Kıbrıs’ta büyük pazarlık

kibris-harita

İsviçre’nin Cenevre kentinde 12 Ocak günü toplanan zirvede, Kıbrıs için pazarlıklar yeniden alevlendi. BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in başkanlığında, garantör ülkeler olan Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin de katıldığı toplantıda, taraflar şartlarını ve taleplerini yeniden ortaya koydular, gizli pazarlıklar yürüttüler.

Tartışmalarda Kıbrıs üzerindeki hegemonya mücadelesi sertleştirildi. Emperyalistler açısından vazgeçilmez önemde olan Kıbrıs, bir kere daha masaya yatırılmış oldu. 

 

Türkiye’nin şartları

Cenevre toplantısı öncesinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı ile, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Nicos Anastasiades arasında 18 ay boyunca görüşmeler ve pazarlıklar gerçekleştirmişti zaten. Bu görüşmelerde hangi noktalarda hangi anlaşmalara vardıkları açıklanmıyor. Kıbrıs’ta yaşayan halkların talep ve beklentileri dışlanarak, pazarlıklar emperyalistlerin ve Kıbrıs üzerinde hak iddia eden ülkelerin çıkarları doğrultusunda yürütülüyor.

Türkiye’nin Kıbrıs görüşmelerinde ileri sürdüğü “vazgeçilmez” şartları da, Kıbrıs halkının değil, Türkiye burjuvazisinin çıkarlarını yansıtıyor. Şartlardan birincisi, “garantörlük” statüsünün ve KKTC’de asker bulundurma hakkının sürdürülmesi. Rum kesimi de, AB de doğal olarak buna karşı çıkıyor. Çünkü Rum kesimi AB üyesi bir ülke olduğu için, Kıbrıs’ın siyasal birliğinin sağlanmasının ardından, tüm ada için garantörlük de, askeri destek ve güvence de AB’nin çatısı altında sağlanacak. AB üyesi olmayan Türkiye’nin, AB üyesi olan Kıbrıs üzerinde hak iddia etmesi anlamsızlaşacak.

Türkiye’nin ileri sürdüğü ikinci şart, “iki devletli federasyon” kurulması ve nüfusu daha az olan Türk kesiminin, devlet yönetiminde eşit hak sahibi olması. Sadece Türkiye sınırları içinde yaşayan Kürt halkı için değil, Suriye, Irak ve İran topraklarında yaşayan Kürt halkı için bile, federasyon türü bir işleyiş sözkonusu olduğunda kıyameti koparan, onların “azınlık” haklarında bile son derece tavizsiz olan Türkiye, Kıbrıs’taki “azınlık” Türkler için, “eşit yönetim” hakkı istiyor.

Ve elbette Rum kesimi bu talepleri kabul ediyor gibi görünmesine rağmen, detaylardaki maddelere bakıldığında, hiç de öyle olmadığı ortaya çıkıyor. Rum kesimi, Türkiye tarafından işgal edilmesi sonucunda kaybettiği yönetim erkini, tartışmasız biçimde yeniden kazanmak istiyor.

Üçüncü tartışma, mülkiyet gaspına karşılık tazminatların ödenmesi üzerinden yaşanıyor. Türkiye’nin işgalinin ardından, evlerini ve mülklerini bırakarak Güney’e kaçan Rum halkı, geride bıraktıkları mülkler için tazminat talebinde bulunuyorlar. Aslında, benzer bir mülkiyet sorunu Güney’den gelen Türk halkı için de geçerli. Ancak KKTC yönetimi, Rumlardan kalan ev ve mülkü, göçle gelen Türklere verdiği için, bu sorunu bir anlamda çözmüş sayıyor. Diğer taraftan, Türkiye’nin askeri işgali sonucunda Rumlar kaçarak göç etmek zorunda kaldıklarından, uluslararası yasalar karşısında Türkiye haksız konumda bulunuyor.

Üstelik Türkiye’nin haksız konumunu derinleştiren iki unsur daha var: Birincisi; Türkiye 1974’te, Kıbrıs Türklerinin yaşadığı alandan daha geniş bir bölgeyi, Rumların yaşadığı alanları da işgal etti. İkincisi; işgal sonrasında Türkiye’den, özellikle Karadeniz bölgesinden, en milliyetçi-gerici-şoven kesimlerden, Kıbrıs’a nüfus aktarımı yaptı. Binlerce kişi Kıbrıs’a taşındı ve Rumlardan kalan topraklar, evler onlara tahsis edildi. Böylece bir taraftan Kıbrıslı Türklerin demografik yapısını değiştirmiş oldu. Öyle ki, dışarıdan taşınan nüfusun, adadaki Kıbrıslı Türkler’in nüfusundan daha fazla olduğu söyleniyor. Diğer taraftan, emperyalistler müdahil olduklarında, Türkiye’yi avantajlı konuma getirecek olan bir fiili durum yaratmış oldu. Evlere yerleşildi, topraklara sahip çıkıldı, aradan geçen 43 yıl içinde, geri dönüşü ve hukuksal olarak çözümü son derece zor bir tablo oluşturuldu.

 

Yapılan görüşmeler,

“Annan Planı”nın gerisinde

Türkiye tarafı, Kıbrıs Türklerinin taleplerinden bağımsız olarak, kendi çıkarları doğrultusunda adadaki haklarını korumaya çalışıyor. Rum kesimi ise, 2004 yılında BM Genel Sekreteri Annan tarafından yürütülen görüşmelerde ortaya çıkan tablodan daha fazlasını elde etmek için çaba harcıyor. Üstelik gizli pazarlıklarda Rum kesiminin ileri sürdüğü koşulların, KKTC yönetimi tarafından da kabul edildiği yolunda söylentiler var. Ortaya çıkan tablo, Türk tarafının haklarının ve alanlarının iyice budanmış olduğunu gösteriyor.

Mesela bugünkü haritada Türk tarafının elinde bulunan toprak parçası, adanın yüzde 37’sini oluştururken, Rum kesiminin hazırladığı yeni haritada yüzde 25’e indiriliyor ve önemli bir toprak parçası Rumlara veriliyor. Bu rakam, 2004’teki Annan Planı’nda belirlenen yüzde 29 oranından daha düşük. Maraş, Güzelyurt, Dipkarpas gibi son derece önemli noktalar, Rum tarafına bırakılıyor.

Türk halkı azınlık statüsüne indiriliyor, “iki federe devlet, iki federal parlamento” yerine, başkanlığı dönüşümlü bile olmayan tek parlamento öngörülüyor. Böylece Türk tarafı 1974 öncesindeki pozisyonuna itiliyor.

Mülkiyet tazminatları ise tam bir çıkmaza giriyor. Hazırlanan anlaşmaya göre, Rumların 1974 öncesi mülkiyet hakları tanınıyor, KKTC sınırları içindeki 1 milyon 520 bin dönüm doğrudan Rum sahiplerine iade edilirken, 30 bin dönümün tazminat ve takas yöntemiyle el değiştirilmesi öngörülüyor. Bu rakamlar, mevcut KKTC topraklarının yüzde 76’sının Rum halkına iadesi anlamına geliyor. Üstelik Rum halkına yapılan bu mülkiyet devri, Rum kesimine yapılacak olan toprak devrine ek olarak gerçekleşiyor. Böylece, hem Türk tarafının yaşadığı toprak yüzölçümü azalırken, Türk tarafına kalan topraklar üzerindeki Türklerin mülkiyet oranı da azalmış oluyor.

Türkiye’nin uluslararası alanda son dönemde yaşadığı prestij ve güç kaybı, AB’li emperyalistlerin bastırmasına neden oluyor ve Türkiye’yi Kıbrıs üzerinde de geri adım atmaya zorlamak için uygun zemini oluşturuyor. Kıbrıs kadar önemli bir alan, yeniden paylaşım için öne sürülüyor. 

 

Kıbrıs’ta sömürünün tarihi

Akdeniz’in siyasi ve askeri egemenliği sözkonusu olduğunda son derece stratejik bir öneme sahip olan ada, 1570 yılında Osmanlı İmparatorluğu tarafından işgal edildi. Öncesinde 13. yy’dan itibaren, yaklaşık 300 yıl boyunca Venedik egemenliği altında yaşamıştı. Akdeniz’i Osmanlı gölü haline getirmeye çalışan Osmanlı, Ortadoğu’dan Kuzey Afrika’ya, Avrupa’ya kadar geniş bir alanda, Kıbrıs’ı bir üs olarak kullanmaya başladı. Adaya Türk nüfusun yerleşmesi de bu dönemde başladı. 1887’de, “hasta adam” Osmanlı, Kıbrıs’ı İngilizlere kiraladı. 

1914’te başlayan I. Emperyalist Paylaşım Savaşı sırasında, İngiltere Kıbrıs’ı kendi sömürgesi ilan etti. 1925’te, ada artık resmi olarak İngiltere sömürgesi olmuştu. II. Emperyalist Savaş sonrasında, dünyadaki hegemonya dengeleri altüst olurken, tüm emperyalistler gözünü Kıbrıs’a diktiler.

Aynı dönem, Kıbrıs’ta yaşayan halklarda anti emperyalist ulusal bağımsızlık rüzgarlarının esmekte olduğu yıllardı. 1931’de Rumların İngiltere’ye karşı başlattığı ayaklanma kanla bastırıldı, ancak sonrasında bağımsızlık adada yaşayan iki halkın da ortak ideali haline geldi. Bağımsızlık istemi güçlendikçe, İngiltere kendi denetiminde bir “çözüm” oluşturabilmek için Türkiye ve Yunanistan yönetimlerini devreye soktu. 1955’te gerçekleşen Londra Konferansı’nda somut bir gelişme yaşanmadı; ama bir Kıbrıs devletinin temeli atılmıştı artık.

Savaştan sonra emperyalistler Ortadoğu petrolleri için mücadele ederken, Kıbrıs halkının mücadelesini zayıflatmak için “böl-yönet” politikasını hayata geçirmeye başladılar. Adada üç önemli askeri üssü bulunan İngiltere, 1958’de Kıbrıs’a “özerklik” tanıyan McMilan planını öne sürer. McMilan planının içinde sivil faşist örgütlerin kurulması ve desteklenmesi de vardır.

Kısa süre içinde Rumların EOKA’sı, TMT (Türk Mukavemet Teşkilatı) ile karşı karşıya kalır. İki taraf da karşılıklı katliamlar yapar. Adada çıkan kargaşa, BM’nin adaya yerleşmesi için uygun zemin oluşturmaktadır.

11 Şubat 1959’da Türk ve Yunan başbakanlarına imzalatılan gizli anlaşma, ileride Kıbrıs’ı ikiye bölmek için sözde “bağımsız” bir Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kararını almaktadır. Anlaşma bir yıl sonra yürürlüğe girer, Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilir. İki halk yönetimde nüfusları oranında temsil edilmektedir.

Batılı emperyalistleri bu kararı almaya zorlayan unsur, sosyalist Sovyetler Birliği’nin yarattığı bağımsızlık dalgasını kırmaktır. Zaten “Kıbrıs’ın bağımsızlığını ve anayasal düzenini sağlamak” adı altında, NATO güçleri olan İngiltere, Yunanistan ve Türkiye’ye, adaya müdahale etme hakkı da korunmaktadır.

II. Emperyalist savaş sonrasında, adadaki iki halk üzerinden Türkiye ve Yunanistan’ın yaşadığı çatışma, ABD-İngiltere ile SB’nin çatışmasıdır aynı zamanda. NATO üyesi olan Türkiye ile, savaş sırasında Alman işgaline karşı Sovyet desteğini alan Yunanistan’ın, iki farklı kamp üzerinden karşı karşıya gelmesidir. Sonrasında Yunanistan da NATO ve AB ülkesi olsa bile, Yunanistan’ın Kıbrıs politikası konusunda Sovyet (sonrasında Rusya) etkisi hep varlığını korumuştur.

“Bağımsızlık” ve kuruluş ilanından iki yıl sonra, adadaki iç çatışmalar artar. Faşist çetelerin katliamları şiddetlenir. Ada halkının birarada yaşamasını savunan demokrat kesim üzerinde terör estirilir. TMT’nin, İngiltere’nin denetiminde Rum askerlerine ateş açması, çatışmaları tırmandırır. Türkiye’nin savaş gemileri ada yakınlarına gelerek işgal hazırlığını gösterir.

Aynı dönem İsrail-Arap savaşının başladığı dönemdir. ABD, Ortadoğu’ya girmek için bu fırsatı değerlendirirken, Türkiye’nin adayı işgalini erteler. Çatışmaları azaltmak ve kamuoyunu yatıştırmak için “yeşil hat” oluşturulur. 

1971’de Türk ve Yunan devletlerinin görüşmeleri sonucunda Kıbrıs’ın “iki ülke arasında bölüşülmesi” kararı alınır. Yunanistan’da 1973’te Albaylar Cuntası’nın yönetimi ele geçirmesi, ada üzerindeki hesapları da sarsar. Bu dönemde Türkiye, Rum çetecilerin Türk kesimine yaptığı katliamları gerekçe göstererek, 20 Temmuz 1974’te adayı işgal eder ve hatta Türklerin yaşadığı alandan daha fazlasını (adanın yaklaşık yüzde 37’sini) ele geçirir. Ada artık fiilen ikiye bölünmüş durumdadır.

Bu işgal, ABD’ye “rağmen” gerçekleşmiştir. ABD’nin adanın bütününe h ükmetmeye çalıştığı bir dönemde, Türkiye’nin bunu durdurmasına da yol açmıştır. Ancak sonrasında, 12 Eylül cuntasının ardından, Türkiye’nin ABD’ye bağımlılığı arttıkça, KKTC de ABD’nin denetimi altına daha fazla girmiştir.

Yunanistan’da Papandreu döneminde Kıbrıs’ın “Helenizm’in bir parçası” olduğu ileri sürülmektedir. Amaç adanın bütününe hükmetmektir. Buna karşılık Türkiye kendi hegemonyasını garanti altına almak için 1983’te KKTC’nin kurulduğunu duyurur.

‘90’lı yıllarda, Kıbrıs üzerindeki çatışma daha da şiddetlenir. Avrupa Birliği Kıbrıs Rum Yönetimi’ne kapıları açar. Rusya ise, Kıbrıs Rum Yönetimi’ne S-300 satışı yapacağını duyurur. Rusya’nın S-300 füzelerini Güney Kıbrıs’a satması, aynı zamanda burada asker konuşlandırması, askeri üs sahibi olması vb. anlamına da gelmektedir. Bu nedenle’90’lı yıllar, S-300 füzelerini satma ve bunu engelleme çabası üzerinden, Yunanistan-Türkiye ve ABD-Rusya mücadelesine sahne olur.

2004 yılında, BM Genel Sekreteri Annan’ın hazırladığı birleşme planı, adada referanduma sunulur. Türkiye’nin garantörlük, iki devletli federasyon vb. temel şartlarının karşılanmadığı, Rum halkının daha avantajlı konumda olduğu bir plandır bu. Buna rağmen, Türk tarafı yüzde 75 ile plana “Evet” derken, Rum halkının yüzde 65 ile reddetmesi nedeniyle birleşme gerçekleşmez. Referandumun ardından, Güney Kıbrıs AB’ye üye yapılır.

 

Emperyalistlerin

büyük uçak gemisi Kıbrıs

Kıbrıs Akdeniz’de Girit’ten sonraki en büyük ada. Ve emperyalistler açısından stratejik önemi büyük. Ortadoğu’nun Akdeniz’e açılan kapısı konumunda. Doğusunda İsrail, Lübnan ve Suriye, güneyinde Mısır, adanın doğrudan hedef sahasında olan ülkeler. İsrail hava sahasına 16 dakika uçuş mesafesinde. Bu ülkelerin her biri ve Ortadoğu ülkelerinde yürütülen bütün savaşlar için, Kıbrıs’ta bulunan İngiliz askeri üsleri önemli bir lojistik ve harekat merkezi olabilecek durumda.

Keza 2003’te başlayan Irak işgalinin ardından, ABD’nin İngiliz üslerinin yanısıra, Kuzey bölgesinde yeni üsler kurduğu da söyleniyor. Bugün adada onbinlerce asker ve tonlarca askeri malzeme bulunuyor.

Kıbrıs’ın bu stratejik konumu, onun emperyalistler açısından vazgeçilmez önem kazanmasına neden oluyor. Öyle ki, Doğu Akdeniz’i, bu bölgedeki ticaret yollarını, hegemonya ilişkilerini kontrol etmek isteyen, Kıbrıs’a sahip olmak zorunda.

İngiltere’nin Kıbrıs’a el koyduğu günlerde bir İngiliz devlet adamı Disraeli, şunları söylüyor: “Kıbrıs’ın elde edilmesi amacını güden harekete, Akdeniz’in egemenliği için değil, Hindistan’ın savunulması için girişilmiştir.” Aynı günlerde Lord Salisbury, bu çıplak gerçeği şöyle teyit ediyor: “Kıbrıs’ın işgali İngiliz hükümetlerinin uzun bir süredir izlemekte oldukları geleneksel politikaya uygundur. Avrupa’da menfaat çatışmalarının İspanya üzerinde yoğunlaştığı günlerde, İngiltere Cebelitarık’a el koymuştur. Aynı şekilde çekişmelerin İtalya çevresinde biriktiği günlerde Malta’yı işgal etmiştir. Bugün Avrupa’nın gözleri Yakındoğu’ya çevrilmiştir, dolayısıyla da İngiltere, bu bölgede Kıbrıs’ı işgal etmiştir.” (aktaran Tevfik Çavdar, Osmanlıların Yarı-sömürge Oluşu, sf: 122-123)

Yanısıra ada önemli bir kara para aklama merkezidir. Kumarhaneleri ve fuhuş sektörünün gelişkin olması, emperyalistlerin “eğlence merkezi” haline gelmesi için yeterli bir unsur. Bu kumarhaneler ve adada yaygın biçimde gerçekleştirilen offshore bankacılığı, kara para aklama konusunda Kıbrıs’ın belirleyici bir yer edinmesini sağlıyor.

Dünya uyuşturucu ticaretinin önemli duraklarından biri olarak da Kıbrıs önemli bir rol oynuyor. Afganistan ve Keşmir’in içinde yer aldığı “Altın Hilal” denilen bölgeden gelen uyuşturucunun, Avrupa’ya ve dünya pazarlarına açılma noktalarından birisi Kıbrıs.

Stratejik konumu nedeniyle, petrol ve doğalgazın Akdeniz güzergahını kontrol ediyor olması, Kıbrıs’ın belirleyici özelliklerinden birisiydi. Son dönemde ise, Doğu Akdeniz’in zengin doğalgaz ve petrol yataklarına sahip olduğu keşfedildi. Bugün, İsrail başta olmak üzere birçok ülke Kıbrıs Rum Yönetimi ile ortak araştırmalar yapıyor, doğalgaz yataklarını tespit ve işletmek amacıyla anlaşmalar imzalıyor. Türkiye ile birlikte KKTC ise, bu anlaşmaların, ortaklıkların dışında bırakılıyor.

 

Kıbrıs halkı AB’yi istiyor

2004 yılında Annan Planı doğrultusunda yapılan referandumda Türk kesimin birleşmek için “Evet” oyu kullanması oldukça çarpıcıdır. Bu sonuç, Türkiye’nin “KKTC’nin Türkiye’nin garantörlüğüne ihtiyaç duyduğu”, “Türk kesimin haklarının korunması için Türkiye’nin varlığının vazgeçilmez olduğu” iddialarının gerçeği yansıtmadığının göstergesidir. Kıbrıs Türk halkı, Türkiye’yi safdışı bırakan, Kıbrıs’ta Türklerin “azınlık” olmasını getiren ve AB üyeliğini sağlayan bir plana “Evet” demiştir.

Bunun sebepleri, Türkiye’nin Kıbrıs politikalarının, Kıbrıs Türk halkına ne kadar büyük zararlar verdiğinde aranmalıdır.

Türkiye’nin işgali, en başta ekonomik olarak Kıbrıslı Türkleri yerle bir eden bir hamledir. İşgal sonrasında Kıbrıs’ın ekonomik altyapısı yokedilmiş, tarım çökertilmiş, Kıbrıs Türkiye’nin kumarhane, kara para aklama ve “eğlence merkezi” haline getirilmiştir. Üretim değil, rant ekonomisi hakimdir. Bunların dışında bir geliri yoktur Kıbrıslı Türklerin. Memurların maaşları Türkiye tarafından ödenmektedir. Ülkenin bütçesinin en önemli kalemleri, Türkiye tarafından sağlanmaktadır. Hatta bir “devlet” statüsü olmadığı için, siyasal konumu “Mersin’in 10. İlçesi” olarak tanımlanmıştır. KKTC’yi, Türkiye dışında “tanıyan” ikinci bir ülke yoktur. BM başta olmak üzere uluslararası kurumlar, KKTC’yi Rumların yönetimindeki Kıbrıs devletinin bir parçası olarak görmekte ve Türkiye’yi işgalci güç olarak tanımlamaktadır.

Türkiye’den gelenler başta olmak üzere kontrgerilla örgütleri, mafya babaları cirit atmaktadır adada. Silah kaçakçılığı doludizgin yürütülmektedir. Uluslararası kontrgerilla örgütlenmelerinin, CIA tarafından eğitildiği bir merkez üssü konumundadır. Abdullah Çatlı’nın, “Sırp Kasabı Argan” olarak tanınan katilin kaldıkları yerdir burası.

Doğu Akdeniz ticaret hattı üzerindeki birçok ülkeye dönük ambargoyu delmek, kaçak ticaret yürütmek için de, Kuzey Kıbrıs uygun bir zemindir.

Bir taraftan 1974’teki işgalden buyana izlenen ırkçı politikalar, diğer taraftan ekonomik olarak ortaya çıkan çöküntü, Kıbrıslı Türkler açısından da Türkiye’nin işgaline karşı bir bıkkınlık oluşturmuştur. Üstelik Güney Kıbrıs’ın, ekonomik ve siyasi olarak çok daha “yaşanabilir” bir görüntü sunması ve “AB üyeliği”, Türkiye’nin “yavru vatan”ı olmaktan daha cazip gelmektedir. Bütün bu koşullar, adada zaman zaman Türkiye karşıtı eylemlerin artmasına neden olmaktadır.

Cenevre görüşmelerinde ve öncesinde hazırlanan “birleşme planı”nın detayları açıklanmıyor, görüşmeler gizli kapaklı yürütülüyor. Zaten güçlü bir devrimci mücadele olmadığı sürece, hiçbir emperyalist “plan”ın halklara refah ve özgürlük getirmeyeceği ortadadır. Bu nedenle ister Türkiye’nin garantörlüğü altında olsun, isterse Rum kesiminin çıkarı doğrultusunda yürütülsün, hazırlanan plan, yeni baskı ve sömürü kanalları açmaktan başka bir sonuç yaratmayacaktır.

Kıbrıs’ın tarihi, ada dışındaki güçlerin ada halkı üzerinde egemenlik kurma savaşlarının tarihidir. Bugün yapılan görüşmeler de bunu hedeflemektedir. Bunu değiştirecek tek unsur, yıllarca birlikte yaşayan ve ortak bir kültür yaratan her iki halkın, emperyalist hesaplardan azade, halkların eşitliği ve kardeşliği temelinde ortak bir yaşam kurma mücadelesi vermesidir.

Bunlara da bakabilirsiniz

“Yenidoğan çetesi” ve sağlıkta özelleştirme

Sağlıkta özelleştirmenin en korkunç yönlerinden biriyle yüzleştik geçtiğimiz günlerde. Yeni doğan bebeklerin, sadece ve sadece …

Öğretmen mülakatları emek gaspıdır

Milli Eğitim Bakanlığı 25 Ekim’de mülakat sonuçlarını açıkladı. Bir “müjde” olarak ise 20 bin sözleşmeli …

“ZAFER ne zaman gelecek bilmiyorum. Ama geleceğini biliyorum…”      

1800’lü yılların ilk yarısında, dünya, işçi direnişleri ve halk isyanlarıyla alev topu gibiydi. Bu ülkeler …