Anayasa, bir devletin yönetim şeklini belirleyen esas ilkeleri, temel kuralları ortaya koyar. Adı üzerinde o, yasaların “ana”sıdır. Diğer yasalar, ona bağlı olarak belirlenir; anayasa ile çelişmemesi, onunla bütünlük arz etmesi şarttır.
Anayasalar, ilk çıktığı günden bugüne, elde edilmiş, güvence altına alınmış kazanımları, tescil etmiş ve yasalarla pekiştirmiştir. Onun misyonu, fiilen gerçekleşmiş olana, hukuksal bir nitelik kazandırmaktır. Dolayısıyla gelecekte olacaklarla, hedeflerle ilgilenmez; bugüne, verili duruma bakar. Başarılmış olandan, şimdi olandan hareket eder. Pratikte ulaşılmış, elde edilmiş kazanımların sonuçlarını gösterir. Anayasaları, herhangi bir partinin programından ayıran da bu özellikleridir.
Anayasalar, devletle birlikte ortaya çıktı
Tarihte ilk anayasa, devletin ilk olarak ortaya çıktığı Atina’da görülmüştür. “Yan yana yaşayan aşiretlerin tek bir halk biçiminde kaynaşmasıyla oluşan” Atina kent devleti, ulusal bir Atina hukukunu oluşturmuştur. Theseus’a maledilen ilk anayasa, bu dönemde ortaya çıkar.
Sınıfların oluşumu devleti ortaya çıkarmış, devletin varlığı da, yasaları ve anayasayı zorunlu kılmıştır. Karşıt çıkarlara sahip sınıfların çatışmasını hafifleten, varolan düzenin sınırları içinde tutan bir güce gereksinim vardı; bu da devleti, onun anayasasını doğurdu. Yani anayasa ve sınıflar, birbirini dışlayan değil, birbiriyle iç içe olan kavramlardır.
Bir üst yapı kurumu olarak hukuk, gelişen iktisadi alt yapının üzerinden oluştu ve her dönem hakim olan sınıfın çıkarlarını gözetti, onlara hizmet etti. Köleci toplumda köle sahiplerinin hukuku, feodal toplumda senyörlerin hukuku, kapitalizmde ise, burjuvazinin hukuku vardı. Ve bu hukukun temel çerçevesini çizen anayasaları…
Devlet gibi onun yasaları ve anayasalar, toplumun içinden doğdu; ama onun üstünde yer aldı ve gitgide ona yabancılaşan bir güç haline geldiler. Her devletin, bu yasalarla donatılmış hapishaneleri, mahkemeleri, silahlı birlikleri (ordu ve polis) oldu.
Burjuva anayasası
17. yüzyıldan itibaren anayasalar, burjuvazinin feodal aristokrasiye karşı giriştiği iktidar mücadelesinde, feodal aristokrasiyi sınırlayan ve burjuvazinin daha özgür gelişiminin önünü açan araçlar olmuştur. Avrupa burjuvazisi savaş meydanında kazandıklarını, anayasalar aracılığıyla kurumsallaştırmıştır.
1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Beyannamesi, bu alanda bir simgeyi ve zirveyi ifade eder. 1791’de Fransız anayasası, bu temelde oluşur. Burjuva anayasaları da Fransız Devrimi sonrası oluşan bu anayasayı esas almıştır. Halen bir kütüphanede sergilenen bu anayasanın orjinal metninin altında “insan derisiyle kaplıdır” yazılıdır. Gerçekten de anayasalar, insanların akan kanı, yitirilen canları üzerinden oluşmuştur.
Başlangıçta “eşitlik, özgürlük, kardeşlik” sloganlarıyla emekçileri de yanına çeken burjuvazi, iktidarı ele geçirdikten sonra oluşturduğu anayasa ile iktidarını sağlama almayı amaçladı. Fakat ona “toplumsal sözleşme” adını vererek, sınıfsal özünü gizledi; tüm toplumun hemfikir olduğu, “sınıflar üstü” bir metinmiş gibi gösterdi. Burjuva aydınlanmacıların ünlü isimlerinden Rousseau’nun fikir babalığını yaptığı -adına “toplumsal sözleşme denilen- burjuva anayasası ile kendi iktidarına bir meşruiyet zemini oluşturdu.
Hemen tüm burjuva anayasaların ilk maddelerinde “egemenliğin millete -ya da halka- ait olduğu” yazılıdır. Böylece egemenlik, yani hükmetme, iktidar olma gücü, sınıflardan bağımsız olarak, sözde bütün topluma dağıtılmıştır. Bunun en etkili araçları ise, seçimler ve parlamentodur. Seçimlerde oy kullanma hakkına sahip her “yurttaş”, hükmetme gücünü oyu aracılığıyla vekiline aktarır. Farklı siyasal partiler üzerinden, parlamentoya akan “yurttaş iradesi” (milli irade) dolaylı olarak kendisini var etmiş olur. Anayasalarda geçen ulus ya da halk egemenliği iddiası biçimsel olarak böyle gerçekleşir.
Anayasalar bu işleyiş içinde, iktidardaki sınıf için kritik bir rol oynarlar. Varolan sistemden “sapma” gösterebilecek yurttaşa karşı iktidarı korur. Ola ki, büyük burjuvazinin onaylamadığı siyasi bir parti, “sapan yurttaş eğilimi” tarafından hükümete getirilsin; “normlar normu” anayasa, hemen koruyucu bir zırh olarak devreye girer ve “sapan eğilimi” burjuvazinin genel rotasına çekme işlevi görür. Kısacası burjuvazinin genel programı ile örtüşmeyen durumlarda, anayasal araçlar devreye sokulur.
Böylece hükümetler ve parlamentolar değişse de, egemen sınıfın hakimiyeti korunmuş olur. Yani anayasalar, sistemin omurgasıdır.
Hangi sınıfın?
Egemen sınıflar, devletin zor aygıtları olmadan iktidarlarını koruyamazlar. Ancak geniş kitleleri aldatıp “rıza”larını almadan da, uzun süre ayakta kalamazlar. En açık faşist diktatörlüklerde bile, bin bir türlü araç kullanarak, kitleleri düzenin toplumsal dayanağı haline getirmeye çalışırlar.
Anayasalara, “toplum sözleşmesi” niteliğinin yüklenmesi ve yine anayasaların toplumsal sınıfların kendi aralarındaki “konsensüs” olduğu iddiası, devletin sınıfsallığını gizleme ve böylece düzene meşruiyet sağlamak içindir. “Demokratik cumhuriyet” kapitalizmin olanaklı olan en ileri politik biçimidir. Burjuva demokratik anayasalar da bunu gizlemenin en gelişmiş şablonlarıdır.
Fakat bütün üstyapı kavramları gibi, anayasalar da -en ileri biçimleri dahil olmak üzere- sınıflardan ve onların savaşımından bağımsız ele alınamaz. Anayasalar her dönem, “bir sınıfın iktidar tapusu” olmuştur.
Onun içindir ki, “hangi sınıfın demokrasisi, hangi sınıfın anayasası” soruları, devrimci proletarya için iktidar pusulasıdır. Asker ya da sivil kim yaparsa yapsın, önemli olan onun sınıfsal özüdür.