Musul’da sona doğru

hasdi-sabi-milisleri

Irak ordusu ve peşmergenin düzenlediği Musul harekatı, en zorlu evresine girmiş durumda. Dört ay önce, 17 Ekim’de Irak hükümeti, Musul’un ele geçirilmesi için harekatın başladığını duyurmuştu. 3 Kasım’da ilk birlikler Musul kent merkezine girdi. 14 Ocak’ta Irak Ordusu, Dicle Nehri’nin doğusunda kontrolü sağladı. Şimdi operasyonlar kentin batı tarafında yoğunlaşmış durumda.

Musul, IŞİD’in ilk işgal ettiği ve kendisini ilk gösterdiği kent. Aynı zamanda elindeki en büyük ve en değerli bölge. Burayı Sünni aşiretlerle anlaşarak işgal etmiş olması, güçlü bir lojistiğe ve desteğe sahip olduğunu da gösteriyor. Bu nedenle Musul’u kaybetmesi, son iki yılda aldığı bütün yenilgilerden çok daha büyük bir kayıp anlamına gelecek.

Bu nedenle IŞİD bütün gücüyle direniyor. IŞİD’in Musul’da oldukça önemli düzeyde askeri gücü olduğu ortaya çıktı. Mesela saldırılarda kullanmak üzere zırhlı araç ürettiği anlaşıldı. Bu araçlara fazla miktarda patlayıcı yükleyerek bombalı araç haline getiriyorlar. Diğer taraftan Şii nüfusun yoğun olduğu kentlerde ve Bağdat’ta bombalı saldırılar düzenleyerek dikkatleri dağıtmak ve Musul üzerindeki baskıyı hafifletmek istiyorlar. Sadece 2017’nin başından itibaren iki ayda Bağdat’taki bombalı saldırılarda ölenlerin sayısı 100’ü geçti.

Doğu Musul’un Irak Ordusu tarafından temizlenmesi, oldukça zorlu bir biçimde ve planlanandan daha uzun sürede gerçekleşti. Bu sürede Irak Ordusu da ciddi kayıplar verdi, bazı birliklerin kayıpları yüzde 50’lere kadar çıktı.

Tüm bu zorluklara rağmen, Musul’da IŞİD güç kaybetmeye devam ediyor. Direnişi ne kadar kararlı olursa olsun, bu savaşı kaybedeceği kesinleşiyor.

Ancak IŞİD sonrasında Musul’a ne olacağı daha büyük bir tartışmanın ve çatışmanın konusu olmaya devam ediyor.

 

Musul’u kim kurtaracak?

2014’ten bu yana IŞİD’e karşı mücadelenin başlatılmamasının asıl sebebi, bu soruda düğümleniyordu. Musul, yönetimi tartışmalı olan bölgelerden birisi. Ve Musul’u “kurtaracak” olan güç, sonrasında Musul’u yönetecek güç olacak. Bu durum, onu kurtarma savaşına kimlerin katılacağı tartışmasının uzamasına neden oldu.

ABD’nin 1991’de gerçekleştirdiği Körfez Savaşı, Irak’ın etnik temelde bölünmesine, “Kürtler ve Araplar” olarak ikiye ayrılmasına yol açtı. Kürdistan Federe Bölgesi, Irak hükümetine bağlı olmakla birlikte sıkça bağımsızlık planları yapan ayrı bir bölgeye dönüştü.

ABD’nin 2003’te başlattığı Irak işgali ise, bu defa mezhep temelinde bir bölünmeyi getirdi. Irak “Sünniler ve Şiiler” olarak ikiye bölündü bu defa. Ve ABD’nin ittifak arayışları, mezheplere göre belirlendi. Irak’ın devlet yönetimi, etnik ve mezhepsel “kotalar”a göre oluşturuldu.

Keza kentler de “Sünni bölgesi”, “Kürt bölgesi” ve “Şii bölgesi” arasında tasnif edildi. Bazı kentler ise “itilaflı” olarak kaldı, statüsü belirsizleşti.

IŞİD’in Musul’u işgali, bu mezhepsel ayrımlardan yararlanan bir hamle olmuştu. Irak yönetiminde Şiilerin ağırlığının olması Sünni güçleri rahatsız ediyordu. Musul’un Sünni aşiretleri bu rahatsızlığın sonucunda IŞİD’e kenti teslim ettiler ve IŞİD’in Bağdat’a kadar ilerleyerek Irak’ı ele geçirmesini hedeflediler. Gerçekten de, eğer İran destekli Şii milis güçler olmasaydı, Bağdat kapılarına kadar dayanmış olan IŞİD’in ilerleyişini durdurmak mümkün olamazdı. 

Geçen iki buçuk yıl içinde, birçok kent geri alınmasına rağmen, IŞİD’den kurtarmak için harekete geçilmeyen tek kent Musul oldu. Peşmergenin ve Şii milis gücü Haşdi Şabi’nin bu operasyona katılması büyük tartışmalar yarattı. Uzun pazarlıkların ardından, Irak Ordusu, Peşmerge ve Haşdi Şabi’nin birlikte hareket ederek Musul saldırısını başlatması kesinleşti.

Elbette hangi emperyalistin savaşa ne kadar dahil olacağı da önemli bir tartışmaydı. Görünürde ABD bu savaşta belirleyiciydi; gerçekte ABD’nin varlığı peşmergeye yardım ile sınırlı kaldı. Irak hükümeti de ABD’den yardım alıyordu, ancak Şii hükümetinin arkasındaki en önemli destek İran’dan ve Rusya’dan geliyordu. Haşdi Şabi de Irak hükümetine bağlı olarak hareket ediyor görünse de, onun asıl destekçisi İran’dı.

AKP hükümeti bu savaşta yer alabilmek için çok uğraştı. Erdoğan Irak hükümetiyle kavga etti, Irak Başbakanı İbadi’ye hararetler yağdırdı, Musul ve Kerkük üzerinde hak iddia etti, Türkiye’nin elinde bulunan Başika’nın statüsü ve Türkiye’nin eğittiği İslamcı birliklerin bu savaşta yer alıp almayacağı tartışıldı; ve bu tartışmalar bir anda bıçak gibi kesildi. Rusya ve ABD’nin müdahalesi sonucunda AKP hükümeti Musul’daki hak iddialarını yine bir kenara bırakmak ve Musul operasyonunu kenardan izlemek zorunda kaldı. Hatta bu geri adım, Irak’ın zorlaması üzerine Başbakan Binali Yıldırım’ın “Başika bir Irak kampıdır ve Türkiye bu kampı terkedecektir” açıklaması yapmasına kadar uzandı.

Bu koşullarda Musul savaşı başladı. Bütün zorluklarına rağmen IŞİD’in Musul’da kaybedeceği tartışmasız. Asıl tartışma ise, sonrasında tırmanacak.

 

Musul, Kerkük statüsü tartışmalı bölgeler

Musul savaşının peşmerge, Irak Ordusu ve Haşdi Şabi tarafından veriliyor olması, Musul’un sonraki yönetimi konusunda az-çok bir fikir veriyor. Peşmergenin savaş sonrasında geri çekilmesi konuşulmuş olsa da, kan bedeli kazandığı bir alanı bırakması kolay değil. Daha önemlisi, Kerkük’ten Telafer ve Sincar’a kadar çok geniş bir alanın, bugüne kadar tartışmalı olan statüsü, Musul’un kurtarılmasından sonra bütün şiddetiyle gündeme oturacaktır.

2005’te yapılan Irak Anayasası’nın 140. maddesi, geçici bir düzenleme olarak bu bölgeleri Merkezi Irak Hükümeti ile Kürdistan Federasyonu’nun ortak idaresi altında bırakmıştı. 2007 yılında bu bölgelerde nüfus sayımı ve referandum yapılarak nihai kararın verilmesi kararlaştırılmıştı.

Ancak hem Kürtler, hem de Şiiler, bölgenin demografik yapısının sürekli değiştirildiği, başka bölgelerden taşıma nüfus getirilerek nüfus çoğunluğu elde edilmeye uğraşıldığı iddiasını ileri sürerek, referandumun bugüne kadar yapılmasını engelledi. 2014 sonrasında IŞİD işgali zaten bu tartışmayı belirsiz bir geleceğe erteledi.

IŞİD işgali sırasında, tarafların bölgeye dönük hedefleri ise hiç bitmedi. Her kesim kendi hamlelerini yapmaya devam etti. Mesela Şengal’i IŞİD saldırısına karşı koruyan PKK, sonrasında Ezidilerin silahlı direniş güçleri kurmasını sağladı ve bu birliklerin yönetimini üstlendi. Bugün Şengal’in doğrudan PKK’nin yönetiminde olduğunu söylemek yanlış değildir. Keza Kerkük’teki PKK ağırlığı, Barzani güçlerine meydan okuyacak kadar arttı. Türkiye’de güç kaybeden, devletin saldırıları sonrasında geri çekilmek zorunda kalan PKK güçleri, açık savaş koşullarının bulunduğu Irak ve Suriye’ye aktı. “Kürdistan mücadelesi”nin ağırlığı Türkiye’den Irak ve Suriye’ye kaymış durumda. Ve PKK’liler, bu bölgelerde kendi hegemonya alanlarını oluşturmak için savaşıyorlar.

Diğer taraftan, Haşdi Şabi güçleri de Şii kontrol alanlarını kurmak için savaşıyor. Mesela IŞİD işgali altında olan Telafer, öncesinde Şii ve Sünni nüfusun dengeli olduğu bir Türkmen kentiydi. IŞİD işgali nedeniyle Şii Türkmenler katledildi ya da kaçtılar. Şimdi Haşdi Şabi saflarında kentin önemli bir bölümünü geri almış durumdalar ve IŞİD’le işbirliği yapan Sünni Türkmenlere yaşam hakkı tanıma niyetinde değiller. 

Kerkük de IŞİD öncesinde ortak yönetim altındaydı. IŞİD saldırısı sonucunda Irak Ordusu geri çekilince, peşmerge Kerkük’ün büyük bölümünü ele geçirdi. Ancak Irak Hükümeti Kerkük’ü Kürtlere bırakmayı kabullenmiyor ve Kürtlerin 2003 öncesi sınırlara çekilmesini istiyor. Kürtler ise, bugün artık referandumu bile yapmadan Kerkük’ün kendilerine bırakılmasını istiyorlar. Irak Hükümeti, doğrudan ordu ile giremediği bu alanlara Haşdi Şabi güçlerini yerleştiriyor.

Bu tablo, savaşın sadece IŞİD’e karşı verilmediğini, IŞİD sonrasında bölge güçleri arasında lokal çatışmaların bütün gücüyle süreceğini gösteriyor. Irak’ın en önemli petrol yataklarının bu bölgede olması, bu savaşı daha da sertleştiriyor.

 

Şiilerin kendi iç mücadelesi

Irak’taki bir başka mücadele ise, Şiilerin kendi arasında yaşanıyor. Son bir yıldır Bağdat’ta Şii lider Mukteda El Sadr yanlıları, “milyonların gösterisi” adı altında eylemler gerçekleştiriyor. Devlette yolsuzlukların olduğu, reformların yapılması gerektiği gibi taleplerle birçok kez Yeşil Bölge’de (hükümet kurumlarının bulunduğu korumalı alan) eylem yapan, hatta parlamentoyu ve başbakanlığı bile işgal eden Sadr yanlıları, bu savaş ortamında geri adım atacak gibi görünmüyor. Sadr, “savaş sonrasında” atılmasını istediği adımlara ilişkin şimdiden program hazırlıyor ve hükümeti buna zorluyor. Onların bu direnişi, hükümet üzerindeki İran etkisine karşı, Iraklı Şiilerin kendilerini ifade etme ve kendi kazanımlarını oluşturma çabası olarak görülebilir.

Sonuçta Irak’ta ABD’nin başlattığı işgal ve savaş, ülke içinde etnik ve mezhepsel iktidar arayışlarına ve hegemonya alanları oluşturma mücadelesine yol açtı. Sadece Şiiler arasında değil, Barzani ile PKK’li Kürtler arasında da yerel iktidar savaşları yaşanıyor. Irak’ı bir bütün olarak ele geçiremeyen ABD, 14 yıldır Irak’ı atomlarına kadar bölmek için hamle üstüne hamle yapıyor.

Bunlara da bakabilirsiniz

Metal’de -yasağa rağmen- grevler sürüyor

Birleşik Metal-İş Sendikası (BMİS) 5 işletmede TİS görüşmelerine 9 Ağustos’ta başlamıştı. Bunlardan 1’i hariç 4’ü …

ASGARİ ÜCRET ve BİZ EMEKLİLER…

17 bin 2 TL olan asgari ücrete yapılacak zam, günümüzde en temel gündem maddelerinden birisi. …

İEB, savaş bütçesine karşı mücadeleye çağırıyor

Mecliste görüşülmekte olan yağma ve savaş bütçesine, işçilere layık görülen sefalet ücretine karşı, İşçi Emekçi …