderini emperyalistlere terk etmiş olur. Barzani’nin pozisyonuna düşer. Onların izni olmadan tek bir adım bile atamaz. Üstelik diğer halkların düşmanlığını kazanır.

Diğer yandan, emperyalistler çıkarları gereği bugün işbirliği yaptığı güçleri, yarın satmakta hiçbir beis görmez. Tarih, bunun örnekleriyle doludur. Özellikle ABD emperyalistlerinin Kürt hareketini defalarca yüz üstü bıraktığını biliyoruz. En son Irak işgali sırasında yaşananlar ortadadır. “Türkiye mi Kürt hareketi mi” ikilemiyle karşı karşıya kaldığı her durumda Türkiye’ye dönmüştür. Bugün Kürt hareketi bir kez daha böyle bir “seçim”in sonucuyla karşı karşıya kalacaktır.

Suriye savaşında daha hiç bir şey bitmiş değil. Geçen 5 yıl içinde nelerin değiştiği gözönüne alınırsa, bundan sonra da çok şeyin değişeceğini öngörmek zor olmaz.

Esad rejimi, savaşın başlangıcında PYD’nin özerklik ilanına göz yumdu. Hem Türkiye’yi zor duruma sokmak, hem de cihatçı çetelerle PYD’yi çatıştırmak işine geliyordu. Fakat savaşın sonunda rejim güçlü çıktığında, bu fiili durumu değiştirmek isteyecektir. Suriye ordusunun Haseke’de PYD ile çatışması, bunun ilk emaresidir.

Benzer bir durum Türkiye’nin Cerablus operasyonu için de geçerlidir. Şimdilik göz yumulmuştur. Yarın dengeler değiştiğinde, Türkiye’ye verilen sözler de yerine getirilmeyecektir.

* * *

5 yıldır süren savaşın çilesini, asıl olarak Suriye halkı çekiyor. Bu savaşta yaklaşık 500 bin kişinin öldüğü, 10 milyon insanın göç ettiği saptanmış durumda. Ege Denizi’nin kıyıları, karaya vuran ölü balıklar gibi insan cesetleriyle doldu. 3 yaşındaki Aydan bebek, 5 yaşındaki Ümran, savaşın simgeleri oldular. Şimdi bu çocuklara timsah gözyaşları dökenler, bu cinayetlerin sorumlularıdır.

Emperyalistler ve işbirlikçileri Suriye’den ellerini çekmelidir! Suriye’nin nasıl yönetileceğine Suriye halkı karar vermelidir!

 

 

 

 

 

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …