Örgütsüzlüğe övgü

taksim barikat

Burjuvazi “Gezi eylemleri” boyunca, kitlelerin bu kadar boyutlu bir öfkeyle sokağa dökülmüş olmasından, ortaya çıkan militan mücadele hattından büyük bir korku yaşadı. Ancak bu korkuyu derinleştiren etken, oluşan zemin üzerinden örgütlerin güç kazanması, kitlelerdeki kendiliğinden örgütsüz duruşun, örgütlü bir mücadeleye dönüşmesi riskiydi. Bu nedenle, burjuva ideolojik mücadelenin en büyük bombardımanı, örgütsüzlüğün övülmesi, örgütsüzlüğün teşvik edilmesi üzerine yoğunlaştırıldı. Çok çeşitli yöntemlerle, ama sistemli biçimde örgütsüz mücadele göklere çıkarıldı.

 

Dövüşebilmek örgütlü davranabilmektir

Barikat başlarında yürütülen çatışmanın, asıl olarak örgütsüz gençler ve Çarşı taraftar grubu tarafından yürütüldüğünün iddia edilmesi, bunun en uç görüngülerinden biriydi.

Elbette barikat başlarında örgütsüz gençler vardı ve bu gençler, günler-geceler boyunca, son derece iyi bir pratik sergilediler. Bu yanıyla onların direnişini çok özel bir yere koymak gerekir. Ancak örgütsüz kitlenin ezici bir çoğunluğu, saldırı aşamalarında daha atıl bir konumda kaldı. Onbinlerce insan, gaz bombalarının etkisine bağlı olarak, ileri-geri hareketler gerçekleştirdi; gaz yoğunlaşınca geri çekilip sonrasında yeniden toplandı vb. Barikat başında dövüşenlerin sayısı duruma göre, onlu-yüzlü rakamlarla ifade edilirken, atıl kitlenin sayısı genel olarak onbinlerceydi. Bunun böyle olması da, kendiliğinden hareketin doğasına uygun bir durumdu.

Tam da bundan dolayı, barikat başlarında çatışan örgütsüz gençler, genel olarak “Gezi eylemleri”ne katılan örgütsüz gençlerin içinde son derece küçük bir azınlığı temsil ediyordu. Çatışmaların asli unsuru ise, devrimci yapıların kadroları, kimi “eski” devrimciler ve en öne çıkan olduğu için belirtelim; Çarşı grubuydu.

Bu arada, iddia edildiğinin aksine, Çarşı grubu, örgütsüz bir yığın değil, “kolektif davranma yeteneği” olan kurumsal bir yapı, bir anlamda örgütlülüktür. “Kolektif davranma yeteneği”ni ise, tribün hareketlerinden polis saldırılarına, ya da 1 Mayıs’larda pankart açmaya kadar uzanan bir pratiğin içinde biriktirmişlerdir; bu yanıyla yeni oluşmakta olan diğer ‘sol’ taraftar gruplarından farklıdırlar. “Kolektif mücadele gücü” ise, ancak yaşamın çeşitli alanlarında “kolektif davranma” alışkanlığı ile oluşabilecek bir davranış biçimidir. “Gezi eylemleri”nin ilk günlerinden itibaren ortaya koydukları göz dolduran pratiğin, altyapısını böyle okumak gerekir.

Diğer taraftan, barikat başlarındaki örgütsüz gençler ne kadar militan bir biçimde dövüşürlerse dövüşsünler; sonuç alıcı eylemler, ancak devrimci yapıların barikat başlarında etkin olduğu durumlarda gerçekleşebilmiştir. 1 Haziran günü Taksim Meydanı’na ilk giriş, bunun örneklerindendir mesela.

 

Militan mücadele hattı

Taksim zaferinin kazanılmasında temel unsur, Taksim’e akan kitlenin kararlılığındadır. Ancak bu kararlılık, kendi içinde niteliksel bir farklılık taşımaktadır. Örgütsüz ve çatışmalarda atıl duran kitle için, kararlılık, gücünü meşruiyetten almaktadır. Kitle kendisini meşru görmenin getirdiği bir kararlılıkla çatışma bölgesinden saatler boyunca ayrılmamış, ancak çatışmaya da katılmamıştır. İlerleyen günlerde “taş atmayın”cılardaki artış da bununla bağlantılıdır. Tomaya karanfil takmak, polisin üzerine karanfil atmak, tomanın önünde oturma eylemi yapmak gibi “pasif direniş” yöntemlerini savunan ve dayatan da bu kesimdir. Devlete geri adım attırmak için, oradaki varlığının yeterli olacağını düşünmektedir. Dahası, militanlığın, devlete karşı mücadelenin, “meşruiyeti bozacağı”, devleti “kızdıracağı” düşünceleri giderek ağırlık kazanmıştır. Keza “polis halkına ihanet etme” sloganı da bu yaklaşımın ürünüdür. Hatta, devletin gaz bombası atmasının nedeninin, devlete taş atılması, devrimcilerin kendisini ifade etmesi olduğunu iddia edenler bile çıkmıştır. Benzer biçimde, devletle savaşımda eylem gücünün en önemli unsuru olan barikatların kaldırılması konusundaki dayatma da aynı mantığın sonucudur.

Örgütlü kitleler için ise aslolan, militan kararlılıktır. Yaşanan “devrim” ile “karşıdevrim”in karşı karşıya gelişidir. “Devrim” cephesi içinde bazı kesimler bunun farkında olmasa bile bu böyledir. Taksim konusunda, sözkonusu olan elbette ki “iki ağaç” değil, “iktidar”ın gücüdür. Devlet ve iktidar, aldığı karardan geri dönmeyi sadece bir “rant” kaybı değil, daha da önemlisi, bir “otorite” ve bununla bağlantılı olarak “iktidar” kaybı olarak görmektedir. Gezi direnişçileri, onun “iktidar”ına karşı mücadale etmektedir. Devlet de bunu korumaya çalışmaktadır. Saldırısının vahşet dozunun giderek artması bu nedenledir. Tam da bu nedenle, devrim cephesinin militan mücadele gücü de sürekli artırılmalıdır. Taksim direnişi, geniş kitlelerin “meşru kararlılığı” ile süreklilik kazanmış, ancak örgütlü kesimlerin ve kimi örgütsüz bireylerin “militan kararlılığı” ile zafere ulaşmıştır.

 

Orantısız demagoji

İşte bunun korkusu, burjuvaziyi, yürütülen eylemin militan ve sonuçalıcı yönü üzerinden bir demagoji bombardımanı başlatmaya itmiştir. Bunun en önemli unsuru da gençlerin “sevimli” yönünü öne çıkarmasıdır. Gençlerin yaratıcılıkları, esprileri, twitter mesajları, eğlenmeleri, bilgisayar oyunlarının direnişe etkileri vb üzerine sayısız övgü dizilmektedir de, militanlıkları ve direnişçilikler üzerine tek bir kelime bile edilmemektedir. Sanırsınız ki, twitter mesajları sayesinde polis geri adım atmış, parkı ve meydanı direnişçilere açmıştır. Sanırsınız ki, gaz bombalarına esprileri ile direnmişlerdir. Sanırsınız ki, teknoloji olmasaydı, bu direnişin başarıya ulaşması ihtimali yoktu. Sanırsınız ki “özgürlük tutkusu” sadece bugünün gençlerine has bir unsurdur.

Ve elbette bir de, gençlerin sorumsuzluğu ve dünyadan kopukluğu üzerine bugüne kadar söylenmiş onca sözün, “kayıp kuşak” tanımlamalarının ardından yaşanan şaşkınlığın büyüklüğü. İki ay öncesine kadar bu kuşağa her tür sözü söyleyenler, bugün yere göğe sığdıramıyor, bu defa da “genç” yağcılığında sınır tanımıyorlar.

Oysa ne karalama, ne yağcılık! Her şeyi yerli yerine koymak gerekiyor. Öncelikle, gençlerin bugüne kadar ki yetiştirilme tarzına ilişkin olarak yapılan eleştiriler yersiz ya da yanlış değildi. Ancak kendi adımıza her defasında şunu özellikle belirtmiştik; nesnel koşullardaki değişim, onları da değiştirecektir. Ankara’daki iki aylık Tekel direnişi süreci ve bu süreçte ailelerinin yanında direnişe katılan gençlerin durumu, tam da bunu doğrular nitelikteydi; Tekel direnişine ilişkin değerlendirmelerimizde bu konuda bir kayıt düşmüştük.

Bugün gençler, devletin saldırısı doğrudan kendi yaşamlarına dokunduğu için direnişin içinde ve aktif bir bileşeni halindeler. Ve öğreniyorlar. Yaratıcılığı, kolektif davranmayı, disipline uymayı, paylaşmayı öğreniyorlar. Çatışmayı, izdiham yaratmadan kaçmayı, kendini korurken yanındakine de sahip çıkmayı, kendi rahat yatağında değil, betonun üzerinde yatmayı öğreniyorlar. Devleti ve sınıf mücadelesini öğreniyorlar. Devrimcileri öğreniyorlar. Hayatın merkezinde olmadıklarını, kendi odalarının sınırlarından çok daha geniş bir dünyayı öğreniyorlar. Yanlarında insanlar birer birer düştüğünde, yaşamın “game over”ının farklı olduğunu, vurulduğu zaman “yedek can”ının bulunmayacağını öğreniyor, bundan korkuyor, korkmalarına rağmen çatışmaya devam etmeyi öğreniyorlar.

Ve karşılarına açılan, içine daldıkları bu yeni dünyadan zevk alıyorlar. Elbette ki çok güçlü bir mizah ortaya çıkardılar. Mizah, direnişin en doğal sonuçlarından biridir. Karşılıklı bir ilişki vardır ikisinin arasında. Direnen kişi mizah unsurlarını daha fazla görür, ayırır; mizah unsurlarını daha fazla gördükçe daha fazla direnir. Direnişin doğallaşması, yaşamın doğal bir unsuru haline gelmesidir bu. Ve bu durum sadece Taksim direnişlerine, sadece “90 doğumlular”a özgü bir şey değildir. 12 Eylül işkencehanelerinde celladına meydan okuyanlar da mizahın en güçlüsünü yapmışlardır; fabrika işgalinde kapıyı kaynaklayıp günlerce içeriye kapanan işçiler de; çatışmada silahına coşkun türküler söyleten militan da; barikat başlarında yaşamlarını savunan eylemciler de; dağlarda yakılan ateşlerde hasretlerini özlemlerini dağlayan gerillalar da… Direniş güçlendirir. Direniş umutlandırır. Direniş yaşam karşısında fütursuzlaştırır.

Şimdi de Taksim gençleri direniyorlar; ve bunun doğal sonucu olarak cesurca, fütursuzca, coşkuyla güçlü bir mizah yapıyorlar.

 

Devrimci yapılar direnişin kalbidir

Devrimci yapılar direnişin motoru, kalbi, beynidirler. Bu nedenle devrimcileri yok sayma çabası, aslında direnişi devlete teslim etme çabasıdır.

Bunu direniş boyunca birçok kez yapmaya çalıştılar. Pankartlar ve flamaların indirilmeye çalışılması ve farklı çadırların kaldırılıp tek bir çadırda herkesin toplanması önerisi, bunun en belirgin örnekleri arasındadır. Bir başka örnek ise Dayanışma’nın toplantılarıdır. “Ben barikatlardan geliyorum” diyen herhangi birisi, öncelikle söz hakkına sahip olmaktadır. 118 kurumdan oluşan Taksim Dayanışması’nın toplantılarına, “birey olarak da” katılma hakkı vardır; ve bu “birey”ler orada en saçma-yanlış düşünceleri de savunsa, sözünü kesmeden dinlenmektedir. Keza Dayanışma’nın “karar alamaz-eğilim belirleyebilir” tutumu bile, örgütlülüğe karşı bir duruşu ifade etmektedir.

Zincir, en zayıf halkası kadar sağlamdır. Direnişin gücü de, devrimcilerin gücü kadardır, daha fazla değil.

Fazla uzağa gitmeye gerek yok. Mısır’da 2011 Ocak ayında patlayan ayaklanmanın ardından, önce askeri darbe, arkasından Müslüman Kardeşler, bugün yeniden askeri darbe cenderesinde boğulmakta olan kitlelerin, tek eksikliği devrimci önderlikten yoksun oluşlarıdır. Yoksa militanlıkta, direnişte, kararlılıkta, öfkede, coşkuda bir eksiklikleri yoktur.

Tarih bunu sayısız kez kanıtlamıştır. Devrimci örgütlülüklerin önderlik etmediği bir direniş, bazı kesitsel başarılar kazansa bile, sonuçta yenilmeye mahkumdur. Çünkü bu, bir direnişe hangi sınıfın ideolojisinin önderlik edeceğiyle ilgili bir durumdur. Devrimci önderlik olmadığı koşulda, mutlaka bir biçimde burjuva ideolojisinin çekim alanına girecek, burjuva argümanlardan etkilenecek, burjuvazinin çıkarına dokunmayacak sınırlara itilecektir. Direniş başladığı andan itibaren, burjuvazi her koldan saldırısını pervasızca yürütecektir; bir taraftan azgın bir saldırı gerçekleştirirken, bir taraftan da direnişi etkisizleştirecek araçları peşpeşe devreye sokacaktır. Binlerce yıllık yönetme tecrübesine sahip olan burjuvazi için, bu yöntemler sınırsızdır. Hareketi doğru rotaya çekecek tek unsur, devrimcilerin ve devrimin ideolojisinin önderlik etmesidir.

Direniş boyunca devrimcileri etkisizleştirmek için gösterilen onca çabaya, neredeyse her gün yürütülen onca tartışmaya rağmen, devrimciler, en başta eylemlerinin gücüyle, yanısıra günlük yaşamın örgütlenmesindeki müdahaleleriyle harekete damgasını vurmuşlardır. Çünkü devrimcileri direnişlerden uzak tutmak, etkisizleştirmek mümkün değildir. Bu yaşamın doğasına aykırıdır. Örgütsüz gençlerin, bugüne kadar uzak durdukları devrimcilerle tanışmaları, yakınlaşmaları, bağlar kurmaları da bu çabanın boşuna olduğunun en somut göstergesidir.

* * *

Direniş her yönden son derece öğretici bir rol oynamıştır. 17 Haziran tarihinden itibaren belli bir geri çekilme yaşanmaktadır. Parkta süren çadır direnişi bitmiş, ancak kitlelerin öfkesi bitmemiştir. Bu durumda, her fırsatta kitleler yeniden Taksim’e akmakta, saatler boyunca süren çatışmalar yeniden kendisini göstermektedir. Adeta rölantide gitmektedir. Bu durum, ayaklanmanın ikinci dalgasının çok uzak olmadığını göstermektedir. Ve bize düşen görev, çıkartılan dersler doğrultusunda kendimizi yenilemek, güçlendirmek ve direnişin yeniden yükseleceği günlere daha yetkin biçimde hazırlanmaktır.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …