OHAL, halka karşıdır! GÜN MÜCADELE GÜNÜDÜR!

55kapak

15 Temmuz darbe girişiminin ardından ilan edilen Olağanüstü Hal Uygulaması, (OHAL) sözde darbecilere karşıydı. Başbakan Binali Yıldırım, OHAL’in “millete değil, devlete karşı” yapıldığını iddia etmiş, hatta üç aylık sürenin dolmasını bile beklemeden kaldırabileceklerini söylemişti.

Kitleleri yatıştırmak ve OHAL’e alıştırmak için bu sözlerin sarfedildiği şimdi daha iyi anlaşılıyor. Sürenin dolmakta olduğu bugünlerde, 3 ay daha uzatma hazırlığı yapıyorlar. Bunun da demagojisi, “FETÖ ile mücadele”nin   düşündüklerinden daha “grift” olmasıymış!

Gülen Cemaati’nin devletin her kurumuna kendi elleriyle yerleşmesini “sızma” olarak gösterdikleri gibi, şimdi de bu masalı uyduruyorlar.

Oysa her şey son derece net ve açık! Kimin Cemaatçi ve darbeci olduğunu en iyi onlar biliyor. Yıllarca birlikte hükümet olmadılar mı? Önlerinin açılması için, rakip klikleri birlikte ekarte etmediler mi? Devrimci, demokrat, ilerici kişi ve kurumlara birlikte saldırmadılar mı?

İşte “grift”leştirmek, yani karmaşık hale getirmek istedikleri şey, bu gerçeklerdir. 

Aylardır “FETÖ”cü avına çıkanlar, onun “siyasi ayağı” denildiğinde, sus-pus kesiliyorlar. Oysa ellerinde “darbe hükümeti”nde yeralması düşünülen kişilerin listesi olduğu söyleniyor. Buna gerek de yok zaten. Ama Cemaat’in “siyasi ayağı” çökertildiğinde, AKP diye bir parti kalmayacak! Onların asıl korkutan bu!

OHAL’in ilanından bu yana yaklaşık üç ay geçti. Bu süre boyunca “FETÖ ile mücadele” adına ne yapıldı?

40 bini aşkın memur görevden uzaklaştırıldı. Çoğu Eğitim-Sen’li 10 binden fazla öğretmen açığa alındı. İlerici, demokrat akademisyenler, yazarlar, sanatçılar hapse atıldı. Mitingler, gösteriler yasaklandı. Birçok dergi, gazete, televizyon kanalı kapatıldı. Son olarak Hayat TV, TV 10, Azadi gibi, Kürt, Alevi, işçi-emekçi sorunlarını işleyen kanallar karartıldı.

Bütün bunlar, OHAL’in asıl olarak, devrimci, demokrat kişi ve kurumlara ve bir bütün olarak halka karşı yapıldığı göstermiyor mu?

Bu arada 15 Temmuz darbesinin en önemli ismi, “FETÖ’nün askeri imamı” denilen, Adil Öksüz bilmecesi halen çözülmüş değil. Darbe gecesi gözaltına alındığı halde, ertesi gün neden ve kimler tarafından serbest bırakıldığı bir türlü açıklanmıyor. Öksüz’ün MİT elemanı olduğuna dair iddialar var ki, bu ihtimal yüksek.

Darbenin arkasında MİT’ten Genel-kurmay’a, Hükümet’ten Saray’a, devletin en üst kademesinden insanlar bulunuyor. Fakat “FETÖ ile mücadele” adına, Cemaat’le hiç bir ilgisi olmayan, hatta ona karşı mücadele eden kişi ve kurumlara saldırılıyor. Ya da Bank Asya’ya kirasını yatıran, çocuğunu Gülen’in dershanesine-okuluna gönderen, bu okullarda çalışan kişiler tutuklanıyor. Bazı Cemaatçi patronlar, subay ve polis de tutuklanmadı değil. Ancak bunlar hem oldukça sınırlı kaldı, hem de birçoğu sonrasında serbest bırakıldı.

Örneğin şehrin en gözde arsalarını “parsel parsel” Cemaat’e sunan İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerin AKP’li belediye başkanlarına dokunulmazken, Kürt illerindeki DBP’li belediyelere “teröre destek verdikleri” gerekçesiyle “kayyum” atanıyor! Halkın oylarıyla seçilen belediye başkanları, meclis üyeleri görevden alınıyor, hapse atılıyor. Keza HDP’li vekiller hakkında “zorla mahkemeye getirme” kararı çıkartılıyor. Kendilerine verilen oyları “milli irade” diye yücelten AKP, başta Kürt halkının olmak üzere, kendilerine karşı kullanılan oylara “çöp” muamelesi yapıyor.

                           * * *

Kısaca AKP, 15 Temmuz darbesini, bir “fırsat”a çevirmede epeyce yol aldı. Bunun en önemli nedeni, darbe sonrasında mücadelenin iyice geriye düşmüş olmasıdır. Binlerce üyesi açığa alındığı, tutuklandığı halde, sendikaların ve kitle örgütlerinin, bu saldırılara denk düşen bir tavır koymamasıdır.

Birleşik mücadeleyi yükseltmenin zorunluluk olduğu bir dönemde, TMMOB’un bugüne dek birlikte hareket ettiği “dörtlü”den ayrılması, diğerlerinin ise dişe dokunur bir eylem yapmamaları, nasıl bir gerileyiş içinde olunduğunun göstergesidir.

Öyle ki, 10 Ekim katliamının yıldönümünde, Ankara’da bir miting gerçekleştirmeye dahi yanaşmadılar. Bir yıl önce kendilerinin organize ettiği “emek, barış ve demokrasi” mitingi, IŞİD’in canlı bomba saldırısıyla kana bulanmış ve 100’den fazla insan can vermişti.

Böylesine büyük bir katliam, ancak çok daha kitlesel ve militan eylemlerle protesto edildiğinde, yeni saldırılar püskürtülebilir. Oysa 10 Ekim’den bu yana “can güvenliğimiz yok” denilerek, mitingler yapılmıyor. Devletin bu tür katliamlarla yaratmak istediği şey tam da budur. “Güvenlik” gerekçesiyle her tür kitlesel eylemi reddetmek, onların amacına ulaşmasını sağlamak, hatta işlerini kolaylaştırmaktır.  

“Mücadele edenler her zaman kazanmazlar, ama kazananlar hep mücadele edenlerdir” sözünü unutmamak gerekir. Dahası, bu dönem “mücadele edenlerin kazanması” ihtimalinin yüksek olduğu bir dönemdir. Açığa alınan öğretmenlerin, sadece Dersim’de büyük oranda göreve dönmeleri, bunun en çarpıcı örneğidir.

AKP’nin OHAL’i üç ay daha uzatma planını bozmanın tek yolu, mücadeleyi yükseltmektir. Bir yandan Suriye savaşına batan, diğer yandan Moodys’in kredi notunu düşürmesi ile ekonomik olarak daha zora giren AKP, ancak şiddetini arttırarak ayakta durmaya çalışıyor. Buna daha fazla izin vermeyelim! 

Geçen üç ay, nasıl bir saldırı furyası ile karşı karşıya olduğumuz gösterdi. Her geri adım, daha büyük saldırıların zeminini oluşturuyor. Gün geri çekilme günü değil, mücadele günüdür!

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …