Suriye savaşında çıkmaz sokaklar

halep-bombardiman

Türkiye, Suriye’de El Bab kıyılarında çakılıp kalmış durumda. 24 Ağustos’ta başlayan Fırat Kalkanı adlı saldırıda, kazandıklarından daha fazlasını kaybetti.

En başta, eğittiği cihatçı çetelerin savaşma gücü olmadığı görüldü ve Türkiye doğrudan savaşa girmek zorunda kaldı. Özel harekatçılarla başlattığı savaşta, “düzenli ordu” olmadan adım atamayacağını görünce FETÖ’den yargılanan askerleri de dahil etmek zorunda kaldı.

Bir taraftan başka bir ülkenin toprağında verilen haksız bir savaşın bir parçası olmak, bir taraftan IŞİD’in eline geçen askerlerin yakılma görüntüleri; bir taraftan da artık sayısı 50 aşmış olan asker cenazesinin varlığı, askerlerin savaş gücünü ve moralini düşürüyor. Savaşmaya isteksizlik, el Bab’da IŞİD’in direniyor oluşu ve Suriye Ordusu’nun artık hedef olarak el Bab’a yönelmesi, bu savaşı bir çıkmaza soktu. Rusya, Türkiye’nin Cerablus-Azez hattından daha aşağıya inmesine izin vermeyeceğini gösterdi, Suriye Ordusu da el Bab’ın kenar mahallelerini ele geçirmeye başladı.

Bu koşullarda Türkiye, hem askeri hem de moral olarak sıkıntı yaşamaya başlamış durumda. Türkiye’nin bu sıkıntısı, “güvenli bölge” konusunda ne Rusya’dan ne de ABD’den destek alamıyor oluşuyla daha da arttı. Üstelik PYD’ye karşı savaşmak konusunda her iki emperyalist de Türkiye’yi durduruyor, ona çizilen sınırları aşmasına izin vermiyor.

Bu koşullarda iki önemli darbe daha aldı Türkiye. Önce Ocak ayı başında Irak’taki Başika Kampı konusunda siyasal bir geri adım atmak zorunda kaldı, arkasından Astana’da Rusya’nın kontrolü altında Suriye ile masaya oturmayı ve Rusya’nın planına ortak olmayı kabullendi.

 

“Başika Irak Kampıdır”

Bu sözler, Başbakan Yıldırım’ın Ocak ayının ilk günlerinde yaptığı Irak ziyareti sırasında yayınlanan ortak bildiride geçiyor. Bildiride altı çizilerek, Başika Kampı’nın Irak’a ait olduğu, Türkiye’nin bu kampı boşaltacağı söyleniyor.

Elbette Türkiye bunu zamana yaymaya çalışacak, olabildiğince geç ve belli koşullar oluştuktan sonra gerçekleştirecektir. Ancak önemli olan, Irak Ordusu’nun Musul’dan IŞİD’i çıkarmak için operasyona başlaması gündeme geldiğinden bu yana, Türkiye’nin meydan okuyan ve tırmandıran tutumunun yerle bir olmasıdır.

Hatırlayalım; Musul operasyonunun başlayacağı belli olduğunda, Erdoğan iki hedefe birden kitlenmişti. Birincisi Musul savaşında mutlaka Türkiye’nin yer almasını sağlamak, ikincisi Musul’a PKK’nin ve Şii güçlerin girmesini engellemek. İkisinde de başarılı olamadı. Erdoğan’ın Irak Devlet Başkanı’na yönelik hakaretlerine, meydan okumalarına rağmen, hiçbir adım atamadı.

Irak Ordusu, önce Başika’nın etrafını kuşatarak Türk askerinin kıpırdamasını engelledi, ardından Peşmerge’nin ve Şii Haşdi Şabi güçlerinin desteğiyle Musul savaşını başlattı, son haberlere göre Musul’un doğu kesimini büyük oranda ele geçirdi ve Türkiye tüm bu gelişmeleri sessizce seyretmekle yetinmek zorunda kaldı.

Dahası, Suriye savaşının seyri içinde, Rusya’nın ve İran’ın da zorlamasıyla, Irak’la yeniden ilişki kurabilmek için geri adım atmak zorunda kaldı. Irak’a giden Yıldırım, Türk askerinin Başika kampını boşaltacağına dair söz verdi. Şimdi tutunmaya çalıştıkları tek nokta, Şengal’deki direniş güçlerine dönük baskıyı artırabilmek.

Şengal, Suriye’ye geçiş noktası olması ve IŞİD’in kaçış güzergahında yer alması yönüyle stratejik önemde bir bölge. Şengal’de yaşayan Ezidi halk, 2014’de vahşi bir IŞİD saldırısına maruz kalmış, Peşmerge kaçıp gittiği için IŞİD’in katliamına uğramış, Suriye’den gelen YPG güçleri IŞİD saldırısını püskürterek Ezidilerin bölgeye yerleşmesini sağlamıştı. Bugün burada yaşayan Ezidi halk, PKK’nin siyasi ve askeri desteği ile, IŞİD’e karşı önemli bir direniş odağına dönüşmüş durumda. Türkiye ise bu odağın yıkılmasını istiyor, Irak hükümetinden ve Barzani’den bunu bekliyor. Zaten Irak ziyaretinin tek kazanımı da bu oldu. Barzani’nin bastırması üzerine, PKK Şengal’den çekileceğini açıkladı.

Diğer taraftan Türk askerinin Başika’dan çekilmesi konusunu Irak hükümeti görüşme sonrasında da dile getirdi ve bu adım atılmadan Türkiye ile ilişkilerde ilerleme olmayacağını tekrarladı. Irak’ta yapılan anlaşmanın en önemli yanı ise Erdoğan’ın eski Osmanlıcı ve işgalci hayallerine indirilen bir darbe olmasıydı.

İlginç bir nokta, Yıldırım’ın Irak’a gitmeden önce, Iraklı Sünni aşiretlerden dört temsilcinin Ankara’ya gelmesiydi. Irak’taki Şii yönetimden rahatsız olan, hükümete karşı güçlenebilmek için IŞİD’i bile destekleyen, ülkedeki Rusya-İran etkisini kıramadıkları koşulda bir Sünni federasyonu ve hatta bir Sünni devleti kurmayı planlayan bu kesimin, Türkiye ile ilişkilerini ve görüşmelerini sürdürmesi, AKP’nin yanlış politikalarının devam ettiğini gösteriyor. 

 

ABD’yi dışlayan Astana Zirvesi

23 Ocak günü Kazakistan’ın başkenti Astana’da, Suriye’deki savaşı görüşmek üzere düzenlenen zirvede, Suriye’yi temsilen Esad ile Suriye’deki muhalefet biraraya geldi. Zirve Rusya’nın girişimi ve İran ile Türkiye’nin garantörlüğü altında toplandı. ABD yönetiminde görev değişikliği olduğu günlere denk getirilmiş ve ABD son dakikada davet edilmişti. PYD ise zirveye davet edilmedi. Suudi Arabistan ile Katar da zirvede yoktular.

Zirvede, “ateşkesin denetimi için üçlü mekanizmanın kurulduğu” deklare edildi. Bunun dışında önemli bir karar belirtilmedi. Ancak Türkiye’nin Suriye ile masaya doğrudan oturması önemli bir adımdı. AKP, Esad’ı devirme politikasından Esad ile masaya oturma politikasına geçmişti.

Esad ile cihatçı örgütlerin ilk defa masaya oturması da önemliydi. Bugüne kadar Türkiye’den destek alarak Esad’a karşı savaşan birçok cihatçı grup, Astana toplantısından bir hafta önce Türkiye’de toplantı gerçekleştirdiler. Astana toplantısı için ön görüşme anlamına gelen bu toplantıda, Türkiye ile birlikte nasıl bir yol izleyeceklerini kararlaştırmaya çalıştılar. Onların Astana’ya katılmasıyla Rusya, savaşın odağını daraltan, karşısındaki cihatçı grupları azaltan bir sonuç elde etmek istiyordu. Sadece masaya oturulmuş olması bile bir kazanım oldu. 

En önemlisi de, ABD’nin ve IŞİD’i destekleyen diğer ülkelerin dışlandığı, Rusya’nın sahadaki zaferle masaya oturduğu ve inisiyatifini koyduğu bir toplantı olmasıydı. Halep’teki zaferin kazanılmasının ardından, sadece askeri üstünlüğü değil, psikolojik üstünlüğü de ele geçiren Rusya’nın, artık savaşın kontrolünü ele aldığını duyurması anlamına geliyordu. 

Türkiye’nin koyduğu engeller nedeniyle PYD’nin katılmamasının yarattığı sıkıntıyı, Rusya onlarla ayrı görüşmeler yaparak gidermeyi hedefledi. Zirvenin ardından, Suriye için bir “anayasa önerisi” de getirdi. Bu taslakta, Kürt halkı için “otonomi” öngörülüyordu. PYD bugüne kadar ABD ile daha yakın bir ilişki kurmasına rağmen, Rusya ve Suriye ile ilişkileri de hiçbir zaman kesip atmadı. “Bağımsızlık” hedefi olmadığı, savaş sonrasında Suriye sınırları içinde bir hak talebi bulunduğu için, Rusya ve Suriye hükümetiyle ilişkileri tümüyle bitiremezdi zaten. Rusya’nın hazırladığı anayasa taslağı da, onun beklentilerini karşılamaya dönük oldu.

                         * * *

Türkiye’nin el Bab’da sıkışması, ABD’de Trump’ın göreve başladığı günlere denk geldi. Ve Trump’ın “Suriye’de güvenli bölge kuracağız” sözlerine sarıldı. Bir taraftan da Halep’ten çıkan cihatçıları el Bab’a çekerek, ayrıca İdlib’de yeni bir odak oluşturarak Suriye topraklarındaki gücünü artırmaya çalışıyor.

Ancak hem Rusya hem de ABD bu durumdan rahatsız. Keza ABD, PYD’ye zırhlı araç ve ağır silah vermeye başladığını da duyurdu. Elbette ABD Türkiye’yi yeniden kazanmak, Rusya’nın rotasından çıkarmak hedefini taşıyor; ancak Türkiye’nin Suriye’deki çıkarları, ABD’ninkilerle örtüşmüyor. PYD ile kurulan ilişki, Türkiye ve ABD’nin aynı noktada durmasını engelliyor.

Bu koşullarda, Suriye savaşı Türkiye için yeni bir çıkmaza doğru ilerliyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …