Geleceğimizin köprüsü tarihimiz

tarihimizson

1 Şubat 1979- Abdi İpekçi öldürüldü

Milliyet Gazetesi’nin genel yayın yönetmenliğini yaptığı sırada, Mehmet Ali Ağca, Abdullah Çatlı, Oral Çelik gibi faşistler tarafından düzenlenen bir suikastle öldürüldü. Devlet tarafından yönlendirilen sivil faşistler yargılanmadığı gibi, resmi görevlerle yurtdışına gönderildi.

 

10 Şubat 1969- 6. Filo eylemi

Amerikan emperyalizminin Türkiye kıyılarına asker çıkarmak istemesini,İstanbul ve Ankara’da öğrenciler protesto ettiler. 16 Şubat’ta gerçekleşen ve bu kez çoğunluğunu işçilerin oluşturduğu protesto eylemine ise, devlet destekli dinciler saldırdı. “Kanlı Pazar” olarak tarihe geçen olaylar yaşandı. Ali Turgut Aytaç ve Duran Erdoğan, bıçak ve şişlerle katledildiler. ABD’nin 6. Filosu’nun protestosu ve ABD askerlerinin İstanbul’da denize dökülmesi, sadece gençlik hareketi açısından değil, Türkiye devrimci hareketi açısından da önemli bir yere sahiptir. Ülkemiz tarihindeki belli başlı anti-emperyalist eylemlerden biridir. “Kanlı Pazar” da, karşı-devrimin provokasyonlarından biridir. O günden sonra da faşizmin bu tür provokatif eylemleri sürmüş ve her defasında “Kanlı Pazar”ı akla getirmiştir.

 

11 Şubat 1925- Şeyh Said isyanı

Elazığ’ın Eğil bucağı Piran köyünde başlayan ayaklanma yaklaşık iki ay sürdü. Devlet, bu ayaklanma karşısında seferberlik ilan etti. Takrir-i Sükun Kanunu çıkardı, Türkiye’deki sol muhalefeti de baskı altına aldı. Şeyh Said ve beraberindekiler, Varto yakınlarında yakalandılar ve Diyarbakır’da idam edildiler. Şeyh Said isyanı, Kürt başkaldırıları içinde önemli bir yere sahiptir.

 

17 Şubat 1600- Giordano Bruno yakıldı

İtalya’nın Napoli şehrinde doğan Giordano Bruno, filozof, astronom, matematikçi ve yazardı. 1576 yılında kiliseye başkaldırısı yüzünden hakkında dava açıldı. Tüm işkencelere rağmen fikirlerinden vazgeçmedi. Konuşarak halkı etkilememesi için ağzı bağlanan Bruno, Cempodi Flori meydanında diri diri yakılarak öldürüldü. Ama bilimsel ilerleme nedeniyle gericiliğin saldırısına uğrayanların önemli bir simgesi oldu.

 

19 Şubat 1972- Ulaş Bardakçı katledildi

’68 devrimci kuşağının önderlerinden Ulaş Bardakçı, Arnavutköy’de bir evde polis tarafından kuşatıldı. Ulaş, kendinden önce şehit düşen yoldaşları gibi son kurşununa dek çatışarak şehit düştü.

 

21 Şubat 1965- Malcolm X öldürüldü

Etkili konuşma yeteneğiyle büyük bir taraftar kitlesi kazanan Amerikalı, ünlü siyah Müslüman lider Hacı Malik Şahbaz (Malcolm X) Harlem’de vurularak öldürüldü.

 

21 Şubat 1934- Cesar Sandino katledildi

Nikaragualı gerilla önderi Augusto Cesar Sandino, ulusal muhafızların komutanı Somoza’nın adamları tarafından kaçırılarak öldürüldü. 1979’da Nikaragua’da iktidarı ele geçiren devrimci “Sandinista Ulusal Kurtuluş Cephesi” (FSLN) adını bu halk kahramanından aldı.

 

24 Şubat 1848- Komünist Manifesto Yayınlandı

Marx ve Engels tarafından kaleme alınan Komünist Manifesto, işçi sınıfının siyasal mücadelesinin nedenlerini ve hedeflerini bilimsel biçimde ortaya koyan ilk siyasal metindir. Aynı zamanda proletaryanın siyasi partisinin ilk devrimci programı olma özelliği taşır.  Farklı dillere en fazla çevrilen ve en fazla basılan bir broşürdür. 150 yıl kadar önce “Bütün Ülkelerin ışçileri, Birleşiniz” diye seslenen Komünist Manifesto, bugün de güncelliğini ve tarihsel gerçekliğini korumaktadır.

 

26 Şubat 1984- Şair Hasan Hüseyin Korkmazgil öldü

İşime karım dedim, karıma Kavel diyeceğim / Ve soluğum tükenmedikçe bu doyumsuz dünyada, / Güneşe karışmadıkça etim / Kavel grevcilerinin türküsünü söyleyeceğim” şiiri başta olmak üzere işçi ve emekçilerin mücadelesine dair birçok şiiri bulunan devrimci-demokrat bir şair olarak ölümsüzleşti.

 

27 Şubat 1933- Reichstag provokasyonu

Reichstag (Alman Parlamento Binası) Naziler tarafından genel seçimlere bir hafta kala kundaklandı. Faşist Hitler hükümeti, yangının bir komünist tarafından çıkarıldığını öne sürdü. Bulgaristan Komünist Partisi Genel Sekreteri George Dimitrov, bu suçlama ile tutuklandı. Dimitrov, faşizmi yargılayan ünlü savunmasını bu davada yaptı. Yürütülen uluslararası kampanya ile Dimitrov serbest bırakıldı. Yangını Van der Lubbe adında birinin üzerine attılar ve onu idam ettiler.

 

13 Şubat 1967- DİSK kuruldu

1960’lı yıllarda, Türkiye’de kapitalizm hızlı bir gelişme gösterdi. Fabrika bölgelerinin etrafı kısa sürede gecekondu mahalleleriyle kuşatıldı. Yoğun sömürü ve kötü yaşam koşulları, işçiler içinde büyük bir öfke birikimine neden oldu. Kavel Direnişi gibi, direnişlere fabrikaların çevrelerindeki gecekondular da katılıyor, militan direnişler yaşanıyordu.

 Yasadışı grevler ve yürüyüşler, çatışmalı direnişler artık sınıf hareketinde olağanlaştı. Bu durum, Türk-İş’in ihanetçi çizgisini zorlamaya başladı. Tabanın basıncıyla birçok sendika şube yönetimi, hatta bazı sendikaların genel merkez yönetimleri, muhalefet yapmaya başladılar. Türk-İş’e rağmen bir çok grev ve direniş örgütlendi. Türk-İş, bu gidişi durdurmak için idari önlemlere başvurdu, disiplin cezaları ve ihraç yöntemlerini kullandı.

Paşabahçe Şişe Cam grevi, bir dönüm noktası oldu. Grev devam ederken, Türk-iş burada örgütlü olan Kristal-iş’i bile saf dışı bırakarak grevi bitirdi. İşçiler bu kararı tanımadı ve grevi devam ettirdiler. Türk-iş üyesi olan Lastik-iş, Maden-iş, Basın-iş ve Kristal-iş, Paşabahçe işçilerine destek verdiler. Türk-iş bu sendikaları geçici olarak konfederasyondan ihraç etti. Bu, bardağı taşıran son damla oldu.

Türk-İş’ten ihraç edilen sendikalar, yanlarına bağımsız sendikaları da alarak, 15 Temmuz 1966’da Sendikalar Arası Dayanışma Örgütü’nü (SADA) kurdular. SADA, bir çok grevi ve direnişi desteklemeye, fiilen alternatif bir konfederasyon gibi çalışmaya başladı. Bu dönemde, sınıfın devrimci partisi olmadığı için, bu devrimci çıkış, TİP (Türkiye İşçi Partisi) revizyonizminin yörüngesine sokuldu. SADA’nın bir çok yöneticisi aynı zamanda TİP üyesiydi. SADA da TİP çizgisinde hareket etti.

Ve 13 Şubat 1967’de, Devrimci ışçi Sendikaları Konfederasyonu’nu DİSK’i kurdular.

 

23 Şubat 1918- Kızılordu kuruldu

Halkla kenetlenen ordu yenilmez!

“Sosyalist anavatan tehlikede!”

Alman hükümeti, ateşkesi bozup gencecik Sovyet ülkesini işgale kalkıştığında, Parti’nin ve Sovyet hükümetinin, Sovyet emekçilerine yaptığı çağrıydı bu. 

Ekim devriminin üzerinden henüz birkaç ay geçmişti. Yeni biten bir savaşın tahribatlarıyla ülke ekonomisi felç olmuş, halk korkunç bir sefalet içindeydi. Ama Alman emperyalizminin saldırısı, bir anda ülkenin devrimci bir kabarışıyla muazzam bir seferberliğe neden oldu. Ekim devrimini yaratan proletarya, Parti’nin bu çağrısına, Kızıl Ordu alayları oluşturarak cevap verdi.  Alman işgalcilerinin geri püskürtüldüğü gün olan 23 Şubat 1918, Kızıl Ordu’nun doğum günü oldu.

28 Ocak’ta Lenin’in yayınladığı bir kararname ile 20 bin kızıl muhafız ve 200 bin denizcinin eğitimine başlandı. Devrimi korumak amacıyla kurulduğu için Kızıl adını aldı. İç savaş sırasında beyaz ordulara karşı zaferler kazanarak, devrimin sağlamlaşmasında başrolü oynadı.

Devrimin ilk yılları, Sovyetler için her yerde savaş anlamına geliyordu. Sadece Alman ve Japon emperyalizminin ordularıyla değil; Kolçak, Denikin gibi, karşıdevrimin uşağı, ülkeyi içten çökertmek için halkı ayaklandırmaya çalışan hainlerle de savaşıyordu. Kızıl Ordu’nun maddi olarak neredeyse hiçbir şeyi yoktu. Korkunç bir açlık çekiyorlardı. Kimi zaman düşmandan ele geçirilen, kimi zaman Çarlık ordusundan kalan eski üniformaları giyiyorlardı. Doğru düzgün silahları yoktu. 1918-22 yılları Kızıl Ordu’nun en zorlu dönemiydi. Savaşçıların pek çok şeyi eksikti, ama önemli bir şeye sahiptiler: Sosyalizm inancına ve başarma kararlılığına!..

Bu nedenle savaşın kan ve ateşi içinde pişti. İlk günlerin ellerinde derme çatma silahları bile olmayan proleter gönüllüleri, dünyayı dize getiren yiğit savaşçılara, komutanlara dönüşmüşlerdi.  

İç savaş sonrasında sosyalist inşaya geçen Sovyetler Birliği’nde Kızılordu, devrimin en büyük güvencelerinden biri olarak işçi ve emekçi kadrolardan oluşturuldu. İspanya iç savaşı sırasında Franco faşizmine karşı Cumhuriyetçiler’e askeri ve siyasi olarak destek verdi. Komünistlerden oluşan taburlar, İspanya iç savaşında büyük başarılar kazanmasına rağmen yenilgiyi engelleyemedi. Ayrıca Çin devrimi sırasında Çinli devrimcileri eğitip desteklediler.

Kızılordu’nun en büyük başarısı, Alman faşizmini yenmesi ve dünyayı bir felaketten kurtarmasında yaşandı. Emperyalistlerin Sovyetler Birliği’ni yıkmak için başlattığı savaşta, Alman emperyalizmi en büyük kayıplarını, Sovyetler Birliği’nde Kızılordu karşısında verdi. İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşında, Almanların bütün saldırılarında başarı kazanmış olan ‘Beşinci Kol’ faaliyeti ve ‘Yıldırım Savaşları’, Sovyet topraklarında hiçbir işe yaramamıştı. Alman ordusu ilerlerken, arkasında dağılmış bir cephe gerisi değil, kolektif çiftçilerin oluşturduğu gerilla birlikleri bırakıyordu. Bir de bu birliklerle savaşmak zorunda kalıyordu. Moskova kentinin doğal bir kale biçiminde inşa edilmiş olduğunu, emperyalistler Moskova kuşatıldığında fark etmişlerdi. Moskova kuşatması sırasında doğrudan Stalin’in başında olduğu birlikler, şehrin sokaklarında rahatça manevra yapabiliyorlardı.

Savaş başladığında, ilk 9 haftada Kızıl Ordu’nun kayıpları, emperyalist ülkelerin aklını durduracak kadar çoktu. 7 bin 500 silah, 4 bin 500 uçak ve 5 bin tank. Aynı ordu, 1945 Mayısında Berlin’deki Reichstag’da (Alman parlamento binası) kızıl bayrağı dalgalandırıyordu. Sovyetler Birliği, savaşı kendi ürettiği askeri teçhizatla yürüttü, işçilerin ve emekçilerin üstün yaratıcılıklarıyla zaferi kazandı. Kızılordu adı, kanla bir kez daha tarihe kazındı.

Kızıl Ordu, 1918’de olabilecek en ağır koşullar altında korumuştu Sovyet ülkesini. 1945’te ise, Alman faşizmini ve dünya gericiliğini dize getirmiş olarak selamlıyordu dünya halklarını. Kızıl Ordu’nun zaferi, sosyalizmin zaferiydi.

Geçtiğimiz ay bir uçak kazasında neredeyse tüm elemanlarını kaybeden Kızılordu Korosu da 1928 yılında kuruldu. Çaldığı marşlar, hep kanla yazılan notalardan oluşmuş, halkların bilincinde yer etmişti. Onu popüler kültürün bir parçası haline getirmeye çalışanlar, kitlelerin bilincindeki Kızılordu’yu silemediler ve silemeyecekler.

Kızılordu, Berlin’in burçlarına kızıl bayrağı çeken Kızılordu’dur. Stalingrad’da ve Leningrad’da milyonlarca ölü pahasına direnişi sürdüren ve halkla kenetlenen ordudur. Halkların umudu, sosyalizme bağlılığını perçinleyen bir ordudur. Bunu silmeye hiçbir güç yetmez.

 

Şubat ayında şehit düşen İhtilalci Komünistler

9 Şubat 1978- Atilla Acartürk

Ankara’da sivil faşistler tarafından katledildi.

 

17 Şubat 1996- Nurettin Demir

19. kuruluş yıldönümü nedeniyle İstanbul Esenler’de yapılan korsan gösteride devlet güçleriyle yaşanan çatışmada polislerce katledildi.

 

22 Şubat 1980- Hacı Köse işkencede katledildi.

 “Bizden de sana bin selam yiğit komünist!”

Hacı Köse,1958 yılında bir Kürt ailenin çocuğu olarak Gaziantep’te doğdu. Yaşamı, ailesinin daha sonra yerleştiği ıskenderun’da geçti. Adana Borsa Lisesi’nde okuduğu yıllarda devrimci düşüncelerle tanıştı ve o dönemden itibaren aktif olarak mücadeleye atıldı. Çalışkan, fedakar ve uzlaşmaz tavrıyla kısa zamanda öğrenci gençlik içinde sivrildi. Okuldan faşistlerin kovulup, devrimci bir kale haline getirilmesinde önemli bir rol oynadı.

Halkın Kurtuluşu (HK) saflarında mücadeleye atılan Hacı, devrimci muhalefet olarak yaşanan ayrılıkla birlikte muhalefet saflarında yer aldı. Hatay Eğitim Enstitüsü öğrencisiyken, okulla ve düzenle tüm bağlarını kesti, profesyonel bir devrimci olarak mücadeleyi sürdürdü. İhtialci komünist hareketin kuruluşuyla birlikte ilk üye olanlar arasında yer aldı. ML’yi savunmada kararlı, revizyonizmin-reformizmin her türüne karşı mücadelede uzlaşmazdı. Kitleleri devrim ve sosyalizm mücadelesine katmak için tüm gücüyle çalıştı.

Faşist Türkeş’in İskenderun’a sokulmadığı 26 Eylül 1979 tarihindeki direnişte, halka önderlik eden devrimciler arasındaydı. Her zamanki militan ve devrimci inisiyatifli yapısıyla bu direnişe önderlik etti.

İskenderun, Dörtyol, Payas, Hacı’nın sokak sokak arşınladığı, gittiği her yere örgütü taşıdığı bölgelerdi. İskenderun Demir-Çelik işçileri arasında örgütlülüğün gelişmesinde Hacı’nın büyük emeği vardır. O, öğrenci kökenli olmasına rağmen işçi ve emekçilerle hemen kaynaşıveren özelliklere sahipti. Son derece doğal davranışlarıyla onlardan biri gibi olurdu. Ama eriyip giden değil, önlerine geçip yürüyen, örgütleyip geliştirendi.

Dönemin ihtiyaçlarına çok yönlü yanıt veren ve kısa sürede önderlik vasıflarıyla öne fırlayan bir komünistti Hacı Köse. Çok iyi bir örgütçü olduğu kadar, iyi bir asker ve ajitatördü. O yıllarda devrimci mücadeleye atılan gençlerden farklı olarak ideolojik-siyasi yönden de kendisini sürekli geliştiren, okuyan, araştırandı. Verilenle yetinmez, statükoya boyun eğmez, sorgular, araştırır ve kendini sürekli geliştirirdi. Kendisiyle birlikte el attığı alanı da kısa sürede toparlar, büyütürdü. Nerede bir tıkanma, bir durgunluk varsa, Hacı oraya hayat veren, canlılık, dinamizm katan bir motor olurdu. İşçilerin kahvelerine, evlerine gider, sorunlarını paylaşır, örgütlülüğün ilk düğümlerini atar; elde silah askeri faşistlerle çatışır, askeri eylemler örgütler; bildiri yazıp dağıtımını gerçekleştirir; başta kendi organı olmak üzere, ilgilendiği tüm komitelerin siyasal eğitimini yürütmeye özel önem verirdi. Bütün bunlar, çoğu zaman bir güne sığdırılan faaliyetleri olurdu.

Ölümünden bir süre önce Adana il faaliyetlerine kaydırıldı. O, İskenderun ve çevresindeki örgütlülüğü tek başına çalışmasıyla yaratmış, yerini yoldaşlarına devrederek yavaş yavaş çekilmeye başlamıştı.

İki yoldaşıyla birlikte bildiri dağıtımından döndükleri bir sırada HK’lılar tarafından pusuya düşürüldüler. Ağır yaralı haldeyken bile tek bir düşüncesi vardı. Faşist diktatörlüğün eline geçmemek. Zayıf da olsa kurtuluş umudunu zorlamak ve yoldaşlarına haber ulaştırmak.

Polisler, İskenderun’da devrimci mücadelenin önderlerinden Hacı’yı çok iyi biliyorlardı ve daha önce de onu ele geçirebilmek için sayısız teşebbüste bulunmuşlardı. Hacı, yiğitliği, cesareti, yasadışı çalışma ilkelerine bağlılığı; yanı sıra İskenderunlu devrimcilerin, işçi ve emekçilerin etrafına ördükleri destek ve sevgi duvarıyla her seferinde heveslerini kursaklarında bırakmasını bilmiş, mücadelesini aksatmadan yürütmüştü.

Yaralandığında da ilk yaptığı iş, üzerinde bulunan kimliğini güven altına almak ve yoldaşlarına doğru bilgiyi ulaştırmak oldu. “Beni HK’lılar vurdu. Yoldaşlara bin selam” yazdı kanıyla. Yoldaşları selamını aldı Hacı’nın. Ağır yaralı olarak hastanede yatarken, faşizmin elinden almak için Osman Yaşar Yoldaşcan’ın komutasında hastaneye baskın düzenlediler. Ne var ki Hacı’nın daha da kötüleşmesi üzerine çatışarak geri çekildiler. Baskından sonra işkenceciler Hacı’yı o halde hastanenin en alt katına indirerek sorgulamaya başladı. İşkence ettiler günlerce. O, yaşadığı gibi onurlu bir şekilde ölümü kucakladı. 

Yoldaşları, onu Yoldaşcan’ın başında bulunduğu otomatik silahlarla korunan kitle gösterisiyle uğurladılar. “Selamını aldık, bizden de sana bin selam yiğit komünist!” başlığı ile bildiriler yazdılar. Ve ahdettiği gibi kanını yerde koymadılar.

 

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …