TÜİK’in gelir raporu: Zengin daha zengin, yoksul daha yoksul

ekmek

Gelir dağılımı, bir ülkede üretilen mal ve hizmetleri, yani ülkenin elde ettiği toplam gelirin, toplumun çeşitli kesimlerine paylaştırılmasını ifade etmek üzere kullanılan bir kavramdır.

Ancak bu gelir, toplumdaki tek tek bireylere eşit olarak dağıtılmaz. Ülkenin kişi başına milli geliri 10 bin dolar ise, bu her bireyin yılda 10 bin dolar elde ettiğini göstermez. Yoksullar her zaman bunun çok düşük bir bölümünü elde ederken, onlardan kesilen pay en zenginlere aktarılır. Ve kapitalizme özgü bu sistem, “gelir eşitsizliği” adı altında meşrulaştırılır.

İstatistik kurumları her yıl bu eşitsizliği rakamlara dökerler. Yoksulluk rutubetli evdir, et yiyememektir, tatile gidememektir, asgari ücretle 10-12 saat boyunca çalışmaktır: Ama istatistikler, bu gerçeği yüzdelik dilimlere, oranlara, paylara çevirir. Böylece rakamların içinde insanlar kaybedilir; sömürünün çıplak yüzüne maske geçirilir.

Yine de, bu sömürünün ne düzeyde arttığını görmek açısından, rakamları bilmek gerekir.

 

TÜİK bile yoksullaşmayı gizleyemiyor

TÜİK’in yayınladığı 2015 yılında dair “Gelir ve Yaşam Koşulları Araştırması Raporu”na göre, Türkiye’deki “gelir eşitsizliği” biraz daha büyüdü. Zengin daha da zenginleşirken, fakir daha fakirleşti.

TÜİK’in, tüm rakamlarla oynadığını, ülkenin ekonomisini daha iyi göstermek için çeşitli manevralar yaptığını biliyoruz. Enflasyon rakamlarını düşürmek, işsizliği olduğundan daha az göstermek için hesaplama yöntemlerini değiştirdiği açıklanmıştı. Gelir eşitsizliği rakamlarına da böyle bakmak gerekiyor. Zenginleşme oranının TÜİK’in rakamlarından daha yüksek, fakirliğin ise daha düşük olduğunu baştan kabul etmek gerekiyor. Üstelik TÜİK’in rakamları bile, yoksullaşma düzeyinin ne kadar büyüdüğünü gözler önüne seriyor. 

Gelir eşitsizliği hesaplamaları genel olarak yüzde 10’luk dilimlerle yapılır. Ve yüzde 10’luk dilimler, eşitsizliği daha net, daha doğrudan gösterir. Mesela en yoksul yüzde 10’un gelir düzeyi, en yoksul yüzde 20’ye göre daha düşük çıkar. Benzer biçimde, en zengin yüzde 10’un gelir düzeyi, en zengin yüzde 20’den daha fazladır. En zengin yüzde 1’in geliri, dudak uçuklatacak düzeydedir. Yüzdelik dilimler küçüldükçe, gelir dağılımındaki eşitsizlik netleşir. TÜİK ise, son yıllarda bilinçli bir biçimde yüzde 20’lik dilimler kullanmaktadır. Ancak ülkemizde yoksullaşma oranı öylesine yüksektir ki, TÜİK’in bu manevrası bile bazı gerçekleri gözlerden gizlemeyi başaramaz.

Rapora göre, en yüksek gelire sahip yüzde 20’lik grubun toplam gelirden aldığı pay, yüzde 46,5’e yükselirken, en düşük gelire sahip yüzde 20’lik grubun aldığı pay ise yüzde 6,1’e düştü. Yani en zengin yüzde 20’lik kesim, ülkenin toplam gelirinin yaklaşık yarısına el koymaktadır. Toplumun geri kalan yüzde 80’i, gelirin kalan yarısını paylaşmaya mecbur bırakılmaktadır. Bu paylaşım da eşit değildir. En yoksul yüzde 20’ye düşen, gelirin sadece yüzde 6,1’idir. En yoksul yüzde10 üzerinden hesaplandığında ise, çok daha düşük çıkacağı kesindir.

 

Açlık sınırının altında

Türk-iş açlık ve yoksulluk rakamlarını da açıkladı. Sendikaya göre, 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 1386 lira, yoksulluk sınırı ise 4 bin 515 lira. Asgari ücretin 1300 lira olduğu koşullarda, açlık sınırının asgari ücretten yüksek olması çarpıcı bir rakamdır. Daha çarpıcı olanı ise, 4 kişilik emekçi bir ailenin yoksulluk sınırına ulaşması için, en az üçünün asgari ücretle çalışmasının bile yetmemesidir. Aileden birinin çalışamayacak kadar küçük çocuk olduğunu varsayarsak, ailenin diğer fertlerinin çalışması, bu aileyi yoksulluktan kurtaramıyor.

TÜİK’in rakamları, bu gerçeği daha da çarpıcı hale getiriyor. TÜİK’e göre kişi başına aylık geliri 520 liradan az olanların sayısı 11.2 milyon kişi. Kişi başına aylık geliri 624 liradan daha düşük olanların sayısı ise 16.7 milyon. Ülke nüfusu içinde yaklaşık olarak her 4 kişiden birinin, aylık 500-600 lira ile geçinebilmesi ihtimali nedir ki? Ev kirası, gıda masrafı, ulaşım gibi en temel ihtiyaçları düşündüğümüzde, kişi başına bu kadar düşük bir rakam, yoksulluğun ne kadar dibe vurduğunu gösteriyor.

TÜİK’in açıkladığı her rakam, bu gerçeği daha da derinleştiriyor. Nüfusun yüzde 67.9’u borçla yaşıyor. Bu borca, konut alım kapsamındaki taksit ödemeleri dahil değil. Gıda, giyim gibi temel ihtiyaç maddelerine ilişkin borçlar kastediliyor sadece. Öyle olunca nüfusun yüzde 67.9’unun, temel ihtiyaç maddeleri için bile borca girdiğini görüyoruz.

Devletin bu soruna bulduğu çözüm ise, sorunun kendisinden daha çarpıcı: Devlet gıda harcamalarında taksit sayısını artırdı. “Taksit sayısının artması”, mobilya gibi yaklaşık on yılda bir alınan eşyalar için faydalı olabilir. Ama “gıda” gibi her gün alınan bir malın taksitlenmesi, bu yoksulluğun içinde, bir çözüm değil, borçların katlanarak devasa hale gelmesidir.

“Gıda harcamaları” ifadesi de aslında görece bir kavram. “Beslenme uzmanları” her gün nasıl ızgaralar yenmesi gerektiğini ayrıntılı olarak tarif ediyorlar; ama “iki günde bir” et, tavuk ya da balık içeren bir yemek yiyemeyenler, nüfusun yüzde 35.8’i gibi oldukça yüksek bir oran. Yoksul etle değil, ekmekle doyuruyor karnını.

Nüfusun yüzde 68.5’i, eskimiş mobilyalarını ekonomik nedenlerle değiştiremediğini söylüyor. Yaşam standardı yükseldikçe mobilya değiştirmek de rutinlerden biri haline gelirken, onyıllar boyunca aynı mobilyaları tamir ederek oturmaya çalışan devasa bir nüfus sözkonusu. Ailelerin % 39’unun çatısı akıyor, yüzde 43’ünün ısınma sorunu var.

Reklam dünyası, sanki her aile yazın lüks otellerde “deniz-kum-güneş tatili” yapıyormuş gibi bir izlenim uyandırıyor. Ama gerçekte, “evden uzakta bir haftalık tatil” masraflarını karşılayamayanların oranı yüzde 71.4’e ulaşıyor.

Çarpıcı bir gerçek de çocuklu ailelerle ilgili. Erdoğan her fırsatta “3 çocuk” diyor ama, bu çocukların nasıl doyacağını söylemiyor. Çünkü TÜİK rakamlarına göre, çocuksuz ailelerin yüzde 3,3’ü yoksulken, üçten fazla çocuğu olan ailelerin yüzde 34.9’u yoksul.

* * *

Kapitalist sistem, işçi ve emekçi kitlelerin sömürülmesi, onların en yoksul, en kötü yaşam koşullarına mahkum edilmesi, onlardan çalınan zenginliğin bir avuç servet sahibine aktarılması üzerine kuruludur. Proletaryanın sömürüsü, burjuvaziyi daha da zenginleştirir. Bu nedenle yoksul ne kadar çalışırsa çalışsın, gelir dağılımındaki eşitsizliği gidermeyi başaramaz. Yaşam koşullarını düzeltmenin, daha insanca yaşam koşullarına sahip olmanın tek yolu ise, bu sömürü sistemine karşı mücadele etmektir.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …